Hakan GÜNEŞ, BirGün Gazetesi için yazdı: “Bu ülkede kadınları öldüren yerli milli erkek “yurttaşları”, Ankara Garı Katliamını yapan yerli milli selefi cihatçıları, seçim güvenliğini her fırsatta delmeye hazır yerli milli siyasi partileri aklamak için Zafer Turizm’in ırkçı otobüsüne binmeye hazır olanların karaktersizliğini yüzlerine vura vura inşa edilecek göç ve göçmen siyaseti.”
Bugünlerde hangi konuda görüş beyan ederseniz edin sonunda size “peki göçmenleri gönderme konusunda ne diyorsunuz” diye soruyorlar. Bu konuda Türkiye halkı ender görülen bir milli mutabakata varmış, tüm partilerden yurttaşlar “gönderilsin” kararında birleşmiş görünüyor. AKP’lisi, MHP’lisi HDP’lisi CHP’lisi ve bilimum iktidar yahut muhalefet bloğu partisi seçmeni “gitsinler” diyor, başka da bir şey demiyor sanki. Zafer Partisi ve trol ordusu tam da bu partiler ötesi durumu ırkçı-popülist bir siyasi programa bağlamaya çalışarak kendine alan açmaya çalışıyor. Hava puslu. Sis dağıtılmadan ne bu kafa karışıklığı biter ne de bundan nemalan kesimler.
Tam da bu partiler üstü, partiler ötesi milli mutabakatın niteliğine, çeşitli katmanları olan bir meselenin nasıl toptancı bir şekilde ele alındığına odaklanıp konuyu sükûnetle bileşenlerine ayırarak inceleyelim. Zira “gitsinler-kalsınlar” denklemini en başta reddetmek gerekiyor. Konuyu böyle konuşan, soruyu böyle soran, yanıtı bu ikilik içinde yanıtlayanlardan şüphe etmek gerekir. MHP’li ve HDP’liyi, AKP’li ve CHP’liyi aynı kanaate getiren bu “gitsinler mi kalsınlar mı” tuzak sorusudur.
Önce konunun partiler üstü bir mesele ve tutumların da partiler ustu olduğunu görelim. İkinci olarak kaygıların haklı, anlaşılır olanları ile ırkçı, dışlayıcı olanlarını gruplayalım. Son olarak bazen göçmen bazen sığınmacı diye adlandırılan koca bir topluluğu ve bu toplulukla olan mevcut ve gelecekteki hukukumuzu yeniden konuşalım.
Göçmen tartışması 2021 yazında ABD’nin Afganistan’tan çekilmesi ile sınırlarımıza yığılan Afganistan kökenli sığınmacılar ile artık daha aşağıya inmeyecek bir ana gündem meselesi haline geldi. Afganistan kökenli göçmelere dair endişeler aslında Suriyelilere ilişkin endişelerin patlamasını sağlayan bir son damla işlevi gördü. Zira daha 2017 tarihli bir kamuoyu araştırmasında Suriye’de İŞİD’in esas itibarıyla bitirildiği ve Suriyelilerin göreli normalleşme şartlarında dahi ülkelerine dönmeyeceklerinin anlaşılması ile başladığını söyleyebiliriz.
Partiler ötesi bir söylem yaygınlığı
2017 yılında “İstanbul Bilgi Üniversitesi” tarafından yapılan Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları araştırmasında “Suriyeliler Ülkelerine Geri Gönderilmeli mi?” sorusuna “Evet” cevabını veren seçmenlerin oranı ülke genelinde %86 olarak tespit ediliyordu. Seçimde oy verdiği partiye bakılarak parti seçmenleri arasında “gitsinler” diyenlerin oranları şu şekilde idi: AKP: %83, CHP: %92, İYİ Parti: %94, MHP: %88, HDP: %75. Aralarında göreli farklılıklar olmakla beraber bu tablo daha 2017 yılında bile toplumun tüm kesimleri arasında ender görülen bir mutabakata işaret ediyordu. Aradan geçen 5 yılda bu sorunun daha sık, daha açık ve daha sert bir söylemle ifade edildiğine ise hiç şüphe yok.
Konda’nın 2019’da, 2016 yılındaki verilerle karşılaştırma yapılarak açıklanan anketi Türkiye vatandaşlarının Suriyelilerle olan ilişkisi yarı yarıya azaldığına işaret ediyordu. “Aynı şehirde yaşayabilirim” diyenlerin oranı yüzde 72’den yüzde 40’a inmiş. Aynı şehirde yaşama sorusuna verilen yanıtlar, benzer oranlarda mahalle ve aile düzeyinde daha da azalmıştı.
Yüksek rakamlardaki Suriyeli “geçici” sığınmacı sayısına yüzbinlerce Afganistanlının eklendiği 2021 yazında Metropol anketi sınırların tamamen göçmenlere kapatılması gerektiğimi savunanların % 67 gibi yüksek bir oranda olduğunu gösteriyordu. Bu Ankete göre, MHP’li seçmen (%40) örneğin HDP’li seçmene (%29) oranla daha fazla “açık kapıcı” bir yaklaşımı benimsiyordu. Görüldüğü üzere sadece anketlerden hareketle, örneğin HDP’li seçmenin MHP’li seçmenden daha fazla mülteci/göçmen dostu olduğunu çıkarmak için aşırı düz mantıkla bakmak gerekiyor. Sorular konular ve en önemlisi iktidarın kimde olduğuna bağlı olarak yaklaşımlar farklılık da taşıyabiliyor.
