Hayri Tunç/Radikal
“Dünyanın cesur ulusları yoktu / cesur insanları vardı” der şair.
1980 Askeri darbesi sonrası gelişen onlarca idamdan sadece biri!
Ermeni bir devrimci.
Bir çok kişinin adını dahi anmadığı bir halkın evladı. ASALA’nın sağ yakalanan tek savaşçısı!
12 Eylül döneminde, bütün ülke de devrimcilere, muhaliflere saldırılar hat safhaya ulaşırken 2 ASALA üyesi, Ankara da yaptıkları eylemle dikkatleri üstlerine çekti. ASALA o güne kadar başka ülkelerde Türk bürokratlarına ve büyükelçilik binalarına bir çok eylem yapmışsa da, Türkiye de ilk eylemleriydi. Türkçe açılımı Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu olan ASALA’nın hedefini ASALA liderlerinden Monte Melkonyan şöyle açıklıyordu:
“Farklı Ermeni akımları ve çevrelerinden gelen ve tüm topluluk-içi çatışmaları bir yana koyarak ASALA’da birleşen bizler, esas amacımıza… Batı Ermenistan’ı kurtarmak ve onu, bugünün özgür Sovyet Ermenistanı’yla birleştirerek bütünleşmiş ve devrimci bir Ermenistan’ın oluşturulmasına hizmet ediyoruz.” (Armenia, No. 131/13, 1986, s. 7, aktaran Michael M. Gunter, “Armenian Terrorism in the 20th Century”/ “20. Yüzyılda Ermeni Terörizmi”, Kış 2007) ABD Dışişleri Bakanlığı’nın aynı konuyu ele alan Patterns of Global Terrorism Report-1996 adlı yayınına göre ASALA’nın amacı, “Türk hükümetinin 1915’de 1.5 milyon Ermeninin ölümünden sorumlu olduğunu kamuoyu önünde kabul etmeye, tazminat ödemeye ve bir Ermeni yurdu için toprak vermeye zorlama”ktı. 1
Uzun bir süre Ermenistan da tutuklu kalan siyasi tutsak Sarkis Hatspanian ise, ASALA için ‘Son yıllarda aydın ve demokrat olmanın neredeyse ‘olmazsa olmaz’ kıstası haline gelen ve hemen herkesin ağzında pek gözde bir sakıza dönüştürülen Ermeni davası ve 1915-1923 soykırımı konusunu, unutulmaya yüz tutan tozlu raflardan zorla çekip-indirerek, yaşadığımız dünyanın çözülmemiş sorunlar gündemine yeniden taşıyan gücün, 1885’ten günümüze dek varlığını koruyarak sürdüren 4 Ermeni politik partilerinden sırasıyla Armenagan-Ramgavar (sağ liberal), Sosyal-Demokrat Hınçak (sosyalist), Devrimci Federasyonu Taşnak (sosyalist) ve Komünist Partileri değil, tüm dünyada yükselen ulusal kurtuluş savaşlarından esinlenerek, uzun yıllar boyu Filistin Kurtuluş Örgütü bünyesinde (askersel araç-gereç kullanımı, silah eğitimleri, şehir gerillası saldırı-savunma biçimleri ve eylemlerinde teknik, lojistik alanlarda uzmanlaşma vb. gibi) çok aktif rol oynamış bir grup marxist genç insan tarafından 1975te kurulan Ermeni örgütü ASALA olduğunu not etmek gerekmektedir.” 2diye yazıyordu.
Devletin resmi belgelerinde de, Levon Ekmekçiyan’ın ölüm kararı verilirken örgütün marksist-Leninist bir örgüt olduğu ve Türkiye’yi bölmeye yönelik bir programı olduğu belirtiliyordu.
