Tülay HATİMOĞULLARI Artı Gerçek için yazdı: “Kaç ülkede bir Cumhurbaşkanı bir sanatçı için ‘Dilini koparırım’ demiştir, bilmiyorum. Sedef Kabaş’ın Erdoğan’la ilgili bir yorumu üzerinden tutuklanması kaç ülkede olur?”
Türkiye tarihi darbelerle dolu. Şüphesiz hiçbir zaman demokrasi cenneti olmadı Türkiye. Ama darbeler döneminde yasaklar, anti demokratik uygulamalar, insan hakları ihlalleri, gözaltılar, tutuklamalar, şantajlar, tehditler, işkenceler vs. katlanarak yaşandı.
OHAL her yerde
Kürtler için 40 yıldır OHAL var. Türkiye genelinde ise her darbe döneminde sıkıyönetim veya OHAL ilan edilir. 15 Temmuz askeri darbe girişimi bahanesiyle ülkenin tamamında bir kez daha OHAL ilan edildi. Bu OHAL’de de sözde hedef “devlet içindeki paralel yapı” olsa da, gerçek hedef, başta Kürtler ve sosyalistler olmak üzere tüm muhaliflerdi. O nedenle bu süreci “zamana yayılmış sivil darbe” olarak niteleyebiliriz. Kürtler buna alışkındı. Ama diğer halklar OHAL günlerini unutmuş, yeni kuşaklarsa ilk kez yaşıyordu.
Zamana yayılmış sivil darbenin yansımaları
Yıl 1980. Askeri cunta dönemi. Gazeteler… Makas makas… Siyasi partiler, dernekler, vakıflar, sendikalar, sanat evleri… Kapılarına kilit! Kamu emekçileri… Dilleri uzunlara dilinin uzunluğuna göre sürgün ya da ihraç! Erdal Eren, yaşı küçük, idam edilemez… Nedenmiş o? Asmayalım da besleyelim mi? Yaşını büyütün ve idam kararını uygulayın! Aylarca süren gözaltılar… Gözaltında yüzbinlerce insana yapılan korkunç ve sistematik işkenceler!
Yıl 2016… 15 Temmuz askeri darbe girişimi/senaryosu. Bu tarihi, 1980 darbesinin ruhuna rahmet okutan, zamana yayılmış sivil darbenin başlangıcı olarak görebiliriz. 2016 öncesi süreç yeni otoriter rejimin hazırlık evresiydi. Ülkedeki tüm yurttaşlara ait olan kamusal kaynaklarla ana akım medya ele geçirildi. Havuz medyası oluşturuldu. Ordu’nun siyasi gücü kırıldı. “FETÖ” adı altıda yürütülen operasyonlar sessiz sedasız hala devam ediyor. Devletin bütün organları “Tek adam rejimine” bağlı hale getirildi. Buna sağdan ya da soldan gelen itirazları bertaraf edebilmek için on binlerce kamu emekçisi/muvazzaf subay/astsubay ihraç edildi. Güya bu kitlesel ihraçlara itiraz mercii olan OHAL Komisyonu kamu emekçilerinin sorunlarını çözmek bir yana, yeniden cezalandırıyor.
Düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken konularda gözaltı ve tutuklamalar gerçekleşiyor. KHK’larla birçok kurum kapatıldı. Sözde parti kapatmaya karşı olan AKP, küçük ortağıyla yaptığı işbirliği ile HDP’nin kapatılması için düğmeye bastı. Bir siyasi partinin rutin faaliyetleri, yasama faaliyetleri suç olarak gösteriliyor. Kobani kumpas davasınınsa tek dayanağı bir Twitter mesajı. Bu davadan yargılananlar hakkında 37 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor. Tarihte görülmemiş bir zulüm cenderesi.
Rejimin kültürel iktidar kurma planı
Bunlar da yetmedi. Erdoğan’ın “siyasi iktidarımızı kurduk ama daha kültürel iktidarımızı kuramadık” tespiti otoriter rejimin inşasında eksik kalınan yönlere önemli bir vurguydu. İktidarın faşist rejimi tahkim etmek için hazırladığı yeni yol haritasının da göstergesiydi.
