1936 İspanya İç Savaşı’nda cumhuriyetçi savaşçıların birlikte söylediği bir şarkı var: Ay Carmela! O şarkının bir yerinde “Biz faşistlerle savaşıyoruz; biz Moorlarla savaşıyoruz” sözleri geçer. 1990 yılında o şarkıdan esinlenen bir film Londra’da gösterime girdiğinde, sol basın bu dizelerde ırkçılık olup olmadığını tartışmıştı. Çünkü Moorlar diye ifade edilen kişiler, faşist general Franco’nun Fas’tan getirdiği sömürge askerleriydi.
Tartışma süreci içinde anlaşıldı ki bu dizeler bir gerçekliğin ifadesiydi. Faslı birlikler, İspanyol ve Katalan halklarıyla birlikte onların da özgürlük ve bağımsızlığı için savaşan İspanyalı devrimcilere gözü dönmüş biçimde saldırmış ve büyük katliamlar gerçekleştirmişlerdi. Franco’nun İspanya halkının kasasından çaldığı paralarla yaptığı ödemeler, insanlığın ortak değerlerinden daha etkili olabiliyordu.
Enternasyonal Tugaylar olarak İspanya’da gönüllü savaşmış dönemin İngiliz komünistlerinin yaşayan mensuplarından ardı ardına bu doğrultuda tanıklıklar yağınca tartışma kapandı. Burada Faslı ya da Afrikalı insanların bir nefret objesi olarak seçilmesi söz konusu değildi; çünkü o askeri birliklerin resmi adı da Regimientos Marroquíes, yani Fas Alayları’ydı.
Bugünlerde devlet televizyonu ve iktidar kanalları “cepheden” bildiriyor. Hangi lisanı konuştuğu meçhul hatta herhangi bir lisan konuşup konuşmadığından asla emin olunamayacak bir çam yarması, anlaşıldığı kadarıyla şunu diyor: Minbiç’e girdik bizi çok güzel karşıladılar. Misafir ettiler. Çok memnun oldular. Sonra, sırtında asılı, onun bile boyundan büyük silahı işaret ederek, “bak ben bununla çok terörist öldürdüm” diye sırıtıyor. Çürük dişleri ortaya çıkıyor. Aklıselim hiç kimsenin böyle bir mahlûku misafir etmesi için hiçbir sebep bulunmadığı aşikâr. Tek neden, o sırtında asılı koca silahın yarattığı tehdit olabilir. Kamyonetlere ve Türk imalatı zırhlı araçlara sıkış tepiş doldurulduklarını izlediğimiz SMO unsurları içinde televizyona çıkabilir olarak seçilmiş en eli yüzü düzgün olanı bu belli ki.
Bu, Suriye Milli Ordusu’nun kimlerden oluştuğunu tam olarak bilmek imkânsız. Çünkü derin devlet ve istihbarat işi. Maaşlar örtülü ödenekten mi, Savunma Bakanlığı bütçesinden mi ödeniyor; bilinmez. Ama etrafta oldukça yüksek rakamlar konuşuluyor. O nedenle olsa gerek motivasyonları yüksek. Azimle savaşıyorlar “vatan için”. Vatanlarının neresi olduğuysa meçhul. Adlarına bakılırsa Milli Ordu ama hangi milletin ordusu? Bilenler, Orta Asya ve Kafkasya’nın çeşitli ülkelerinden toplanmış olduklarını söylüyor. Franco’nun Fas alayları misali.
