Nuran GELİŞLİ yazdı: Ağalık denen sistem, ulusal kimlikler üzerinden değil egemenlik üzerinden tanımlanması gereken bir sistemken, bir takım kaynaklara dayanılarak ifade edilen “ilk gece hakkı” tasarrufunda bulunan ağalar üzerinden milli bir hassasiyet geliştirip, her iki halk adına “özür” dileme talebinin yanı sıra belge istenmesi egemen söyleme çok benziyor.
ABD Başkanı Joe Biden’in, Ermeni Soykırım’ı için “Soykırım” ifadesini kullanmasına bir takım sol partiler, “Tarihsel acılar emperyalist pazarlıklara malzeme edilemez” gerekçesiyle tepki gösterdi. Yaptıkları açıklamalarda Soykırım yerine “büyük acı” ifadesini kullanmayı tercih eden partilerin bu yaklaşımları başka bir yazının konusu olsun.
Hemen aynı günlerde Ermeni Soykırımı üzerine çalışmalarıyla bilinen Taner Akçam’ın Gazete Duvar’da “Gönüllü bir katılım olmasaydı, bu kadar insan öldürülemezdi” başlığıyla yayınlanan Filiz Gazi ile yaptığı söyleşide, “19. yüzyıl feodal toplumunda örneğin Kürt bölgelerinde Kürt ağaları, evlenen Ermenilerin ilk gece hakkına sahiplerdi” tezi, bir başka tepkiye neden oldu. 132 imzalı açıklamada, Taner Akçam’ın sözünü ettiği konunun “absürd” bir iddia olduğu, “Kürd ve Ermeni toplumlarının geleneğinde iddia edildiği gibi bir durum söz konusu bile olamayacağı”, “her iki halkın tarihsel ve toplumsal değerleriyle de” bağdaşmayacağı savunulurken, Akçam, her iki halktan da “özür dileme”ye davet edildi.
Açıklamanın tam metni ve imzacıları
https://www.avrupa-postasi.com/gundem/prof-akcam-in-kurt-agalari-ile-ilgili-sozlerine-h108628.html
Akçam, Gazete Duvar’daki söyleşisinde,
“Hıristiyanlara biçilen yer, ikinci sınıf vatandaş olmaktı. Korkunç bir örnek vereyim: 19. yüzyıl feodal toplumunda örneğin Kürt bölgelerinde Kürt ağaları, evlenen Ermenilerin ilk gece hakkına sahiplerdi” derken cümlenin hemen devamında “Onun ötesinde Ermeniler çifte vergi veriyordu. Bir devlete normal vergi veriyorlardı, bir de “Hafir” (veya hapir; kiafir) denen yöredeki Kürt feodal yöneticilerine vergi veriyorlardı” diyordu.
Ermenilerin, devletin yanı sıra “Kürt feodal yöneticilere” verdikleri ikinci vergi ya da başlığa taşınan “Gönüllü bir katılım olmasaydı, bu kadar insan öldürülemezdi” sözü, belli ki 132 imzacıyı rahatsız etmiyor.
İmzacıların çıkış noktası; “Kürt bölgelerinde Kürt ağaları, evlenen Ermenilerin ilk gece hakkına sahiplerdi” cümlesindeki “Kürt bölgelerinde Kürt ağalar” ifadesi. Bu ifadeyi genelleyici bir ifade olarak yorumluyorlar, buradan hareketle de bu durumun ulusal kimliğe bir saldırı olduğunu savunuyorlar.
İmzacılar, hemen hemen hepsi erkek olan ağaların yaptığı söylenen bir şeyi tüm halka mal ediyorlar. “Bu, her iki halka da hakarettir” gibi ahlakçı ifadeler ve milliyetçi bakış açısıyla aynı zamanda cinsiyetçi bir yaklaşım sergiliyorlar.
“İlk gece hakkı”
İmzacılar arasında Ermeni var mı bilmiyorum ancak “ilk gece hakkı” iddiası yeni dillendirilen bir şey değil.
Zakarya Mildanoğlu’nun bir televizyon kanalında 1915 ve sonrasında ailesinin yaşadıklarını anlattığı programda, “Ablalarım artık genç kız olmuşlardı, sürekli onlara sataşıyorlardı. Hatta kaçırma girişimleri vardı. Bu tarihsel bir şey ne yazık ki. Gelin Alaylarından kaçırılan gelin sayısı az değil. Hatta ilk gece hakkı diye bir şey var. Evleniyorsunuz, gerdek gecesine girmeden önce ilk geceyi başkasıyla geçiriyorsunuz, ondan sonra gerçek eşinize dönüyorsunuz. Bunlar hiç konuşulmuyor…” sözleri, 2013 yılına ait sözler.
