SEÇTİKLERİMİZ – Pelin Cengiz Artı Gerçek’e yazdı: “Rus, Japon ya da ABD teknolojisiyle stratejik derinlik inşa edemezsiniz. Stratejik derinlik istiyorsanız, önce kendi toplumuna hesap verebilen, üretici güçlerini geliştiren, inovasyon yapan bir ülke olmanız lazım.”
Türkiye'de inşaatı devam eden Akkuyu nükleer santraline dair son haftalarda gündeme gelen meselelere farklı bir açıdan bakalım.
Türkiye'nin dış politikada Ahmet Davutoğlu ile temsil edilen stratejik derinlik yaklaşımının çökmesinin ardından, Türkiye'nin ekonomik ve politik açıdan güçsüzleştiği ve çevresindeki ülkelerde hegemonya kurma kabiliyetinin azaldığı bir dönemde, Akkuyu inşaatında çatlak haberinin gündeme gelmesinin Türkiye kamuoyuna verilmiş bir pas olduğu yönünde bazı görüşler var.
Türkiye'nin Rusya'dan alacağını açıkladığı S-400 füzelerinin akıbetinin her geçen gün boyut değiştirmesi ve açıklamaların arka arkaya gelmesiyle, bence nükleerle ilgili bu görüş kamuoyunda tartışılmayı hak ediyor.
Ama önce kısa bir hatırlatmayla başlayalım.
Geçtiğimiz haftalarda Mersin Akkuyu'da inşaatı devam eden nükleer santralin reaktörlerinden birinin oturacağı zeminin temelinde Temmuz 2018'de iki kez çatlak meydana geldiği, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) tarafından duruma müdahale edildiği ortaya çıktı. Haberin gündeme gelmesinin ardından Akkuyu NGS, ilk yaptığı açıklamada, santral inşaatında herhangi bir gecikme olmadığını belirtirken, bir hafta sonra projeyi yürüten Rus şirketi Rosatom Rus medyasından RIA Novosti'ye yaptığı açıklamada ise haberi yalanladı.
Rosatom'un iddiaları reddetmesi üzerine Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), "Bir kaza olması durumunda telafisi olanaksız büyük felaketlere neden olacağı bilinen bir gerçektir. Akkuyu'da bir nükleer santrali kurulmasının gereksiz olduğu kamuoyunun büyük bir çoğunluğu tarafından yaklaşık 50 yıldır ısrarla dile getirilmektedir. Bu karşı çıkışa rağmen yapımına devam edilen Akkuyu Nükleer Santralinde temel çatlağı gibi ileride büyük yıkımlara neden olabilecek teknik hataların yapılmış olması kabul edilemez" açıklaması yaptı.
TMMOB, burada önemli bir noktaya dikkat çekerek, haberde çatlakların TAEK tarafından tespit edildiğinin yer aldığını dolayısıyla şirketin yalanlamasının bir anlamı olmadığını, TAEK'in kamuoyuna doğru bilgi vermesinin zorunlu olduğunu kaydetti.
Gelişmeyle ilgili ne TAEK'ten ne de geçen yıl kurulan Nükleer Düzenleme Kurumu'ndan bir açıklama gelmiş değil.
Ardından, konuyla ilgili CHP harekete geçti. CHP Doğa Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Denizli Milletvekili Gülizar Biçer Karaca, konuyla ilgili Meclis araştırması açılması için 20 milletvekilinin imzası bulunan dilekçeyi partisi adına Meclis Başkanlığı'na iletti.
Karaca, "Her aşamasında etkin ve bağımsız denetimi gerektiren, oluşabilecek tüm risklerin doğru hesaplanıp, giderilmesi elzem bir süreç. Bu konuyla ilgili hiçbir şeyin üstü örtülmemeli, oldubittiye getirilmemeli" dedi.
Çatlakla ilgili halen resmi açıklamalar gelmezken, inşaatın bilim insanlarından oluşan bağımsız bir heyetle denetlenmesi ve yurttaşların süreçle ilgili aydınlatılması gerekirken Akkuyu'da ne olup ne bittiğine dair hiçbir bilgi yok…
Eldeki bilgiler epey sınırlı olduğu için konuyla ilgilenen sivil toplum ve çevre mücadelesi içinde yer alanlar da el yordamıyla süreci anlamaya ve yorumlamaya çalışıyor.
Geçen hafta Artı TV'deki Ekolojik Odak programında Ekoloji Kolektifi'nden Avukat Fevzi Özlüer ile bu konuyu ele aldık.
Programda da gündeme getirdiğimiz üzere Özlüer'in, uluslararası hukukun konusu olması sebebiyle Akkuyu eksenindeki gelişmelere dair farklı bir bakış açısı var, aktaralım:"Sadece Türkiye açısından değil, dünyada da nükleer santraller uluslararası hukukun konusu haline gelmiş durumda. Uluslararası bir anlaşma olduğu için sadece hukukun değil, aynı zamanda uluslararası politikanın da konusu. Devlet nasıl denetleyecek, süreç nasıl izlenecek gibi karar aşamalarının nasıl işleyeceği ise iç hukukun konusu. Ahmet Davutoğlu ile temsil edilen neo osmanlıcılığın, Suriye başta olmak üzere tüm Müslüman aleminde stratejik derinlik inşa edebilmenin, Türkiye'nin hegemonya stratejisinin bir parçası olarak ortaya çıktı nükleer santral.