“Lübnan’ın Beyrut kentinde kurulan ve Marksist-Leninist görüşü benimseyen Ermeni Gizli Ordusu ASALA tarafından, örgüte mensup Levon Ekmekjian ve arkadaşı Zohrap Serkisyan, Türkiye de eylem düzenlemek, vatandaşlar ve görevlilerden rehin almak suretiyle Türk hükümetiyle pazarlığa girişmek için görevlendirilmişlerdir”3
ASALA içerisinde sağ yakalanan tek kişi Levon Ekmekçiyan’dır. Eylemlerinde son ana kadar çatışmayı sürdüren, son kalan kurşunlarını da kendilerine sıktıkları söylenen Ermeni devrimciler içerisinde, özellikle de Türkiye de yakalanmasından dolayı büyük bir öneme sahip olan Levon Ekmekçiyan’ı devlet çok önemsiyordu. Ama devlet tarafından bu kadar önemsenen bir devrimci nedense Türkiye devrimci hareketi tarafından uzun bir süre bilinçli ve bilinçsiz olarak hiç görülmedi. Ermeni bir örgütün üyesi olması, Ermenistan’ın kurtuluşu için savaşması bunda büyük bir etken oldu. Tıpkı halen Kürt devrimcilerine yaptıkları gibi, görmezden geldiler.
Levon Ekmekçiyan ve yoldaşı Zohrap Sarkisyan, Ankara Esenboğa Havaalanında, dönemin başbakanını kaçırmak için eylem yapmak isterken fark edildiklerinde orada güvenlik güçleri ile çatışmaya girdiler. O süreci Sarkis Hatspanian’ın anlatımı ile okuyalım;
“Ankara’da gerçekleştirilmesi planlanan eylemin sadece tek bir hedefi vardı ve bu hedef cuntanın o dönemdebaşbakanı, emekli generallerden biri olan Bülent Ulusu’dan başkası değildi. “Eylem, Etimesgut askeri havaalanına inecek olan uçaktan şehre gidilecek yol güzergâhında mevzilenen 2 ayrı birim tarafından otomobil konvoyuna saldırı gerçekleştirmek üzere planlandığı halde, hiç hesapta olmayan bir nedenle son dakika da zorunlu bir değişikliğe uğramıştı. B. Ulusu’nun uçağının Etimesgut yerine Esenboğa’ya ineceğiyle ilgili bilgiyi geç edinenler, acilen oraya hareket etmiş, ama Esenboğa’ya vardıklarında, B. Ulusu’nun havaalanından uzaklaşmış olduğuyla ilgili bilgiden yoksun kalmışlar. İki gruptan biri havalimanının otoyol araçları çıkışında beklemekteyken, diğer birimdekiler hiç tanımadıkları havaalanında uçak pistine giden yönü aramaya çalışırlarken, onlardan birinin havaalanı güvenlik görevlilerince, omuzladığı içi silah dolu ağır çantasının şüphe uyandırması üzerine kontrole tabi tutulmak istendiğini gören diğer arkadaşının silahını çekip havaya ateşlemesiyle, yakınlarındaki yolcu salonuna doğru koşup kalabalığa karışmışlar. Bulundukları salonun iki girişine yakın durup olası saldırıya karşı mevzilenebilmek için de birbirlerinden ayrılmak zorunda kalmışlar.” Türkçe’yi iyi bir şekilde konuşabilen Zohrab’ın çatışma öncesinde havaalanındaki sivillere;
“Biz sizin ASALA olarak duyduğunuz Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu’nun neferleriyiz. Politik amaçlı askeri bir eylemde bulunmak için Ankara’da bulunuyoruz ve az sonra burayı kuşatma altına alarak, kan gölüne çevirmeye hazırlanan asker ve polis güçleriyle son kurşunumuza kadar çarpışarak şehit olmaya adayız. Ancak, hükümetleriniz tarafından size sunulduğu gibi gözü dönmüş caniler olmadığımızı bilmenizi istiyoruz. Biz, memleketi işgal