Tarih hep tekerrür ediyor. İbni Haldun’un “geçmişler geleceğe suyun suya benzediğinden daha çok benzer” sözünü anlamak için Türkiyeli olmak gerekiyor. Heraklitos’a inat buralarda aynı suda değil iki, yirmi iki kere bile yeniden yıkanılıyor. Abdülhalik Renda diye bir Türk büyüğü var tarihte. Osmanlı’nın son Halep valisi. Cemal Paşa katliamının suç ortağı. 1915 Ermeni tehciri sırasında da Halep valisi koltuğunda oturan şahıs ve karanlık vukuatları var belli ki. Savaştan sonra Malta’ya sürgüne gönderiliyor. Ermeni soykırımına iştirak suçlamasıyla soruşturuluyor. Daha sonra geri dönüyor ve Ankara meclisinde görev alıyor. 1922’de İzmir’in ilk Kemalist valisi oluyor. Sonra çeşitli bakanlıklar yapıyor. Bu adam, Osmanlı ve Cumhuriyet devletlerinin her ikisinin de tipik has adamı. Amerikalı olsaymış “kurucu atalar” listesinde yer alacak, heykeli dikilecek şahsiyetler arasında olurmuş yani. Devletin o derecede has adamı.
Renda, daha Halep’te valiyken payitahta bir rapor gönderiyor. Diyor ki Kürtler diye bir millet var. Bunlar ileride başımıza büyük bela olabilir. Çünkü Kürtlük, Türklüğün genetik ötekisidir. Zamanı ve içinden yetiştiği toplum göz önüne alındığında oldukça entelektüel bir ifade. Ve bu “belanın” def edilmesi için bir reçete öneriyor. Diyor ki, devlet olarak yapmamız gereken şey bu Kürtleri asla Fırat’ın batısına geçirmemektir. Olanları, Fırat’ın doğusuna sürmek ve batısında hiçbir Kürt bırakmamaktır. Bununla da kalmıyor. Gücümüz yetiyorsa, Fırat’ın doğusunda yaşayanları da ortadan kaldırmamız iyi olur. Türk devletinin bu önde gelen kurucu babası, milletini bu temellerde kuruyor. Kürt nefreti temelinde kuruyor.
Tarih hep tekerrür ediyor. Idlib’de yıllardır beslenerek palazlanan SMO, 27 Kasım tarihinde muhalif cihatçılar Halep’e yönelirken farklı bir harekât talimatı alıyor. 2018’de Afrin işgalinden kaçıp Tel Rıfat’a sığınmış olan binlerce Kürt aileye saldırarak onları Fırat’ın doğusuna geçmeye zorluyor. Emirler adeta yüz yıl öncesinden, Abdülhalik Renda’dan geliyor. Yetmiyor. Yine aynı makamın emirleri doğrultusunda, SMO çeteleri bu kez Fırat’ın doğusuna saldırıyorlar. Yerli ve milli basın, “Kürtler köşeye sıkıştı: Ayn el Arab düştü düşecek!” çığlıkları atıyorlar.
Bahsedilen yer Kobanê. 1973’te Hafız Esad’ın “Arap kemeri” hamlesi kapsamında adı değiştirilmiş. Türkiye’den aşina olduğumuz işler. Sadece adı değil, etnik kompozisyonu da değiştirilmeye çalışılmış. Bir baraj inşası kapsamında köyleri boşaltılan binlerce Arap aile, Rojava bölgesine yerleştirilerek Kürt nüfus “inceltilmeye” çalışılmış. Şimdi, Hafız Esad’ın bıraktığı yerden yok etme hamlesi için hazırlıklar yapılıyor Kobanê etrafında. 2014’te bunu IŞİD yapmaya çalışmış ama sonuçta bozguna uğrayarak kaçmıştı. Bunlar olurken, Türk başkanı Erdoğan önce YPG’yi Fırat’ın batısına geçirmeyiz demişti. Sonra da, “Kobanê düştü düşecek!” diye ilanda bulunmuştu. Şimdi, on yıl sonra aynı bölgeyi SMO çeteleri kuşatmaya çalışıyor. Abdülhalik Renda’nın kabir azabı içinde kıvranan ruhu uçmuş gelmiş Kobanê önlerinde emirler yağdırıyor. Yüz küsur sene önce Halep’te verdiği soykırım ve katliam talimatlarını harfiyen tekrarlıyor. Tarih böyle tekerrür ediyor olmalı.
Tarih dersinde okulu ekip top oynamanın böyle vahim sonuçları olabiliyor ne yazık ki.