Kobanê savaşı başladığından beri sınırda değişmeyen tek şey şiddetin kendisi oldu. Bunun üzerinde pek durmaya fırsatta olmadı. Daha çok işlenmesi gerek. Belgeseller, anlatılarla daha çok önümüze gelir diye de umuyorum. Devlet şiddetinden anladığım şey şu, bir önsezi olarak da kabul edin, şayet Kobanê savaşı istenen düzeyde bir zafere ulaşırsa ve Türkiye yine her zamanki gibi diplomatik hezimete uğrarsa bunun acısını/intikamını Kuzey’den alır. Tekrar operasyonlar başlar. Tutuklamalar vs gırla olabilir. Adı konmamış bir KCK dalgası da yaşanabilir ve tehdit ettikleri üzerine KCK davaları da yeniden işleme konulabilir. Müzakerenin iyi gitmesi durumunda bu tez rafa kalkabilir. Ki umarım da öyle olur.
Ben sınır ve şiddet meselesine geri döneyim…
Özellikle ilk iki üç hafta devlet tarafından yüksek dozajda ve üst üste düzenlenen vahşi saldırılar Suruç’un uçsuz bucaksız ovalarında faşizme doymuştu. IŞİD’ten alınan hançlerlerle şov yapan askerden, ‘hepinizi öldüreceğiz’ diyen anonslardan ve çalınan mehter marşları ile provokasyonun her türlüsü yapılıyordu.
Kürdistan ve Türkiye’nin pek çok yerinden gelen yüz binlerce insan sınır hattında nöbet tuttu. Bu süre zarfında asker ve özel hareket birimleri tarafından ‘güvenliğiniz için’ denilerek kalınan köylere her türlü şiddet uygulanıp maddi manevi zarar verildi. Köylülerde çokça zarar gördü. Köylülere ait saman yığınları atılan gazlar sonrası yandı. Evleri gazla doldurulup işgal edildi…
Etmanek ve Dewşan köylerinde 2 araç yakıldı. Özellikle Dewşan köyünde bekleyen halka saldıran kolluk güçleri içinde çoğunluğu yaşlı insanların bulunduğu bir otobüs yaktı. Aracın içindeki bir yaşlı görüştüm. Hepimi kustuk, cayır cayır yanacağız diye düşündük nasıl dışarı attık kendimizi bilmiyorum demişti.
Gözaltılar da çok oldu. 80 kişi gözaltına alındı. Tutuklamalar olmadı ama o gözaltına alınanlara her türlü hakaret yapıldı. Sınırdan geçen sivil 274 kişiye bodrum katlarda 4 gün boyunca kötü muameleler yapılıp daha sonra 14 Ekim 2014 günü, gece yarısı 02:30’da 64 kişi skandal bir şekilde savaşın ortasına geri gönderildi. Sınır dışı edilenler arasında olan 16 yaşındaki Halil Mustafa bir gün sonra IŞİD’in bombalı saldırısı sonucu bir bacağından olup sakat kaldı. Bu gelişmeler olurken Cumhurbaşkanı, Başbakan ve hükumet yetkilileri her fırsatta ‘Kobanêlilere sahip çıkıyoruz, kucak açıyoruz’ açıklamaları basında boy boy işlenmeye devam ediliyordu.
Hükümetin şaşmaz taktiğidir! Ilımlı bir şey söylüyorsa bilin ki iki sokak ötede cinayet işliyordur.
Dewşan, Zehwan, Boydê ve Etmanek köyleri başta olmak üzere IŞİD tarafından buralara defalarca havan topu atılmasına rağmen bu katliam girişimlerine hiçbir cevap verilmedi. Angajman kuralları hiçe sayıldı. Asker “Olur böyle şeyler, savaş halidir” demekle yetindi. Yine Tîlşeîr bölgesinde sınır hattında kalan Kobanêli sivillerin bulunduğu alana IŞİD çetecileri tarafından gerçekleştirilen havan saldırıları ölen sivil sayısı artıyor. Saldırılar sınır boyu ile sınırlı kalmadı. Suruç DBP ilçe binasına da sürekli saldırılarda bulunuldu. Keyfi olarak ilçe binasına gaz atılıp yüzlerce insan mağdur edildi. O zaman vekiller gidip “Niye atıyorsunuz binaya gaz. Kim ne yapmış?” diye sorduklarında tek bir cevap vermemişlerdi. Bir başka önemli nokta devam eden tedavi süreçlerinde hastaneye keyfi saldırı yapılıp zorla gözaltılar yapılması. Çalışan sağlık görevlilerine hastanede silah doğrultarak tehdit edilmeleri de cabası. Sınırda bekleyen yaralılara gönderilen ambulanslarda zorluklar çıkartıp kapıda 15 insanın kan kaybından yaşamını yitirmesine sebep oldu hükümet ve valilik. Özellikle 6-8 Ekim serhildanları sonrası herhangi bir yerde taş kıpırdasa devlet sınır kapısını kapatıp yaralıları almamakla tehdit ediyordu.
Sınırdaki şiddetin son kurbanı katledilen Kader Ortakaya oldu. Kader’in katledilmesinden bir hafta önce aynı mıntıkada ellerinde silahları ile Türkiye sınırını ihlal eden IŞİD çetelerini nasıl bir misafirperverlikle karşıladıklarını hepimiz gördük…
(Yeni Özgür Politika – 18 Kasım 2014 – Özgür Amed)