Hasan KUL yazdı – Cumhuriyet Başsavcısı’nın 609 sayfalık bu iddianameyi hazırlarken suçlamalarını hukuksal delillerle kanıtlaması gerekir. Suçlamalarla, partinin organ ve yöneticileri arasında “illiyet bağı” kurması gerekir. Partinin eş başkan ya da yöneticilerinin siyasal nitelikli konuşmalarını “yorumlayarak” kanıt haline getirirseniz, bu delil olmaz, kapatmaya hazırlanan kılıf olur.
Tanıtmama gerek var mı bilmiyorum? Hepiniz tanıyorsunuz onu. İnsan Hakları aktivisti olarak tanıtır kendisini. Mütevazı, övünmeyi sevmeyen, hiçbir ayrım yapmadan her türlü haksızlığa karşı duran, 24 Haziran 2018 seçimlerinde Kocaeli’nden 89.281 oy alarak seçilen HDP Milletvekili. Onu tanımayanlara yaşamından kısa bir kesit sunmak istiyorum.
2 Kasım 1965 Isparta Şarkikaraağaç doğumlu. Bursa İmam Hatip Okulu ve Anadolu Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu, Göğüs Hastalıkları uzmanı bir hekim. 2003 yılında Mazlum-Der Kocaeli Şube Başkanı olur ve düşünce özgürlüğü, kadın ve çocuk hakları, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanlarında, imza kampanyaları ve bilimsel raporlar hazırlayıp TBMM ilgili komisyonlarına sunar. “Başörtüsüne Özgürlük” temalı haftalık basın açıklamalarını başlatır ve bunu yıllarca sürdürür.
2013’te farklı sivil toplum örgütlerinin katılımıyla oluşan Kocaeli Barış Platformu’nun sözcülüğünü yapar. 6 Ocak 2017’de 679 sayılı KHK ile devlet memurluğundan çıkarılır. Bu süreçte de OHAL uygulamaları ve KHK’lı mağdurların hak savunuculuğunu üstlenir. Paylaştığı bir twitter mesajı nedeniyle milletvekili seçilmeden önce Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaya başlar, Anayasa 83/2 hükmüne rağmen yargılama devam eder ve 2,5 yıl cezaya çarptırılır. Temyiz incelemesinden geçen mahkeme kararı kesinleşir.
TBMM Başkanlığı’na gönderilen mahkeme kararı, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı “Bireysel Başvuru” sonucu beklenmeden TBMM’de okunacak olursa, Leyla Güven, Musa Farisoğulları ve Enis Berberoğlu gibi vekilliği düşecek ve cezasını çekmek üzere cezaevine girecek. Bir küçük hatırlatma: Enis Berberoğlu’nun Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuruda “Hak ihlâli vardır” kararı çıktı ve Berberoğlu yeniden TBMM’ye döndü.
Ömer Faruk Gergerlioğlu, TBMM’nin en çok çalışan, araştıran, her türlü haksızlığa karşı duran bir milletvekili. Meclis İnsan Hakları Komisyonu üyesi olarak, hasta tutuklu ve hükümlülerin durumları, gözaltında/cezaevlerinde çıplak arama ve siyah transporterlerle insanların kaçırılmasını sürekli olarak gündeme getirdi. Basın açıklamaları yaptı. Adalet tanrıçası Themis’in elindeki teraziye hukuk, adalet ve vicdanı koymaya çalıştı. İşi zordu onun çünkü tüm bunları yapması için “Kral Çıplak” demesi gerekiyordu, o da bunu yaptı.
Yukarıdaki satırlar yazıldıktan sonra, hakkındaki mahkeme kararı Meclis’te okunarak Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun vekilliği düşürüldü. Tarihe not düşmek adına yazalım: 17 Mart 2021. Rastlantının böylesi demeyin, bundan 27 yıl önce 17 Mart 1994’te DEP’li milletvekillerinin de dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Meclis’ten zorla, kafalarına basarak polis zoruyla çıkarılmışlar ve cezaevine götürülmüşlerdi. Özel yetkili mahkemelerde yapılan yargılama sonucu Orhan Doğan, Leyla Zana, Hatip Dicle ve Selim Sadak 10 yıl zindanda kalmışlardır.
Türkiye bu uygulama ve yargılamalar nedeniyle AİHM’de yargılanmış, ceza almış ancak 27 yıl sonra aynı hukuksuzluk Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesinde yeniden yaşanmak üzeredir. Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesinden üç saat sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, HDP’nin kapatılması amacıyla Anayasa Mahkemesi’nde dava açmıştır. Yaşananlar “Hukukun Üstünlüğü”nün geçerli olduğu herhangi bir ülkede olsa, bundan sonra gelecek sözler “gündeme bir bomba gibi düştü” olurdu. Öyle olmadı.