Nükleer santral sadece kalkınmışlık için değil, onun dışında Türkiye'nin dışarıdaki hegemonyasının da bir aparatı olarak kurgulandı. Türkiye, klasik ittifaklarıyla birlikte devam edeceği aynı zamanda Rusya ile Suriye içindeki süreci organize edebileceği bir stratejinin aparatı olarak kullanmak istedi. Son 10 yılda yaşadıklarımız, bu uluslararası politika ekseninde biçimlendi.
Stratejik derinlik yaklaşımı, Ortadoğu'da kurulmak istenen neo osmanlıcılığın kurulamadığı ve bu aparatların işlevsiz hale geldiği ama buna karşı ulusal ve uluslararası birtakım taahhütlerin verildiği bir süreçle karşı karşıya kaldı. Uluslararası politika iflas etti ama hem iç hukuktan kaynaklı hem de uluslararası hukuktan yükümlülükleri ortadan kalkmadı.
Ne oldu da şimdi bu haber Türkiye'nin gündemine düştü? Mayıs 2018'de inşaat başlıyor, temmuzda böyle bir bilgi TAEK'e geliyor, bu bilgi Habertürk üzerinden kamuoyuna yansıtılıyor. İlk yanıt vermemiz gereken soru şu: Çatlak varsa neden gerekli önlemler alınmıyor?
Son 9-10 yılda Türkiye uluslararası siyasette rahat hareket edebilmek için iç siyasette muhalefetin derinliğini tamamen kaybettirdi. Ekonomik ve politik açıdan güçlü olduğunuz zamanlarda içerde bu iyi olabilir ama iktisadi olarak güçsüzleştiğiniz, hegemonya kurma kabiliyetinizin daraldığı zamanlarda içeride bir konsensüse ihtiyaç duyarsınız.
Türkiye'de kamuoyu özellikle nükleer santral konusunda ÇED davasının nihayete ermesi sonrasında neredeyse sıfır noktasına inmişti. Bu hamlenin içeriye verilmiş bir pas olduğunu düşünüyorum. Türkiye kamuoyuna deniyor ki, bu konuda bir sıkıntı var, bu konuda harekete geçin. Neden böyle bir hareket alanı yaratılmak isteniyor sorusu, iki nedenden kaynaklanıyor olabilir.
Uluslararası hukuktan kaynaklı Türkiye'nin yükümlülükler var. Türkiye, Suriye'de uluslararası derinliğini kaybettikçe bu sözleşmeden kaynaklı yükümlülüklerini karşı tarafa hatırlatarak, bu santralin yapılamayacağını ima etmek istiyor olabilir. İkincisi iç hukuk düzenlemelerine atıf yaparak, "bakın çatlak var, bir idari başvuru yapın da iptali yönünde bir dava açılması elimizin altında bulunsun" denilmek isteniyor olabilir.
Siyasi karar vericilerin elinde başka bir aparat kalmadı, bu da hata yapma riskini artırıyor. Güçlü bir uluslararası diploması aynı zamanda içeride bir stratejik derinliği de gerektiriyor. Böyle bir durum var, içerideki nükleer karşıtı hareket "harekete geçiyor" diyor olabilirler.
Burası sonuç olarak bir inşaat. Bağımsız bir denetleme kurumu denetliyor, inşaatın tabanında çatlak var diyor, TAEK'e rapor ediyor, TAEK'in bu aşamada yapması gereken gidip inşaatı mühürlemek. Peki neden mühürlenmiyor da, bu kamuoyuna sızdırılıp mühürlenmesiyle ilgili idari bir başvuru yapılması ve dava süreci başlaması isteniyor?
Kamuoyu bunun için var. Hükümetleri, devletleri güçlendiren mekanizmalardır bunlar. Kamu düzeninin tesis edilmesi için sivil toplum önemlidir. Ama siz bunları başlı başına tehdit unsuru olarak sayarsanız, dış politika da hareket alanını kaybedersiniz. Bu kaybedildiği için kendi eliyle bunun zeminini yaratmak zorunda kaldığını düşünüyorum.
Nükleer santral meselesi şeffaflaştırıldıkça, Türkiye uluslararası politikada hareket kabiliyetini yeniden kazanabilir. Türkiye'de çevre politikası uluslararası sistemde Türkiye'nin aktörleşmesinin önünü açabilecek bir argümandır. Türkiye'de çevre mücadelesinin güçlenmesi, kamu düzeninin güçlenmesi anlamına gelir. Bu yaşanan deneyim, kamu düzeninin zayıflaması halinde yöneticilerin sorumluluk alamadığını ve doğrudan Türkiye'nin sivil toplumuna havale etmeye çalıştığını en açık şekilde gösterdi.
Rus, Japon ya da ABD teknolojisiyle stratejik derinlik inşa edemezsiniz. Stratejik derinlik istiyorsanız, önce kendi toplumuna hesap verebilen, üretici güçlerini geliştiren, inovasyon yapan bir ülke olmanız lazım. Türkiye bu noktadan uzakta olduğu gibi bilgi ve belgelerini de paylaşmıyor. Nükleer santralin tüm hukuki aşamalarında bunu yaşadık."
Akkuyu'daki çatlak haberinin sızdırılmasıyla taraflardan biri, anti nükleer mücadeleye ya da genel olarak çevre mücadelesine bir mesaj gönderiyor olabilir mi, ekonomik ve politik sıkıntılar Akkuyu yatırımını giderek çıkmaza sokmuş olabilir mi, tabii en önemlisi gönderilen mesaj karşılık bulacak mı, gelecek günlerde göreceğiz…