altında bulunan bir halkın çocuklarıyız ve hedefimiz sadece Türk devletini temsil eden odaklara düzenlediğimiz saldırılarla, dünya ve insanlığın çığlığımızı duymasını istiyoruz. Batı Ermenistan’ı işgal eden Türk devleti düşmanımızdır, ama bu topraklarda yaşayan halklara karşı kesinlikle kin gütmüyoruz. Şu an, yanımızda burayı patlatıp, yok etmeye yetecek kadar cephane olduğu halde, masum halktan tek bir insana dahi zarar gelmesini istemediğimizin şahidi olacaksınız. Sizleri rehin alarak buradan özgürce uzaklaşmak için pazarlık malzemesi yapmayı bile düşünmediğimiz halde, canlarınızın vatandaşı olduğunuz devlet tarafından hiçbir kıymete değer bulunmadığını birazdan anlayacaksınız. O nedenle de burayı acilen terkedin ki kör kurşuna kurban giderek, devletinizin ASALA hakkında anlattığı yalanlara alet edilmeyesiniz. Biz askeriz ve sadece askere karşı dövüşmeyi biliriz”. Zohrab, dışarıdan açılan yaylım ateş yağmuruna cevap vermek niyetiyle bekleme salonunun oturaklarını siper edip mevzilendiği sıradaysa, Levon’un elindeki otomatik silahıyla havaya ateş ederek kendisine doğru koşarken vurulup yere düştüğünü görmüş. Paniğe kapılan insanların korku içinde düşe-kalka salonun sağ tarafındaki çıkış kapısına doğru kaçmaya çalıştığını gördüğünden, bir taraftan havaya ateş açarken, diğer taraftan da “bırakın insanlar dışarı çıksın, onların bizim aramızdaki hesapla ilgileri yok” diye bağırıyormuş. 4
Bu eylem, devletin yayın organlarında ‘terörist saldırı’ olarak görüldü. Devrimci basın ise o gün gördü mü, nasıl gördü bilmiyoruz ancak Levon Ekmekçiyan cezaevinde işkence altındayken devrimci örgütlerin tavırlarından dolayı bir çoğunun bu eylemi sahiplenmediğini anlayabiliyoruz. Yeniden Sarkis Hatspanian’ın anlattıklarına bakacak olursak, o gün yurtdışında bulunan Ermeni yayın organları dışında ne ülke içerisinde ne de ülke dışında hiçbir yayın organında Esenboğa eylemi ile alakalı bir bilgi bulunmamaktadır.
“Genelde ASALA’nın tüm eylemleriyle ilgili olduğu gibi, özellikle de 7 Ağustos 1982 günü Ankara Esenboğa havaalanı eylemiyle ilgili olarak, ne sözümona herkesçe bilinen sansürlü ‘T.C.’ ve ne de dışarılarda ‘sansürsüz’ yayınlanabilen sağ ya da ‘sol’ basın-yayın organlarından hiçbirinde ne acıdır ki gerçeği yansıtan tek bir satır bile yazılıp, yayınlanmamıştır. Ancak o yıllarda değişik ülkelerde, Ermenice, Arapça, Farsça, Türkçe, Yunanca, Fransızca, İngilizce, Almanca dillerinde yayınlanan birçok Ermeni gazete ve dergilerinde yayınlanmış birçok makalede Esenboğa eylemi olabildiğince ayrıntılı yayınlanmış olduğundan, var olan o kaynaklarda olayın anlatımıyla çok yıllar sonra gecikmeli bile olsa tanışmak pek doğru olur. Aşağıdaki anlatım belki de Türkçe diliyle bunun ilk denemesi olup, özetle o günün gerçek yanını gösterme amacına hizmet etmek için derlenmiştir.”5
Cezaevindeyken her taraftan yalnız bırakılan, ailesi ile görüştürülmeyen Levon Ekmekçiyan, devletin bütün işkencecilerinin elinden geçmiştir. Yaşadığı işkencelerden dolayı itiraflarda bulunmuş, bu itiraflar bir çok gazetede manşetten verilmiştir.