Belli ki Mildanoğlu’nun anlatısında yer ve statü belirtilmediği için 132 imzacının dikkatini çekmemiş.
Rıdvan Karaaslan’ın 2007 yılında Lis Yayınevinden çıkmış Anzu isimli kitabındaki öykülerinden biri olan “Meşkina Destanı”nda, “ilk gece hakkını” kullanmak isteyen ağaya isyan anlatılıyor.
https://www.pirtukakurdi.com/anzu-781-tr
https://xursiyizbiz.tr.gg/Bir-Xurs-Hikayesi.htm
132 imzacı, bu öykünün de kurmaca bir öykü olduğunu iddia edilebilir, ancak bu durumda da öykülerin dayandığı gerçeklikler göz ardı edilmiş olur.
“İlk gece hakkı”na dair bir başka anlatıda Ege bölgesine ait. Muğla’da sivil toplum kuruluşları tarafından gerçekleştirilen “Sözlü Tarih Atölyesi”ndeki sunumlar “Yerel Tarih: Yöntem ve Deneyimler 2. Sözlü Tarih Atölyesi’’ adıyla 2007’de kitaplaştırılmış. Ertuğrul Aladağ, Muğla bölgesi ile ilgili “Toprak Damdan Modern Konuta Evrilmek ve Cinsellik” başlıklı sunumunda, bölgedeki ağaların, ağalık hakkı adı altında “ilk gece hakkından” söz ediyor.
“Köyler çok fakirdi. Şehir merkezinde veya kasabalarda yaşayan ağaların her birinin sayıları kırkı geçen köyleri vardı. Yüz binlerce dönüm içine dağılmış bu köyler gibi, köylüler de ağalarının malı gibiydi. Bu durumun en iyi açıklaması da genellikle bir veya bir buçuk asır öncesine kadar süren ağalık hakkı olayıydı. Köylü gelinlerin evlilikteki ilk gecesinde ağasıyla cinsel ilişki kurma zorunluluğu vardı. Bu geleneğe itiraz eden cesaretli delikanlı damatlar, ağalar tarafından sürülür veya öldürtülürdü. Ancak Datça’da yaşanmış olan bir ağalık hakkı olayı sırasında damat, ağayı öldürmüştü. Bu ağalık hakkı geleneği onlar için çok normaldi ve gerçekten haktı.”
https://www.simurg.com.tr/yerel-tarih-yontem-ve-deneyimler-2-sozlu-tarih-atolyesi
Ağalık denen sistem, ulusal kimlikler üzerinden değil egemenlik üzerinden tanımlanması gereken bir sistemken, bir takım kaynaklara dayanılarak ifade edilen “ilk gece hakkı” tasarrufunda bulunan ağalar üzerinden milli bir hassasiyet geliştirip, her iki halk adına “özür” dilemesi talebinin yanı sıra belge istenmesi egemen söyleme çok benziyor.
Hüseyin Şengül, Bianet’te yayınlanan “Ermeni sorununda iki yeni gelişme” başlıklı yazısında 132 imzacının Ermeni Soykırımı’nı “ilk gece hakkı” gibi bir konuya sıkıştırmanın “milliyetçilik tuzağı” olduğunu iddia ediyor ve “diyelim ki ilk gece hakkı yoktu ve bu bir onursuzluktur! Peki, yaşanan binlerce tecavüz ve kadınlara zorla el koyma bir onursuzluk değil mi? Neden mesele onur kavramını içerisine tıkılıyor ki?” diye soruyor.
“Gülüzar’ın Kara Düğünü” adıyla 1885’lerde yaşanmış bir olayı anlatan kitap okunduğunda Ermenilerin ne trajediler yaşadığı görülecektir. Abdülhamit’e dahi şikâyet edilen Muşlu Musa Bey’in zalimliklerinin bir kısmı, mahkeme kayıtlarında da sabittir.
1896 yılında Abdülhamit tarafından Van bölgesine gönderilen müfettiş (Osmanlı Sarayı 1878 Berlin Antlaşması’nın 61. Maddesi gereğince, göstermelik de olsa Vilayet-i Sittelere ve Ermeni bölgelerine müfettiş gönderiyordu) Saadettin Paşa’nın anıları, Sami Önal tarafından 2003’te yayımlandı. O kitapta devletin paşası bile, Kürtlerin Ermeni köylülerin ekinine, malına, davarına el koyduklarını, tarlalarda kadınlarına tecavüz ettiklerini anlatıyor. Jandarmaya şikâyet edenler, bir de jandarmadan dayak yiyorlar. Devletin paşasının, devletin o jandarmalarını tayınlarını satan, bir eşkıya gibi davranan alçaklar olduğunu rapor etmesi ilginç değil mi? Resmi raporlara girenler bunlar, varın siz hesap edin bir de raporlara girmeyenleri!”
