SEÇTİKLERİMİZ – Sevil KURDOĞLU Sendika.Org için çevirdi : Netflix’in olağan üstü başarılı ‘’Squid Game’’ dizisi kapitalizmin sebep olduğu sefaletle ne çok insanın ilişki kurduğunu ve ne kadar az insanın kaçacak bir yol olduğunu hissettiğini gösteriyor.
Temmuz sonunda, Birleşik Krallık’ta kişilerin toplam borcu bir önceki yıla göre 62,9 milyar Sterlin artarak 1.741,7 milyar Sterlin’e ulaştı. Ortalama bir yetişkinin 32.931 Sterlin borcu var; Universal Credit’te (işsizlere yapılan yardım-ç.n.) yapılması beklenen kesintiler ve COVID-19 salgını sırasındaki ücretli izin yardımlarının sonuna gelinmesi bu rakamı daha da yukarıya çıkaracağa benziyor.
Gösterilmeye başlandıktan sonraki ilk dört hafta içinde dünya çapında 111 milyon seyirci toplayan Güney Kore dram dizisi Squid Game üç ay içinde Netflix’in en başarılı dizisi oldu. Diğer popüler distopik kurgulardan farklı olarak, Squid Game’in karakterleri alternatif bir evrende, yakın bir gelecekte veya bir başka gezegende yaşamıyorlar. Dizinin kendini beğenmişliğinin sebebi olan korku, bir felaketin ardından veya krizlerin büyümesine müsade ettiğimiz taktirde ne olabileceği değil. Squid Game’in distopyası, içinde yaşadığımız dünya.
Her ne kadar tarihsel, kültürel ve ekonomik unsurlar olaylar dizisini Güney Kore’ye -tarihi, müesses nizamın acımasızlığın üstünü örtmesiyle ve halen dünyada hane halkının en yüksek kişisel borca sahip olmasıyla bilinen bir ülke- özgü yapıyorsa da, global başarısı distopyanın daha uzaklarda da yankılandığını gösteriyor. En azından Britanya’da durumun böyle olduğu belli.
Squid Game’in birinci bölümünde baş roldeki Gi-hun’u kızına doğum günü hediyesi almak için para bulmakta zorlanırken görüyoruz. Yıllardır işsiz olması ve kumar bağımlılığı yüzünden kötü durumdadır ve yaşlı ve hasta annesinin iyi niyetine güvenmektedir. Daha sonra öğreniyoruz ki, Gi-hun işini bir grev ve polisin şiddet kullanarak kırdığı fabrika işgalinin sonunda işini kaybetmiştir. Polis, Gi-hun’un gözü önünde arkadaşını döverek öldürmüştür -hikaye 2009’daki Ssangyang Motors’daki grev üzerine kurulmuş. Buraya kadar, anlatılanların çoğu toplumsal gerçekçilik.
Ama kısa bir zaman sonra işler tuhaf bir hal alır. Bir şans eseri sonucu, Gi-hun ve yakın borç miktarlarına sahip diğer 455 kişiye bir çocuk oyunları dizisinde toplam 45,6 milyar yenlik, 28 milyar Sterlin’e tekabül etmekte, bir ödül için yarışma şansı verilir. Ama bir koşulu var: kaybedenler vurulacak.
Riski anlayan oyuncular ayrılmak yönünde oy kullanırlar. Ama polisten kaçmak, ilaç-doktor faturalarını ödeyememek, ücretleri ödemeyi reddeden işverenlerin gadrine uğramak gibi dışarıdaki yaşamın gerçekleriyle tekrar yüzyüze gelince – çok geçmeden dönerler. Yarışmanın günlük yaşamlarındaki oyundan daha acımasız olmadığına karar vermişlerdir.
Daha sonra öğreniyoruz ki, yarışma bir grup İngilizce konuşan “VIP’ye” eğlence programı olarak gösterilmektedir. Finalden bir önceki bölüm beklenirken, VIP’ler yarışmanın ve çekimlerin yapıldığı uzak adaya gidip doruk noktasındaki heyecanı bizzat görmek isterler; smokin ceketleriyle, ellerinde viski kadehleriyle, cinsel şakalar yapıp konforlu kanepelerin üzerine yayılırlar ve yarım yamalak ilgiyle hangi favori oyuncuların hayatta kalacağını merak ederler.
Squid Game, genelde bir kapitalizm alegorisi olarak tarif ediliyor ama bu maskeli VIP’ler onun belirli bir andaki ve belirli cinsten bir kapitalizme referans verdiğini akla getiriyor. VIP’lerin temsil ettiği insanlar sadece artık değere el koyan kapitalistler değiller; kendinden öylesine emin ve karşısında durulmasına öylesine bağışıklık kazanmış, artık rol yapmaya ihtiyacı kalmayan tamamen hegemonik olan bir global sistem olan kapitalizm tarafından mümkün kılınan bir acımasızlığı sahneleyen sadistlerdir. Bu hegemonya, kısmen anonim olmakla mümkün olabiliyor. Örneğin, Suzanne Collins’in Açlık Oyunları’ndaki acımasızlık bir kontrol mekanizması olarak yığınlara gösterilirken, Squid Games kapalı kapılar arkasında oynatılıyor. İma edilen şu ki, gerçek dünyada kontrole çok az gereksinim vardır: Squid Game’in oyuncuları VIP’lerin yararlandığı dünyaya zaten teslim olmuşlardır; çünkü alternatif görmemektedirler.