Görüştürülen gazetecilerin çanak sorularına, ezberletilmiş cevapları veren Levon Ekmekçiyan ile alakalı dönemin gazetecilerinden A.Haydar Nergis’in anlatımları ise dikkat çekiçi;
“Cünyet abi( Arcayürek), Güneş Gazetesi’nin Ankara Temsilcisiydi. Esenboğa Havalimanı’nı bombalamaktan idama mahkum edilen Ermeni kökenli Levon Ekmekçiyan’la gazetecilerin röportaj yapmalarına izin veriliyordu.
Gazetelerde, Levon Ekmekçiyan’ın kendini idamdan kurtulmak için Kenan Evren’e yalvarıp yakaran küçültücü ifadelerine yer veriliyordu.
Ben, röportajda, böyle ifadelere çanak tutan sorular sormadım. İki günlük röportajın ilk bölümü gazete çıktı, ikincisi yayımlanmadı. Ankara Sıkıyönetim Komutanı Recep Ergun, röportajı “fazla insani” bulmuştu. İkinci bölüm de yayınlanırsa beni gözaltına aldıracağını bildirmiş. Cüneyt abi, beni korumak için , haberim olmadan ikinci bölümü yayından çekmişti.“6
Başka bir yazar Samet Erdoğdu ise bu konu da daha ilginç bir noktaya değinmektedir;
“”Yani Ekmekçiyan ”küçültücü ifadelere” çanak tutan sorulara ”uygun” cevaplar verirken; bunlara çanak tutmayan sorulara normal cevaplar vermekte; küçültücü tutumlara kendiliğinden girmemektedir. Adeta ‘Pavlov’un köpeği’ gibi belli sinyaller karşısında belli davranışlarda bulunan, iradesini yitirmiş biri durumundadır. O türden sinyaller verilmediği takdirde, istenen davranışları göstermemektedir”7
Aslında bu çanak sorular, çanak sorulara verilen kalıp cevapların hepsi Levon Ekmekçiyan’ın sistematik bir işkenceden geçirildiğini, bu işkenceler sonucu bazı söylemlerin ezberletildiğini gösteriyor ki darbe döneminde cezaevlerinin birer işkence merkezine dönüştüğünü, burada bir çok devrimcinin işkencelerden dolayı itiraflarda bulunduğunu bilmeyenimiz yoktur. Darbe sürecinde Diyarbakır, Mamak, Ulucanlar cezaevlerinin birer işkence merkezi olmasını ise hiçbir şekilde red edemeyiz. Böyle bir işkence ortamında, hele ki sağ yakalanmış tek ASALA üyesinin işkencelerden nasibini almadığını düşünmek gerçekten utanç verici bir durum olurdu ki aslında böyle düşünenler de vardı. Sevda Kuran-Akdağ yazdığı bir yazı da Levon Ekmekçiyan ile alakalı şunları söylüyordu;
“Onu havalandırmaya tek başına çıkarırlardı. İşkence falan etmezlerdi. Hep koyu takım elbise ya da koyu pantolon üzerinde beyaz gömleği ile çıkardı. Belki de hep aynı pantolon, aynı ceket, aynı gömlekti giydikleri. Yakınlarının görüşüne geldiklerini, buna cesaret edebildiklerini sanmıyorum. Belki de o mahkemede nedamet getirip pişmanlığını ilan ettiğinde şefkatli cunta yönetimi ona bu takım elbiseyi hediye etmişti. Bilmiyorum. Adı Levon Ekmekçiyan’dı. 12 Eylül Cunta’sı için bir hain ermeni, bir idamlıkdı