Fırat Aydınkaya ise, Hytert sitesinde “Kürt Toplumunda “İlk Gece Hakkı” Var Mıydı?” başlığıyla yayınlanan yazısında, “Gönül isterdi ki “ilk gece hakkına” gösterilen hassasiyetin hiç değilse çeyreğini soykırım ifşasında da görebilseydik” diyor ve veriler sunuyor.
“Kürdistan’da, özellikle de Kürtler ile Ermenilerin yaşadığı melez ortamlarda talan, zorbalık, kız kaçırma, tecavüz, düğünlere müdahale edilmesi gibi vakaların 1860-1900 yılları arasını kapsayan zaman dilimin içinde mebzul miktarda arttığı raporlarla ve tanıklıklarla sabit. Bir istatistik vermek gerekirse sözgelimi 1860-1870 yılları arasında Ermeni patrikliğin, Osmanlı hükümetine bu suçları konu edinen 529 takrir sunmuş olduğunu görmekteyiz. Bunların 65’i Diyarbekir bölgesi, 79’u Erzurum bölgesine aitti. (Sasuni-1992) Peki ama ne oldu da birden bu suç istatistikleri tavan yaptı?”
Aydınkaya, dönem ve mekan üzerinden sürdürdüğü yazısında “Bu dönem ve mekandaki Kürt ağalarla himayesine aldığı Ermenilerin ilişkisi nasıldı? Hangi hukuk cariydi?” diye soruyor ve ‘yarı köle yarı serf karışımı’ bir statüydü diye cevaplıyor.
“Hatırlayalım ki, Ortaçağ Avrupası’nda köle, bir efendinin eşyası sayılıyordu ve efendi onun vücudu, emeği ve malları üzerinde tasarruf hakkına sahip bulunuyordu. Bahse konu Ermenileri xulam olarak niteleyebilir miyiz? Değilse bu eşitsiz ilişkinin doğası ve sınırları nereye kadardı? Bir cümleyle özetlemek gerekirse bütün Kürdistan’daki Ermeniler değil ama bu bahisteki Ermenilerin konumu tam da şuydu. Avrupa’da efendiden belli bir toprak parçası alıp da kendi kendisine yeten ve efendinin müdahalesine kölelere nazaran daha seyrek maruz kalan ‘yarı köle yarı serf karışımı’ bir statüydü. 1877 yılında Siirt, Bitlis ve Muş’u gezen Rassam’ın büyükelçi Layard’a gönderdiği raporda benzer şeyler yazıyordu: “Yaptığım soruşturmalardan anladığıma göre Kürdistan dağlarında kölelik tamamıyla kaldırılmamış. Nüfuz edilemeyen dağlık bölgelerdeki Hristiyan köyleri içinde yaşayanlarla birlikte satılıp alınmakta.” (Yarman-2015)”
Aydınkaya aynı yazısında
“Eğer bahse konu yerdeki Ermeniler yarı xulamyarı serf statüsündeyse bu durumda Kürt ağaları onların bedenleri üzerinde tasarruf hakkına sahip miydi? İlk gece hakkı bağlamında bu sorunun cevabı kesinlikle negatifti. Kürt ağaları başka pek çok zulüm yaptı elbette. Haksız vergiler aldılar, yok yere sudan gerekçelerle Ermeni öldürdüler, talan yaptılar, zalimane usullerle kız kaçırdılar, ırza geçtiler, pogromlara katıldılar, Yani yüz kızartıcı suç sicilleri hayli kabarıktı. Ne var ki bu sicilde ilk gece hakkı diye bir yüz kızartıcı suç yoktu” derken, Taner Akçam’ın referans gösterdiği M.S. Lazarev, Charles Issawi, Stephan Astourian gibi araştırmacıların kaynaklarından aktarımlarda bulunuyor.
“- Sasun vilayetinde Ermeniler Kürt beylere khafir adında vergi veriyordu.
– Koruma karşılığında alınan khafir mahsul veya zanaat ürünleri cinsinden tahsil edilirdi.
– Köylüler xulam gereği feodaliteden aşina olduğumuz angaryayı (corvee) hatırlatan mecburi hizmeti yerine getirirdi.