Yine de bir özet yapmak gerekirse;
AKP ve MHP tabanında göçmenlerin gönderilmesini isteyenler ortalamadan daha yüksek ama sosyal medyada ve kamuoyu önünde bunu ifade etmiyorlar.
CHP tabanında yaşam tarzına, sekülerizme ve ilerde seçim süreçlerine müdahale kaygısı hakim.
İYİ Parti tabanında CHP tabanına benzer kaygılar daha milliyetçi bir söylemle buluşuyor
HDP tabanında hem AKP’nin bölgede demografik mühendislik yapması kaygısı hem de seçimlere bu kesimler vasıtasıyla müdahale kaygısı ön planda.
TİP, Sol Parti, EMEP gibi sosyalist sol parti seçmeninin tutumu anketlerde görülmüyor ama CHP ve HDP seçmeninin kaygılarından tümüyle azade olduklarını düşünmek hiç de gerçekçi olmayacaktır.
Irkçılık, şovenizm ve sağ popülizm
Göçmenler “Gönderilsin” kampanyasını bir biçimde destek veren yurttaşlara kimi gönderelim sorusunu sorsak o koca güruhun paramparça olduğunu göreceğiz. Bu ülkenin önemli bir kısmı IŞİD’in köle pazarlarından kaçan kadınların geri gönderilmesine, İran’da Molla rejiminden, Afganistan’da Taliban rejiminden kaçan sığınmacıları gönderme fikrine en ufak bir sempati dahi duymaz. Öte yandan Urfa’da, Hatay’da demografik ve sosyal yapı değişsin diye buradaki göçmenleri “alkışlayacak” yeteri sayıda Türkçü-İslamcı ırkçı da bulabiliriniz. Kobani sürecinde cihatçı kesimlerin yanında saf tutarak İŞİD’i alkışlayan seküler milliyetçi kesimleri unutmayalım.
Sağ popülizm geniş kesimlerin farklı kaynakları olan kaygılarını sömürerek yol alıyor. Politik sözü olmayanlar ise söylem “mücadelesi” ile kimin ne oranda ırkçı olduğunu sosyal medyada fişlemekle meşgul. Unutulmamalı ki sağ popülizm her zaman “düzen karşıtı” , aşağıdan, “sosyal” söylemleri tersyüz ederek kullanmakla mahirdir. Sol toplumsal sorun başlıklarında alan bıraktığı, politikasız kaldığı ölçüde bu eğilimler daha fazla cesaret ve destek bulurlar. Bugün olan tam da budur. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de.
Söylem değil siyaset!
Sağ söylemin nefret ve milliyetçilikle buluşturduğu göçmen karşıtlığı karşısında söylemsel bir direniş olsa olsa sosyal medyada trend topik olma zaferi ile sonuçlanabilir. Başta yoksulluk ve yoksunluk içinde yaşayan, ekmeğinin küçülmesi ile göç oranındaki artış arasında doğrudan bir ilişki olduğu zannına itilen emekçi kesimler olmak üzere geniş toplumsal kesimlerin söylemlere değil somut politikalara ikna edilmesi gerekir. Memleketindeki tacizci ve yobazın tehdidini yetmezmiş gibi şimdi kitlesel bir biçimde özgürlüğüne ve bedenine yönelen bir tehdit kaygısı duyan kadınlara dil terbiyesi verilerek bu sorunun çözülmesi mümkün değil. Ankara’yı, Hükümeti, Saray Rejimini tüm bu gelişmelerin merkezine koyan ve somut açıklama, düzenleme ve değişim isteyen bir siyaset tek çıkış yolu. AB ile sığınmacı iade anlaşması iptal edilecek, sınırlar denetlenecek, kimin geldiği kimin gittiği bilinecek, kimin sığınmacı kimin ülkesinde cinayet zanlısı olarak aranan kaçak olduğundan emin olunulacak, sigortasız göçmen çalıştırma ve böylelikle emekçiler üzerinde ucuz işgücü basıncına karşı durulacak ve daha bir dizi başlıkta somut siyaset savunulacak.
Bu ülkede kadınları öldüren yerli milli erkek “yurttaşları”, Ankara Garı Katliamını yapan yerli milli selefi cihatçıları, seçim güvenliğini her fırsatta delmeye hazır yerli milli siyasi partileri aklamak için Zafer Turizm’in ırkçı otobüsüne binmeye hazır olanların karaktersizliğini yüzlerine vura vura inşa edilecek göç ve göçmen siyaseti.
Topyekun gönderelim yahut herkes gelsin denemeyecek kadar ciddi ve çok boyutlu bir meselenin ciddiyetinde olmak ilk adımımız olmalı. Konuyu, sırayla, ayrıştıra ayrıştıra çözmek mümkün. Geniş kesimlerle aramızdaki köprüyü atmaya çağrı yapanlarla, yani herkesi ırkçı ilan edenlerle aramıza mesafe koymak ilk işlerden birisi olacaktır.