Havalandırmaya yapayalnız çıkarılan Ekmekçiyan’ın saçları hep muntazam taralı, duruşu, yürüyüşü bir filim yıldızı gibiydi. Cok yakışıklıydı. Öyle aman aman volta atmazdı. Bir iki yürür sonra havalandırma kapısına yakın bir yerde, duvarın dibinde, yüzü hafiften duvara dönük sigarasını içerdi. Ona bakan gözler olduğunu bilirdi. Boynu hep bükükdü. Sanki günler, geceler boyu duyduğu işkence seslerinden utanır gibiydi. Bazen başını kaldırıp etrafa bakışlar attığinda ‘çok havalı‘ diyebilirdiniz. Değildi. Bu onun doğal haliydi. Dedim ya bir filim yıldızı gibi.Hatta biraz Tarık Akan, biraz Kadir İnanır, biraz Fikret Hakan’dı. Başını öne eğdi mi utangaç, çocuk, mahçup Ekmekçiyan olurdu. Sigarasından derin bir nefes çekip bu gökyüzü hariç hertarafının beton olduğu havalandırmada bir tek bulutlara ya da mavi gökyüzüne derin derin bakardı. Sanki onları, o sonsuzluğu içine çekerdi sigara dumanı ile birlikte. Sonra başını mahçup, hüzünle yere eğip üflerdi dumanı. Mahkemelerdeki nedametini, utancını, özürünü üfler gibi.”8
Bu yazılanlar ile alakalı ise S. Hatspanian kendi bildikleri üzerinden cevap vermiştir. Ekmekçiyan’a uygulanan işkenceler konusunda detaylı açıklamalarda bulunan yazar, Sevda Kuran-Akdağ’ın söylediklerine cevap veriyordu. Bu cevaplar içerisinde en dikkat çekeni ise, Sevda Kuran-Akdağ’ın bilmediğini söyleyip yine de cuntanın verdiğini tahmin ettiği takım elbise ile alakalıydı. Hatspanian elbise ile alakalı ortaya atılan iddiaya karşın;
“… hanımefendiyi eğer Levon Ekmekçiyan, yani ‘elbisenin içindeki’ insan yerine… Elbise meselesi ilgilendiriyor da kafasını kurcalıyorsa, o idamlık Ermeni’nin giydiği ‘takım elbisesinin’ dönemin İstanbul Ermeni Patriği sayın Şnorhk KALUSTYAN tarafından tedarik edildiğini, 29 yıl sonra bu yazıyla da olsa öğrenip, rahatlamasını diliyorum” 9 diye yazıyordu.
Bunların dışında asıl önemli olanlardan biri de Sarkis Hatspanian’ın Levon Ekmekçiyan’a uygulanan işkenceler ile ilgili yazdıklarıydı aslında. Devrimci örgütlerin önem vermediği, ihanetçilikle suçladığı, idama giderken görmezden geldiği, tepki göstermediği (10) Levon Ekmekçiyan için devlet fazlasıyla önem göstermiş, 5 aylık cezaevi sürecinin açıklamalara göre 3 ayını işkencelerde geçirmiştir. S.Hatspanian’ın bu konuyla ilgili anlattıklarına geçmeden önce bir ayrıntıya dikkat çekmek istiyorum. Türkiye devrimci hareketi tarafından ihanetlikle suçlanan, 12 Eylül askeri darbesi sürecinde yaşanan idamların anlatıldığı kitaba alınmayan (11), 78’liler federasyonu tarafından kurulan Utanç Müzesi’nde adı anılmayan Levon Ekmekçiyan’ın gerçekten birşeyleri itiraf ettiği muğlaklığını korumaktadır. Bilinen o dönem ASALA’nın ülke içerisindeki hiçbir bağlantısının veya hiçbir üyesinin Levon Ekmekçiyan’ın var olduğu söylenen itiraflarından dolayı yakalanmadığıdır. MİT bile ASALA eylemlerinden bahsederken hiçbir şekilde Levon Ekmekçiyan’ın “itiraflarından” bahsetmez.
