Su, yaşamı var eden en önemli varlıkların başında yer alır. Su aynı zamanda son dönemlerdeki yaşam mücadelesinin de en önemli alanlarından birisini oluşturur. Aslında su mücadelesi, insanlık tarihi kadar eskilere dayanır.
Tarih boyunca uğruna savaş ve barışın eksik olmadığı su, günümüzde de en önemli meseleler arasındaki yerini koruyor. Bugün dünyada 1,4 milyara yakın insan temiz suya erişemiyor (www.unicef.org). Daha da kötüsü 2032 yılında dünya nüfusunun yaklaşık yarısının suya erişimde ciddi sıkıntı çekeceği tahmin ediliyor (www.who. org). Ortalama her sekiz saniyede bir çocuk temiz suya erişemediği, başka bir deyişle kirli su içtiği için ölüyor (www.foodandwaterwatch.org). Dünyadaki bilinen hastalıkların yüzde 80’i kirli sulardan kaynaklandığı belirtiliyor. Kirli su, tüm dünyada sıtma, AIDS, savaşlar ve trafik kazalarının toplamından daha çok sayıda çocuğun ölümüne neden oluyor (www.who.org). Tüm bu veriler, muazzam ve hızla büyüyen bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu çarpıcı bir şekilde gösteriyor.
Dünyanın kimi bölgelerinde fiziksel su kıtlığı yaşandığı bir gerçek ancak herkese yetecek suyun bulunduğu bölgelerde de suya erişimde ciddi sorunlar yaşanıyor. Bunun çeşitli nedenleri olmakla birlikte, en önemli nedenin suyun haksız paylaşımı olduğunu belirtmek gerek.
Dünyanın birçok yerinde bir zamanlar sahip oldukları suları ellerinden tamamen ya da kısmen alınan milyonlarca insan yaşıyor. Dün hepimizin yaşam hakkı olan su, bugün parayla alınıp satılan bir mala çevrilmiş durumda. Egemenler bizlere, bir yanda barajlar ve HES’ler gibi dev ölçekli kalkınma projeleri yüzünden yerinden ve suyundan olmuş, öte yanda parası olmadığı için suyu kesilen insanların olduğu bir dünyayı layık görüyor.
Egemenlerin suya sahip olma girişimleri, kısmen Türkiye’de olduğu gibi dünyanın her yerinde halkın suyunu şirketlere ve devlete kaptırmamak için kıyasıya bir mücadele vermesine neden oluyor. Üstelik mücadeleyi yürütenler bunu bir ölüm kalım meselesi olarak görüyor.
Suyun metalaştırılması süreci dünyanın pek çok bölgesinde çok ciddi direnişlerle karşılaştı. Bu direnişlerden en güçlüsü hiç kuşkusuz, ilk su savaşı olarak bilinen Bolivya’nın üçüncü büyük şehri olan Cochabamba’da gerçekleşti.
Cochabamba’da suyun özelleştirilmesi
Bolivya’da 1990’ların sonunda suyun metalaştırılması için girişimler, 1997-2001 döneminde Dünya Bankası ile yapılan çeşitli anlaşmaların gereği ülkede çeşitli özelleştirmeleriyle başladı. 1999’da ilk su özelleştirmesi Cochabamba kentinde uygulamaya konuldu. Dünyanın en büyük küresel su şirketlerinden biri olan ABD’li Bechtel, 1999’da Cochabamba Belediyesi’yle su hizmetlerini yürütmek üzere bir anlaşma imzaladı.
Özelleştirmeden kısa süre sonra suyun fiyatı 3 kat artmış, çoğunluğunu yoksul kesimin oluşturduğu insanlar kısıtlı bütçelerinde suya ayrılan kalem büyüdüğü için, hastaneye gitmek, beslenmek gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmişti. Öyle ki günde 2 dolar kazanan ailelerin aylık gelirlerinin dörtte biri su faturasına gidiyordu. Daha da kötüsü, bu artışın esas nedeni şirketin altyapı hizmetleri için gereken masrafları en başından vatandaşlardan çıkarmaya çalışmasıydı.
Akan su da yağan su da benim malım
Çaresiz kalan halk şebeke suyu dışında su kaynakları bulma arayışına girdi. Yağmur suyu toplayarak ihtiyaçlarını gidermeye çalıştı. Ancak Bechtel, halkın topladığı yağmur suyuna gözünü dikerek, o suyun da kendi mülkü olduğunu iddia edip yağmur hasadını yasakladı.
Bu gelişmelerin hemen ardından kent içinde ciddi bir toplumsal muhalefet örgütlenmeye başladı. 2000 Nisan’ında ise Cochabamba halkının isyanı tüm Bolivya’ya yayılarak büyüdü. “Cochabamba Su Savaşları” olarak tarihe geçen bu isyan döneminin hükümetin devrilmesine giden bir süreci başlattığı söylenebilir. Öyle ki; Evo Morales 2006’da ülkenin ilk yerli başbakanı olarak iktidara geldi. Hareketin hukuksal kazanımı olarak, 2009 Bolivya Anayasası’na: “Herkes evrensel nitelikteki su hizmetlerine eşit olarak sahip olmalıdır. Su ve hıfzıssıhhaya erişim bir insan hakkıdır, imtiyaz veya özelleştirme konusu olamaz” maddesi eklendi.