13 yıl önce AKP, “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu” gerekçesiyle kapatılmak istendiğinde Anayasa Mahkemesi’nin o dönemdeki yirmi üyesinden 10’u, “Evet AKP laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmuştur, kapatılsın” derken, öteki 10 üye “Öyle ama kapatmayalım, hazineden yardım alamasın” demiş ve başkan da bu on kişinin içinde olduğu için AKP kapatılmaktan kurtulmuştu. AKP ve o dönemdeki siyasal ortakları “korkulu düş görmektense, uyanık yatmak evlâdır” diyerek Anayasa’da bir dizi değişiklik yapmış ve parti kapatmayı yeniden düzenlemişti.
Yeni düzenleme Anayasa’nın 68. ve 69. Maddelerinde şöyle yer almıştır: Anayasa 68. Madde 4. Fıkra: “Siyasî partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.”
Anayasa Madde 69 : “Bir siyasî partinin tüzüğü ve programının 68 inci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı bulunması halinde temelli kapatma kararı verilir.”
“Bir siyasî partinin 68 inci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak, onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesi’nce tespit edilmesi halinde karar verilir. (Ek cümle: 3/10/2001-4709/25 md.) Bir siyasî parti, bu nitelikteki fiiller o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve bu durum o partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır.”
Ülkemizdeki hali hazırdaki “yargı pratiği” göz özüne alındığında bu yazının bir nafile yazı olduğu söylenebilir. Çünkü, sayın Cumhuriyet Başsavcısı’nın bu 609 sayfalık iddianameyi hazırlarken bir üst paragrafta altını özellikle çizdiğimiz tespitleri hukuksal delillerle kanıtlaması gerekir. Suçlamalarla, partinin organ ve yöneticileri arasında “İlliyet bağı” kurması gerekir. Partinin eş başkan ya da yöneticilerinin siyasal nitelikli konuşmalarını “yorumlayarak” kanıt haline getirirseniz, bu delil olmaz, kapatmaya hazırlanan kılıf olur.
İddianame ve iddianamenin dayanaklarını oluşturan belgeler/kanıtlar henüz açıklanmadığı için iki konunun altını çizip konuyu şimdilik kapatmak istiyorum. Basına yansıdığı kadarıyla HDP “Barış Süreci”nde İmralı’ya, Kandil’e gidip-gelmeler suçlanıyor. Aynı suçlama İçişleri Bakanı tarafından Meclis kürsüsünde dile getirilmiş ve İmralı ve Kandil’de çekilen fotoğraflar kanıt olarak gösterilmişti. Tam da kurtla kuzu masalı örneği. İmralı ve Kandil’e devletin bilgisi dahilinde gidilmiş, resimler bile görevlilerce çekilmiş. bunlar kanıt oluyor.
6551 sayılı bir yasa halen yürürlüktedir. Özetini yazayım anlamak isteyen anlar: Çözüm sürecinde kamu görevlisi olsun olmasın, görüşmeye katılan kişi ya da kurum temsilcileri, “Akil İnsan” sıfatıyla sürece katılanlar hakkında soruşturma açılamaz. Diyeceksiniz ki, “Anayasa da halen yürürlükte ama insanlar Anayasa’da yazılı hakları kullandıklarında haklarında soruşturma açılıyor, mahkum oluyorlar, Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmıyor, yasalar mı uygulanacak.” Ben hukuk bakış açısıyla konuşuyor, yazıyorum. Ötesini bilemem.
Bir de “Batasuna Kararı” var. Atıflar daha çok bu karara dayanıyor(muş). Öncelikle şunu yazalım: “İspanya yargı pratiği, mahkemeleri, Anayasa Mahkemesi, öteki üst yargı mercileri ve yönetimin yargıya bakışı yönünden, Türkiye’ye benzemeyen bir ülke.” Uzun yıllardır Avrupa’da kapatılan Batasuna Partisi de ETA yanlısı olmakla suçlanan ve kapatılan bir parti. Mahkeme partiyi kapatma kararı verirken çok önemli birçok belgeye yer veriyor ve tali bir belge olarak da “Batasuna’nın terörü kınamamış olması”na yer veriyor.
Hukuk literatüründe, sadece Türkiye’de Refah Partisi’nin kapatılmasıyla ilişkilendirilen ve Selahattin Demirtaş/Türkiye dosyasında Türkiye’nin Alman avukatının kanıt olarak gösterdiği bu karara AİHM Büyük Dairesi itibar etmemiş ve bu dosya ile ilişkisinin olmadığını kabul etmiştir. İbret verici olan durumu da yazalım ve konuyu kapatalım: Türk Yargısı, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala hakkında verilen kesin, bağlayıcı Büyük Daire kararlarını uygulamazken, konuyla hiç ilgisi olmayan “Batasuna” kararına dayanmaktadır.