Bu kısa notu da yazdıktan sonra Sarkis Hatspanian’ın işkenceler ile alakalı söylediklerini aktarabiliriz. Yazar, hem Sevda Kuran-Akdağ’ın “işkence görmemiş” iddialarına hem de diğer devrimci örgütlerin bu konuya bakışlarına bir cevap olarak yazdığı yazısında;
‘Sorgulanmasını faşist cuntanın başı Kenan Evren’in damadı MİT’in yüksek dereceli memuru Erkan Gürvitüslenmişti. Bu kişi, 12 Eylül günlerini anlatımlarında ‘Ayrıca ben Esenboğa’da yakalanan Levon Ekmekçiyan’ı,yaralı ele geçen ASALA militanını üç ay sorgulayan tek kişiyim’ demenin ötesinde başka tek laf etmemiş olduğuhalde,ABD’den getirildiği gizli tutulan 4 ayrı ‘sorgulama uzmanı’ tarafından 2 ay boyunca günde 24 saat özelhaplar ve damardan şırıngalanan değişik kimyasal ilaçların denenip-kullanıldığı insanlık dışı bir işkencelaboratuarının iğrenç tezgahından geçirilen Levon’un, sofistike elektronik aletler ve yalan makinesine bağlı haldebir kobay muamelesine maruz kalıp, ruhen fena halde hırpalandığı gerçeği çok gizli bir devlet sırrı olarak ‘ÖzelHarp Dairesi’ dosyalarında bile, en ‘TOP SECRET’ statüyle saklanmıştı.‘T.C’nin eline geçmiş ilk ve son ASALAesirinin ‘klasik olmayan’ yöntemlerle yapılan işkenceler sonucu ‘kendini idrak edebilmekten yoksunluk ve bilincinikontrol etmede yeterlilik hali’ konusunda ciddi kuşkuları olduğunu belirten Avrupalı birkaç tıp uzmanının, onuziyaret edip sağlık kontrolü yapmalarına izin verilmesi için defalarca başvurdukları Ankara’dan ret cevabıedinmeleri, pek doğal olarak var olan tüm şüphelerin doğrulanması anlamını taşıyordu. Buna, ‘T.C’ tarihinde ilk defa uygulanan kanunen yasak kimyasal yöntemlerin denendiği sorgulamalara maruz kalan ilk insanoğlunun Levon Ekmekçiyan olduğunu da ekleyecek olursak tüm soru işaretlerinin kalkmasını sağlamış oluruz sanırım.”12 diye yazarak işkence edilmedi iddialarına da cevap vermiştir.
Aslına bakılırsa, Levon Ekmekçiyan, bütün bu işkencelerin dışında manevi olarak büyük bir işkence sürecinden geçirilmiştir. Devlet tarafından tek kişilik hücreye hapsedilmiş, kimse ile konuşturulmamış, bütün gününü işkencecileri ile birlikte geçirmek zorunda bırakılmıştır. Bunun yanında bir de devrimci örgütlerin ondan uzak durması, onu dışlamaları bu manevi işkenceyi daha da katlanılmaz bir hale getirmiştir. Devlet, bilinçli bir şekilde devrimci ve ülkücü tutukluları aynı yerde tutarken Levon Ekmekçiyan’ı hepsinden ayrı bir hücreye koymuş, havalandırmaya bile tek başına çıkartmıştır. Bu kadar büyük bir işkence karşısında nasıl davranılması gerektiğini acaba onu ’çözüldü’ diye eleştirenler biliyor muydu?
Hele ki, bir çok devrimci önder, militan polis işkencelerinde çözüldüğü, itirafcılaştırıldığı bir süreçte, bu kadar yoğun bir işkence sürecinden geçmek, hiç kimsenin katılmasına izin verilmediği bir mahkeme de tek celse de ölümüne karar verilmek ve kimse ile vedalaşmadan sessizce ölüme gideceğini bilmek!
Kısa bir hatırlatma daha yapalım; Levon Ekmekçiyan, o dönemin davalarının tersine tek celselik bir mahkeme de, ailesinin, yabancı insan hakları aktivistlerinin, basının katılmadığı – katılmasına izin vermişmediği- bir duruşma da ölüme mahkum edilmiştir. Devletin dediği gibi itirafçı olsaydı bu kadar çabuk bir şekilde idamına karar verilip, bunun uygulanması çok saçma olmaz mıydı! Ancak dönemin devrimci hareketlerinin, işkence de çözülmüş olmasını direk hainlik ile yaftaladığı onlarca devrimciyi sonradan ‘iadeyi itibar’ adıyla affettiğini de unutmamak gerekir.