Adliye saraylarının mimarisi; Diyanet İşleri Başkanı’nın alışılagelen rolünün çok ötesinde bir misyon üstlenmesi (fetvalarını arttırmaları, yerli yersiz her konuda yorum yapmaları, kamusal faaliyetlerde daha da öne çıkmaları… Ki bu din istismarından başka bir şey değildir); İstanbul Sözleşmesinden davul-zurna çalarak çekilme, kadın cinayetlerinin artmasına göz yumma, kadını kamusal alandan çekip eve hapsetmeyi isteme; Üniversitelere kayyum atama, gençlerin beyin göçüne bilerek göz yumma, akademiyi çoraklaştırma; düşünen, düşündüğünü ifade eden insanlardan kurtularak biat eden topluluklar yaratmaya çalışma; HDP belediyelerine kayyum atayarak, Kürtlerin seçme ve seçilme hakkını elinden alma… Bu satırlar uzar gider…
Yeni rejimin yeni toplumsal kodları bu vb. uygulamalar üzerinden şekillendirilmeye çalışılıyor. Toplum bunu kabullenmiyor ve çoğu vakit sessiz bir direniş gösteriyor. Kürtler, kadınlar, Aleviler, emekçiler, gençler iktidara boyun eğmiyor. İktidar bu konuda zorlanıyor. Muhalefet partileri ise bu sessiz direnişi sesli ve örgütlü bir hale getiremiyor.
Sanatçının “Dilini koparmak” ne demek?
Kaç ülkede bir Cumhurbaşkanı bir sanatçı için “Dilini koparırım” demiştir, bilmiyorum. Suudi Arabistan Kralı bile açıktan bunu söylemez sanırım! Sedef Kabaş’ın Erdoğan’la ilgili bir yorumu üzerinden tutuklanması kaç ülkede olur? Açık diktatörlükle yönetilen ülkelerde. Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen hukukçular bile Sedef Kabaş’ın tutuklanmasının uluslararası arenada Türkiye’yi zora sokacağını düşünüyor. Bu muhtemel sonucu iktidar da biliyor. Ama yine yapıyor.
Solculara, sosyalistlere, Kürtlerin özgürlük mücadelesine saldırılar hiç hız kesmedi. Ama şu an çember çok genişledi. Yine en ağır sopaları yiyen bu kesim olsa da otoriter/totaliter rejimin sopası artık biat etmeyen herkesin üzerinde sallanıyor.
İktidar kendisini zora sokmayacak ehlileşmiş bir muhalefet yaratma peşinde olduğu kadar; padişahlık dönemindeki gibi sanatçıları etrafında toplayarak padişaha güzellemeler yapan şiirler, nağmeler yazdırmaya/söyletmeye zorluyor. Havuz medyası dışında kimse çıt çıkarmasın istiyor. O nedenle Sedef Kabaş gibi birçok basın emekçisi işinden edildi ya da cezaevine gönderildi.
Sezen Aksu milyonlar adına şu yanıtı verdi: “…Nereye baksam acı. Ben avım sen avcı. Vur bakalım… Sen beni sezemezsin. Dilimi ezemezsin. Nereye Baksam acı… Kim yolcu kim hancı. Dur bakalım… Beni öldüremezsin. Sesim, sazım, sözüm var benim. Ben derken ben herkesim…” Bu sözlerle ifade edilen duygu Sezen Aksu’nun dediği gibi herkesin duygusu.
Tarih boyunca egemenler düşünceye ve sanata düşmandı
Bilginin düşmanları 4. yüzyılda İskenderiye Kütüphanesini yaktı. Bilimi, bilim insanlarını ve bilimle uğraşan kadınları hedef aldılar. Haypetya’yı işkence ederek öldürdüler. Ortaçağ’da şifa dağıtan kadınları “cadı” diyerek Engizisyon Mahkemeleri’nde yargıladılar. Çok acı şekillerde katlettiler. IŞİD Suriye’de Tedmur’a (Palmira) ilk girdiğinde binlerce yıllık tarihi eserleri, yani Palmira’yı Palmira yapan bütün güzellikleri dinamitlediler. Diyarbakır’da Sur’ları yıktılar, yerine TOKİ inşa ettiler.