Squid Game’de anonimlik, hegemonyayı kuvvetlendirmektedir. Hedefi, işlerin böyle gitmesinin sebebinin sadece az sayıda insanın bundan yararlanması değil, böyle olmak zorunda olduğu inancını sürdürmektir; dünya başka bir şekilde işleyemez. Yarışmanın organizatörüne karşı son bir oyunda neyin bahsine gireceği sorulduğunda, Gi-hun, ‘’Ne olursa. İsterseniz benim her şeyimi zaten alabilirsiniz’’ diye cevap verir.
Bu herkesin fırsat eşitliğine sahip olduğu hayalinin reddedildiği tutum, oyuncularda dizi boyunca görülen bir şey değildir. Yarışmanın maskeli paravan organizatörü her oyunun, dış dünyadaki, hak edilen başarıyı engelleyen ön yargılardan kurtulmuş, gerçek bir liyakat sistemini temsil ettiği inancını satar. Yalan olan, şüphesiz, oyuncuların birbirlerine karşı oynamadığıdır: onlar bir sisteme karşı oynamaktadırlar ve o sistem kazanma olasılıklarını kendi lehine istiflemiştir.
Aslında, Squid Game, başarı illüzyonunun egemen sınıfın en büyük zalimliklerinden biri olduğunu öne sürer. Gi-hun’un birinci oyundan önceki deneyimi en iyi çocukluk arkadaşı ve rakibi Sang-woo ile karşılaştırılır. [Sang-woo] Seul Üniversitesi’nde okumak için kasabadan ayrılmıştır ve Gi-hun onun o zamandan beri iş gezilerinde bir araya gelen sosyetenin parçası olduğuna inanmaktadır. Kısa bir süre sonra öğreniyoruz ki, aslında Sang-woo mali suçlar işledikten ve milyonlar tutan borca battıktan sonra kaçak olmuştur ve borcu yüzünden de Gi-hun ile aynı yarışmada yan yana düşmüştür.
Birkaç bölüm boyunca, hiçbir zaman kendi potansiyeline sahip olmayan insanlarla para için yan yana düşmekten duyduğu memnuniyetsizlik hissinden kurtulamayan Sang-woo’da bir gaddarlık hissi ortaya çıkar; aralarına katılmasına izin vermedikleri bir elite karşı duyduğu öfkeyi yarışma arkadaşlarına çevirmekten onu hiçbir şey alıkoyamaz. Onları öldürürken, gerçek elitler gülerek seyrederler. Bugünün gerçek zenginleri için de söylenebileceği gibi, 28 milyar Sterlinlik ödül parasının onlar için önemsiz olduğunu varsayabiliriz.
Kısmen, bu anti-kapitalist konuların -kapitalist gerçekçilik, liyakat illüzyonu- birbirine yaratıcı eklemlenmesi nedeniyledir ki Squid Game bu kadar popüler oldu. Fakat diğer yandan bu popülerlik dizinin apolitik bir kabulünün nedeni olan niteliğinin de koşullarını oluşturuyor, nitekim en kötü haliyle, konularının bireysel ‘hayat dersleri’ olarak öğütülmek üzere servis edildiğini de gördük.
Pek çok yönden, Squid Game’in ana tezinin kanıtı şudur: yoksulluk ve borç gibi sorunlar ne kadar çok yaygınlaşırsa, o kadar çok bunun başımıza gelmesinin kabahatinin sadece bizde olduğu söylenir -ve bireyler olarak bunu düzeltebilecek kapasitemiz olduğuna kendimizi daha çok inandırırız. Kapitalizmin mitlerine hayran olmaya devam eden bir toplumda, gerçekle distopya arasındaki çizgi giderek bulanıklaşır.
Parlak bir şekilde renklendirilmiş VIP dünyasının kötülüğü ile Gi-hun’un, annesinin ve sadece yaşamda kalabilmeyi kabul etmiş milyonlarca diğer insanın yaşamının griliği arasındaki parallellikler tarafından temsil edilen bu çelişki dizinin merkezinde yer alıyor. Neden işçilerin örgütlenmesinin, kendimizi o sefaletten kurtarma gayretinin şiddetle bastırılması milyarderler adına ölümüne oynanan oyunlardan daha kabul edilebilir bir şeydir?
Bu başka bir soruyu ortaya atıyor: böylesi oyunlar ne kadar çabuk ‘normal’lik anlayışımızın parçası haline gelebilirler? Böyle bir şeyin düşünülmesi bile imkansız gibi geliyor, ama Squid Games düşünülebilir olmayanın düşündüğümüz kadar uzak olmadığını sezdiriyor.
Tribune’deki İngilizce orijinalinden Sevil Kurdoğlu tarafından çevrilmiştir.
(sendika.org)