Sevda Kuran-Akdağ’ın yazısı aslında bir çok açıdan Türkiye devrimci hareketinin eksikliklerini, sığlıklarını görmemizi de sağlıyor. Yazar, yazısının bir yerinde Levon Ekmekçiyan’ı sahiplenmemelerinin nedenini “uzak, çok uzak bir halkın çocuğu”(13) olmasına bağlıyor. Aynı yazı da kendisinden bahsederken Berlin’de doğmuş bir Dersimli olduğunu belirten yazar, Ekmekçiyan ile alakalı hiçbir araştırma bile yapma gereği duymadan onu ötekileştirmiş oluyor ancak S. Hatspanian bu konuya da açıklık getirerek, Ekmekçiyan’ın çokta uzak olmadığını ortaya çıkartıyor.
“Levon Ekmekçiyan’ın, … diğer tüm davaların ‘göbekten bağlı olduğu’ERMENİ DAVASINI ‘T.C.’ başkenti Ankara’ya kadar omuzlayıp-getirmiş Ermeni halkının yiğit evladı, mangal gibi yürek sahibi Adanalı” 14
Levon Ekmekçiyan’ın itirafçı olarak yaftalanması ise en hafifiyle yüz kızartıcı bir durumdur. Darbenin bütün muhalif hareketleri susturduğu, her yerde güç gösterisi yaptığı bir dönemde, sırf devrimci hareketlere bir moral, tutsaklara bir umut olmak için yapılan Esenboğa eylemi sonrası sadece Levon Ekmekçiyan değil, ülke de ki Ermeni cemaati de büyük bir baskı altına alınmıştır. Cemaati korumak amacıyla ”TC’ye bağlılığını” kanıtlama gereği duyan Artin Penik 10 Ağustos 1982’de Taksim Meydanı’nda kendisini yakmış ve güya ”ASALA teröristlerine lanet” okumuştur. Artin Penik bu eylem sonrasında ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılmış ancak kurtarılamayarak 15 Ağustos günü yaşamını yitirmiştir. Bu olay üzerine basın, Ermeni cemaatinin de ASALA’yı lanetlediği üzerine yazılar yayınlamış, Artin Penik’in son mektubunu yayınlamıştır ancak bu kendini yakma eyleminin bireysel mi yoksa Ermeni Cemaati kararı ile mi olduğu halen muğlaklığını korumaktadır. Ki o dönemi yaşayan ve Levon Ekmekçiyan ile de konuşma fırsatı bulan ancak röportajı ‘çok insani’ olduğu gerekçesi ile sıkıyönetim tarafından yayınlanmayan gazeteci Ali Haydar Nergiz, bir yazısında dönemin ruhunu çok net anlatıyordu.
Yazı 12 Eylül döneminde Fatmagül Berktay’ın Kenan Evren’e tercümanlık yaptığını ileri süren birilerinin bu iftirasına bir cevap niteliğinde. Yazının bizi ilgilendiren pasajları ise şöyle:
“O yıllarda, Güneş Gazetesi’nin sıkıyönetim muhabiri olarak birçok kez röportaj yapmaya gittiğim Mamak Askeri Cezaevi’ndeki tutukluların durumunu çok iyi biliyorum.
…
Cünyet abi (Arcayürek), Güneş Gazetesi’nin Ankara temsilcisiydi. Esenboğa Havalimanı’nı bombalamaktan idama mahkum edilen Ermeni kökenli Levon Ekmekçiyan’la gazetecilerin röportaj yapmalarına izin veriliyordu. Gazetelerde, Levon Ekmekçiyan’ın kendini idamdan kurtarmak için Kenan Evren’e yalvarıp yakaran küçültücü ifadelerine yer veriliyordu. Ben, röportajda, böyle ifadelere çanak tutan sorular sormadım. İki günlük röportajın ilk bölümü gazetede çıktı, ikincisi yayımlanmadı. Ankara Sıkıyönetim Komutanı Recep Ergün, röportajı ‘fazla insani’ bulmuştu. İkinci bölüm de yayınlanırsa beni gözaltına aldıracağını bildirmiş. Cüneyt abi, beni korumak için, haberim olmadan ikinci bölümü yayından çekmişti.