Afganistan’da Taliban yeniden iktidar olunca tiyatro salonlarını kapattı. Kadınları evlere hapsetmek istedi. Evin dışında çalışan kadının çalışma hakkını izne bağladı. Geçtiğimiz günlerde bir meydanda, bütün sanatçıları tehdit ederek müzisyenin müzik aletini yaktılar. Meydanlarda kadınları recm eden uygulamayla aynısı.
Savaşlarda işgalcilerin işgal edilen topraklarda yaptığı şey insan öldürmek olduğu kadar; o toprakların sanatını, sanatçısını, bilim insanını, coğrafyanın kadim özelliklerini/siluetini, tarihi hafızasını silmektir. Ve tarihi kendisiyle başlatmak.
İşte benzerini yaşıyoruz. AKP ve ortakları Türkiye’de Kemalizm’le hesaplaşırken, ülkede işçilerin, emekçilerin, kadınların kazanımlarını da yok etmek istiyor. Demokrasi, seküler yaşam konusunda az da olsa alınmış yolu tersine çevirmek istiyorlar. 2023’e böyle hazırlanıyorlar. O nedenle bu yaşananlar tesadüf değil, İktidarın bilerek ve isteyerek yaptığı zulümdür.
1980 askeri faşist darbesinden iki sene sonra kabareler (hiciv oyunları) sahnelenebilmişti (1982). Zeki Alasya Metin Akpınar’ın ülkede askeri cuntanın dayattığı yasakları eleştiren “Yasaklar Kabaresi” 1984’te sergilendi. Askeri cuntanın zulmünü fersah fersah aşan bu iktidar ise Sezen Aksu’yu dilini koparmakla tehdit ediyor, Sedef Kabaş’ı hapse atıyor.
İktidar kendi kurtuluş savaşını veriyor, ya muhalefet?
İktidarın en çok zorlandığı nokta, ülkeye yaşattığı zulmün diğer yüzü olan ekonomik kriz. Türkiye’nin yaşadığı çoklu krize karşı çoklu tepkiler var. Bu tepkilerin örgütlü bir çığlığa dönüşmesinden korkuyorlar. Bu nedenlerledir ki ağzını açan her muhalifin ağzını tokatlayıp, dilini koparmak istiyorlar.
İktidarın kazanması muhalefetin parçalanmasına bağlı. Muhalefeti bir yandan HDP üzerinden kriminalize etmeye çalışıyorlar, öte yandan toplumu bir bütün olarak sanatçılar, yazarlar, siyasetçiler, sosyal medyayı özgürce kullanmak isteyen bireyler üzerinden sessizleştirmek, sindirmek istiyorlar.
Rejimin yaşamın her alanını yurttaşlara dar etmeye çalıştığı bu dönemde muhalefetin tehlikenin farkına varması gerekiyor. İktidar muhalefete tuzaklar kuruyor. Muhalefetin yolu şu an mayınlı arazi gibi. Mayına basmamak için muhalefetin ezberlerini bozarak daha radikal ve özgüvenli davranması dışında bir seçeneği yok.
İktidar gemileri yakmış. “Ekonomide kurtuluş savaşı” tabirini kullanarak geniş halk kitlelerini arkasına dizmeye çalışıyor. Ama hala istediği desteği alamıyor. İktidarın kendini kurtarma savaşına karşı muhalefet gerçek bir kurtuluş savaşı verecek mi? Karşısına çıkan mayınlara basmadan “halkın kurtuluş savaşı” ruhuyla yürüyebilecek mi? Yoksa kurbanlık koyun gibi kaderine razı olup “Ne yapalım gücümüz sadece buna yetti” mi diyecek?