Hakan Deniz yazdı
Yunanistan’da sol örgütlerin çatı partisi SYRIZA’nın seçimde elde ettiği zafer, sermaye merkezli sisteme bir alternatife ilişkin umutları gerçeğe dönüştürdü. Şimdi bu alternatif üzerinde yükselen dalganın Avrupa’ya yayılarak Batı merkezli siyasetin bütününde etkin hale gelmesi, SYRIZA’nın yapacağı seçim ve uygulayacağı yol haritasına bağlı.
Yunan halkı yaptığı seçimle 300 sandalyeli parlamentonun yarısını SYRIZA’ya emanet etti. Ortaya çıkan sonuç, partinin, Yunanistan’ın küresel siyaset ve ekonomi içindeki pozisyonunu belirlemede dümene geçtiğini açık bir şekilde ortaya koydu. SYRIZA’yı iktidara taşıyan koşullar bugüne kadar çok yazılıp çizildi. Dolayısıyla seçim sonucunu Yunanistan açısından en kaba ifade ve tek cümleyle değerlendirmek mümkün: Küresel ekonominin patronları AB-IMF’nin mali yardımlar karşılığında Yunan halkına dayattığı ‘kölelik’ koşulları ve bu koşulların getirdiği maddi yıkıma karşı SYRIZA’nın aldığı pozisyon, güçlü bir sol geleneğe sahip Yunanistan’da karşılığını buldu. Kitleler sandıkta yaptıkları seçimle bu dayatmalara ‘dur’ dedi.
Ancak Yunanistan’ın seçimi, sadece Yunanistan bağlamında değerlendirilemeyecek, orta vadede Avrupa’yı, uzun vadede etkileri Ortadoğu’yu da içine alacak şekilde geniş bir coğrafyaya uzanan ağır bir sorumluluğu da SYRIZA’nın omuzlarına bindiriyor. Emekçilerin, ezilenlerin, mevcut ekonomik sistemin sınırlarına itilenlerin bir süredir yakından izlediği ve dikkat kesildiği SRIZA şimdi bu umudu devam ettirme ve geleceğe taşıma görevini de üstlenmiş oluyor.
Güç ve iktidara sahip olma ve onu kullanma, siyasetteki en çetin sınav zamanları olarak nitelendirilir. Bu zorluğun hem öznenin kendisine ilişkin zayıflıklarda hem de çevresel baskıların kuvvetinde ifadesini bulan kökenleri vardır. Ve hem gücünü hem de aşil topuğunu oluşturan farklı eğilimlerden bileşenleriyle SYRIZA şimdi, yıkıma uğramış bir ekonomi ve onun çevresinde dönen akbabaların karşısında tam da bu sınavı vermek zorunda.
SYRIZA seçim kampanyası boyunca, sermaye hareketlerinin dizginlerini elinde bulunduran Batı egemenliğinin söz sahipleri ve onların sandıkta destekledikleri Yunanistan’daki rakiplerinin ‘şeytanlaştırma’ çabalarına karşı taleplerinin belli sınırlar içinde kalacağını vurguladı. Partinin lideri Çipras’ın çizdiği sınırlar netti. Çipras ekonominin düze çıkması için kemer sıkma politikalarının yanlış bir yöntem olduğunu vurgularken şu talepleri gündeme getirdi: Yunanistan’ın kamu borçlarının bir kısmının silinmesi (ki bu noktada 1953’te Almanya’ya yönelik uygulama örnek gösteriliyor). Geri kalan kısmının yeniden yapılandırılması ve bu amaçla daha önce troyka ile yapılan anlaşmanın askıya alınarak yeni bir müzakere sürecine girilmesi. Ödemelerin ekonomideki büyümeye endekslenmesi. Kamu harcamalarının artırılması ve Avrupa Birliği’nin buna kaynak aktarması. Yunanistan devlet tahvillerinin satın alınması. Bunun karşılığında Economist, Financial Times gibi küresel sermayenin önemli yayın organlarına verdiği mülakatlarda bu taleplerin sınırlarını da şöyle çiziyordu: Avrupa’nın ekonomik ve siyasi sistemiyle sorununuz yok. Euro bölgesi gibi mevcut bölgesel ekonomik birliklerin, mali ve siyasi hiyerarşik sistemin dışına çıkmak niyetinde değiliz. Nitekim Çipras’ın seçim sonuçlarının belli olmasından sonrasındaki konuşması da, kampanyası süresince yaptığı bu iki vurguyu taşıyor: “Yunan halkı bize açık çek vermedi ancak hükümet olmamızı ve süreci başlatmamızı söyledi. Bugün yenen ve yenilen yok. Bugün kazanan varsa o da Yunanistan emek hareketidir. Yarından itibaren işe başlıyoruz. Beş yıl süren baskı sürecinin sonuna geldiğimizi ilan ediyoruz. AB ile ne çatışmaya gireceğiz ne de boyun eğeceğiz. Tüm şartları Avrupalı ortaklarımıza yeniden masaya oturup değerlendireceğiz. Yeni borç yaratmayacağız.”
Şüphesiz ki Çipras şimdi, zor durumda olanın Yunanistan ya da partisi değil, Avrupa Birliği olduğunun farkında ve bu avantajını kullanmak istiyor. Yunanistan’ın kendisini sistemden koparması Avrupa’da birlik siyaseti ve onun zeminini oluşturan ekonomi için sonun başlangıcı olabilir. Yunanistan krizini mevcut hükümet sayesinde şimdiye kadar böyle bir riski hesaba katmadan idare edebilen, koşullarını dayatan (uluslararası-yerel) sermaye tarafı artık farklı bir gerçeklikle karşı karşıya ve kozlar Çipras’ın elinde. Dolayısıyla yapılan açıklamalar ve mevcut durum SYRIA’nın ipleri koparmak yerine pazarlığı tercih edeceğini, buna karşılık AB’nin de tavize hazır olduğunu, tarafların bir uzlaşma zemini arayacaklarını gösteriyor. Tabii bu süreçte Çipras’ın, SYRIZA’yı oluşturan bileşenlerin eğilimlerini de ortaklaştırması gerekecek.
Önümüzdeki sürecin Yunan halkının geçmiş dönemden en çok etkilenen alt katmanlarına nefes aldıracağı kesin. Öte yandan seçimdeki sonuç Yunanistan’da Altın Şafak’la yükselen ırkçılığa karşı cephenin gücünü gösterirken bu bağlamda Avrupa’da yükselen faşizme karşı da umutları artırdı. Sacede bunlar bile başlı başına bir zafer kutlamasını hak ediyor. Ancak kazanımların daha ileri taşınması ve Avrupa’ya bir model oluşturması SYRIZA’nın bu konuda göstereceği iradeye bağlı. SYRIZA, sistemle bağlarını koparıp yüzünü sokağa döndüğü oranda yeni alternatifi yaşatıp başka coğrafyalara yayabilecek. Gözümüz kulağımız Yunanistan’da ve aynı yoldan yürüyen İspanya’da olacak.