Bunları, darbe ortamında cezaevindeki insanların hangi koşullarda olduklarını anlatmak için yazıyorum… Eğer, Fatmagül, o koşullarda Kenan Evren’e tercümanlık yapmışsa bile bunu yadırgamıyorum. Başka türlüsü mümkün olamazdı. Adama cop sokarlardı, cop! Sokuyorlardı da!”15
Böyle bir dönemde, sadece muhalifler değil herkesin üzerinde büyük bir baskı varken ve devrimci hareket içerisinde yüzlerce insan işkencelere dayanamayarak itirafnameleri imzalarken Levon Ekmekçiyana yapılanları görmezden gelmenin bir açıklaması olduğunu sanmıyorum.
Levon Ekmekçiyan, 12 Eylül Askeri Darbesi döneminde, tek bir yaprağın dahi kımıldamadığı bir süreçte Zohrap Sarkisyan adlı bir yoldaşı ile birlikte bu sessizliğe tepki olmak, umudun hiçbir şekilde bitmediğini göstermek için dönemin başbakanına bir suikast girişiminde bulundular. Eylem başarısızlıkla sonuçlandı. Zohrap çatışma da yaşamını yitirdi, Levon yakalandı. Basının ‘Esenboğa Katliamı’ olarak verdiği olayda 8 kişi yaşamını yitirdi, 70 kişi yaralandı. Yaşamını yitirenlerin kaçının güvenlik güçlerinden olduğu söylenmedi ancak yaşamını yitiren yurttaşların da Zohrap ve Levon’un kullandığı silahlarla öldürüldüğü de ispatlanamadı. Zaten Levon çatışmanın ilk dakikalarında yaralandığı için silahını kullandığı da bilinmiyor. Çatışmayı içlerinde TRT kameramasının da bulunduğu 7 kamera çekti ancak görüntüler hiçbir şekilde ortaya çıkmadı -ki devletin o görüntülerle oynayacağı da bilinmelidir- Zohrap Sarkisyan ve Levon Ekmekçiyan’ın üzerine yıkılmak istenen ölümlerin hiçbirinde bu iki Ermeni devrimcinin parmağı olduğu ispatlanamadı ancak nedense Türkiye devrimci hareketi bu ölümlerin bu iki devrimcinin üzerine yıkılmasına sessiz kaldı. Sağ yakalanan tek ASALA üyesi olan Levon Ekmekçiyan ise sayısız işkenceden geçirildi, devlet ve devrimciler tarafından tecrit edildi, yalnız bırakıldı. Halen de yalnız bırakılmakta. Bu durum, Türkiye devrimci hareketi için büyük bir utanç kaynağıdır! Öyle de olmaya devam edecektir.
Levon Ekmekçiyanın mezarı yıllar sonra ortaya ailesinin mezarı istemesi üzerine ortaya çıkmıştır. Sabah gazetesinde çıkan habere göre mezar Cebeci Asri Mezarlığında ancak mezarın yerini kayıtlarda yazılan bilgilere bakarak bulunabiliniyor çünkü o dönem bir tepki ile karşılaşılmaması için mezarın yerini belli edecek bir taş veya tahta konulamış. (16)
Türkiye devrimci hareketi tarihi, şanlı direnişlerin yanında bu şekilde var olan büyük utançlarla doludur. Umarım birgün yüzleşilir. Birgün Levon Ekmekçiyan bu ülkenin tarihindeki onurlu yerini tekrar alır.
Kısa bir not: Darbeci general Kenan Evren’in ünlü “Asmayalım da besleyelim mi” sözü de, Levon Ekmekçiyan idamı için söylenmiştir.