“Halk için su”
Cochabamba su mücadelesinin önemli isimlerinden Oscar Olivera’nın sözleri halkın isyanının sadece suyun pahalı olmasına karşı değil, suyun mülkiyet ilişkilerine nesne yapılmaya çalışılmasına olduğunu gösteriyor. Olivera şöyle diyor:
Oscar Olivera, direnişe yön veren isimler arasında yer aldı
“Evet su pahalılaşmıştı, ama bizi öfkelendiren esas mesele bu değildi. Biz, akan su da yağan su da benim malım diyen küstah zihniyete öfkemizle yola çıktık. Suyumuz bizim insanlık onurumuz. Onu da kaybedersek, elimizde bize ait olan hiçbir şey kalmayacaktı. Biz onurumuz için evlerimizde, dükkânlarımızda ne varsa sokağa yığarak barikatlar oluşturduk. Gücümüzün kaynağı artık kaybedecek bir şeyimizin olmadığı hissiydi. Bireysel korkuların bittiği, öfkenin harekete dönüştüğü bir noktaya varmıştık.”
Suyu ve Hayatı Savunma Birliği
Aynı dönem içinde çeşitli talepler bir araya geldi. Halk sadece su hizmetlerinin tekrar kamu eliyle yönetilmesini istemiyor, aynı zamanda işsizlik sorunun çözülmesi ve ücretlerin yükseltilmesi gibi taleplerde de bulunuyordu. “Suyu ve Hayatı Savunma Birliği” adı altında bir araya gelen talepler tüm ülkeyi etkisi altına almaya başladı. 6 ay içinde bir milyon kişi bu hareketin içinde yer aldı. Birlik, sembolik ve doğrudan eylemler ile mücadeleyi sokağa taşıdı. Halk, ödemeyi reddettikleri su faturalarını toplayıp kent meydanında yaktı. İnsanlar tüm eşyaları sokağa yığıp barikatlar kurdu. Özelleştirmeye son verilmesi için genel greve gidildi. Bolivya Hükümeti ise buna cevap olarak Cochabamba’da sıkıyönetim ilan etti. Tankların gezindiği sokaklarda, polis halkın üzerine ateş açıp, üç kişinin ölümüne neden oldu. Yüzlerce insan da yaralandı. İşler egemenlerin kontrolünden çıkmış, Bechtel için geriye çekilme zamanı gelmişti. Şirket su hizmetleri işini Cochabamba Belediyesi’ne geri devretti.
Özelleştirmenin iptali yetmez!
Su ve yaşam için mücadele edenler özelleştirmenin iptalini yeterli bulmadı. Halk sokaklardan çekilmeyince çatışmalar büyüyerek devam etti. Zira halk, ileride bir gün suyun özelleştirmesinin bir kez daha karşılarına çıkmasını istemiyordu. Hükümeti harekete geçirmek için halk kendi örgütleriyle bir referandum düzenledi. Referandum sonucu halkın suyun özelleştirilmesini istemediği yönündeydi. Bu karara rağmen hükümet değişim için harekete geçmedi. Hükümeti bu konuda harekete geçirmek için Cochabamba’da hayatı durdurma kararı alındı. Şehre giden yollar günlerce kapalı kaldı. Milyonlarca Bolivya vatandaşı ülke çapındaki greve destek için kente yürüdü. Hükümetin güvenlik güçleri ise halka gaz bombaları ve kurşunlarla karşılık verdi. 5 kişi hayatını yitirirken, yüzlercesi yaralandı. Önce hükümetin düşmesi, özelleştirme yasasının yürürlükten kaldırılması ve sonrasında 2009 Bolivya Anayasası’nda su hakkının tanımlanması gerçekleşti. Böylece su hizmetlerinin kamu eliyle yürütülmesi yasal güvence altına alınmış oldu.
Su temel hak
Bu şüphesiz ki sadece Bolivya için değil, dünyanın geriye kalan ülkeleri için de bir mihenk taşı oldu. Nitekim Bolivya’nın girişiminin bir sonucu olarak 2010’da BM Genel Kurulu’nun toplanıp, güvenli ve temiz içme suyuna ve hıfzıssıhhaya erişimin temel bir insan hakkı olduğunu kabul etmesi bunun en önemli kanıtı. Bu madde 124 ülkenin evet oyuna karşılık, 42 çekimser oyla kabul edildi. Türkiye de çekimserler arasında yer aldı
140 ayrı ülkede 200 bine yakın su hizmetleri kapsamında proje yürüten Bechtel ise Dünya Bankası ile yapılan anlaşma gereği, Cochabamba Su Savaşları’nda kaybettiğini öne sürdüğü 25 milyon doları tazminat olarak geri almak üzere harekete geçti. Şirketlerin asla kaybetmediği düzenin bir kanıtıdır. Şirketlerin dünyanın her yerine gözü kara gitmelerinin altında yatan neden kaybetme riskinin olmaması diyebiliriz. Çünkü onların kayıpları bir şekilde kamuya yıkılır.