– Düğünlerde beyler çeyizin yarısını hediye olarak alırdı. Bazı beyler ilk gece hakkına sahipti. (Jus Primae noctis)
– Kışlak zamanlarında Ermeniler beye kışlak hizmeti sunardı.
– Zer kurri olarak bilinen bazı Ermeni köylüler altın karşılığı alınıp satılıyordu. Hayvanlardan tek farkı işledikleri toprakla birlikte satılmalarıydı.”
Aydınkaya, “Düğünlerde beyler çeyizin yarısını hediye olarak alırdı. Bazı beyler ilk gece hakkına sahipti. (Jus Primae noctis)” aktarımını ise “…İlgili yazarlar ilk gece hakkı vakasından değil, başka bir şeyden söz ediyorlar. Ve bu bahsedilen uygulama ilk gece hakkını teyit etmiyor. Aşağıda genişçe anlatılacağı üzere söz konusu yazarlar vakayı vasıflandırırken mukayeseli yorum hatasına düşmüşlerdir. Ağaların düğünlere müdahale edip, düğün sahibinden vergi almasını Ortaçağ Avrupası’nda yaşandığı varsayılan ilk gece hakkına vurgu yaparak yorumlamış görünmektedirler. Zaten feodal dönemin angaryasına (corvee) yapılan atıf yazarların okuma tekniğini ortaya koymaktadır. Yazarlar düğüne yapılan müdahalenin çağrıştırdığı uygulamayı Avrupa tarihine mukayese yaparak anlamlandırmaya çalışmış görünmektedirler. Fakat aşağıdaki vakalara bakıldığında yapılan mukayesenin hem biçim hem muhteva bağlamında hatalı olduğu görülecektir” şeklinde yorumluyor.
https://hyetert.org/2021/05/02/firat-aydinkaya-kurt-toplumunda-ilk-gece-hakki-var-miydi/
“Soykırımı’nın en çok görmezden gelinen tarafı sıradan faillerdir”
Akçam’ın başlığa da taşınan “Gönüllü bir katılım olmasaydı, bu kadar insan öldürülemezdi” sözü de 132 imzacıyı rahatsız etmiyor.
Ermenilere yönelik olarak 1800’lerde haksız uygulamalar, katliamlarla başlayan 1915’de soykırıma varan süreçte bir devlet politikası ve bu politikaların uygulayıcıları, katliamlara yönelik fetva veren hocalar var. Yine o süreçte birden bire zenginleşen yerel insanların, nasıl zenginleştiklerine dair veriler de gün gün ortaya çıkıyor.
Üzerinde çok konuşulmayan konu ise, soykırım sürecine yerel halkın dahli konusu. Örneğin Amsterdam’daki NIOD Enstitüsü’nde Holokost ve Soykırım çalışmaları yapan Uğur Ümit Üngör, yerel halkın soykırım sürecine yağma ve çalma girişimleriyle katılımına dikkat çekiyor. Siyasihaber’de de yayınlanan sunumunda, “Soykırım’ın en çok görmezden gelinen tarafı sıradan faillerdir” diyor ve Diyarbakır’dan, Muş’tan örnekler veriyor.
https://siyasihaber6.org/profesor-ungor-ermeni-soykirimi-bir-yikim-politikasidir
Ümit Kurt ise, “Antep 1915 Soykırım ve Failler” kitabında Soykırım sürecini Antep özelinde ele alıyor.
Elbette ki Soykırım süreci sadece Kürt bölgeleri üzerinden yürüyen bir süreç olmadı, neredeyse bütün Türkiye coğrafyasını kapsayan bir güzergahta Der Zor çöllerine sürüldü Ermeniler.
Ankaralı, Kayserili, İzmitli, Sivaslı, Diyarbakırlı Ermenilerle yapılan sözlü tarih anlatılarının yanı sıra “MÜSLÜMANLAŞ(TIRIL)MIŞ ERMENİLER” başlıklı konferans tebliğleri Hrant Dink Vakfı tarafından kitaplaştırıldı.
Ermeni Soykırımı’na yönelik can yakıcı tabulardan biri de Müslümanlaştırılmış Ermeniler. Müslümanlaştırılmış Ermeniler, yaşanılan acılar, katliamlar bir daha yaşanmasın diye Ermeniliklerini unutma yolunu seçerken, onların Ermeni kimlikleri, “gavur” oldukları unutulmuyor. Müslüman mezarlığına gömülmüş Müslümanlaştırılmış Ermeni’nin mezarı tahrip edilebiliyor.
Atalarının toprağını ziyarete gelenlere kuşkuyla yaklaşılıyor.
Belki de “yüzleşme”ye buralardan başlamak gerekiyor.