Ertuğrul Kürkçü Yeni Yaşam Gazetesi için yazdı: Erbil ve Bağdat, Şengal’in yönetimi üzerinde hak iddia ederlerken Êzidîlerin kendi yaşam alanlarında onlarınkinden apayrı inanç, kimlik ve kültürleriyle birlikte var olma hakkından bir tek cümleyle olsun söz etmeyerek dünya diplomasi tarihinde ilk kez asıl konuyu kayıt dışı bırakarak bir anlaşma imzalamayı başarmış olmakla övünebilirler.
1 Mayıs’tan bu yana Irak Silahlı Kuvvetleri ile Şengal Savunma Güçleri (YBŞ) arasında süregiden gerginlik ve zaman zaman patlak veren çatışmalar bir yandan ölümlere ve yaralanmalara yol açıyor, öte yandan Şengal’in Êzidî halkı artan güvensizlik ve belirsizlik nedeniyle evlerini terk ediyorlar. Ölüm ve göçler, bir kez daha Êzidîlerin kapısını çalıyor…
Yeniden baş gösteren gerginliklerin kaynağında Irak Ordusu’nun Şengal’de yönetime el koymak üzere giriştiği harekât var.
Bağdat’taki Irak Federal Hükümeti, harekâtın “yasallığı”nı 9 Ekim 2020’de Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle varılan anlaşmayla gerekçelendiriyor.
Anlaşmanın merkezinde, tarafların Ağustos 2014’te başlayan DAİŞ istilası ve soykırımına karşı 2017’ye kadar süren ve DAİŞ’in nihai yenilgisiyle sonuçlanan direnişi örgütleyen özyönetimin ve savunma güçlerinin tasfiyesine yönelik mutabakatı var.
Ağustos 2017’de Şengal’de özerk yönetim ilan edilmiş ve Peşmerge güçleri aynı yıl Ekim’de bölgeden çekilirken, bölge güvenliği Halk Savunma Güçleri’ne bırakılmıştı. Ancak, Ankara’nın baskıları ve hava harekatlarının zorlayıcılığı altında geçen üç yıl sonunda 9 Ekim 2020’de Bağdat ve Erbil arasında özerk yönetimin ve YBŞ’nin tasfiyesine yönelik bir anlaşma ilan edildi.
Buna göre, Federal Hükümet (Bağdat) ve Kürdistan Bölgesel Hükümeti (Erbil) arasında, Birleşmiş Milletler İstikrar ve Yeniden Yapılanma Misyonu gözetiminde imzalanan bir telgraf kısalığındaki anlaşmanın yapılacak işler listesi şunlardan ibaretti:
“Yeni bir belediye başkanı seçmek”, yani özerk yönetimi tasfiye etmek; “diğer idari işleri” Bağdat ile Erbil arasında halletmek; güvenlik ve asayiş işlerinden “Federal Polis, Ulusal Güvenlik ve İstihbarat teşkilatları” dışındaki kurumların el çekmesini sağlamak, yani YBŞ’yi tasfiye etmek; ve nihayet “Kürdistan İşçi Partisi (PKK) örgütünün Şengal ilçesi ve çevresinde varlığına son vermek, örgüt ve yan kuruluşlarının bölgede herhangi bir rol oynamasını engellemek.”
Bir an için anlaşmanın siyasal ve idari cephelerini bir yana bırakalım. Bölgede “PKK” adı altında gözle görülür bir faaliyet yürütülmediği halde tarafların “PKK’nin varlığına son vermek”te anlaşırken, gerçekte neye son vermekle ilgilendiklerini göz ardı edelim. Göreceğimiz şey, gerçekte Şengal’i konu alan herhangi bir sahici müzakerede Êzidîler’in işgal etmesi gereken yerde kocaman bir kara delik olduğudur.
Erbil ve Bağdat, Şengal’in yönetimi üzerinde hak iddia ederlerken Êzidîlerin kendi yaşam alanlarında onlarınkinden apayrı inanç, kimlik ve kültürleriyle birlikte var olma hakkından bir tek cümleyle olsun söz etmeyerek dünya diplomasi tarihinde ilk kez asıl konuyu kayıt dışı bırakarak bir anlaşma imzalamayı başarmış olmakla övünebilirler.
Şengal Özerk Yönetimi, Erbil ve Bağdat’ın aralarında imzaladıkları için kendilerine “yasallık” bahşettiği varsayımıyla kurum kurum kuruldukları anlaşmayı tanımadığını ilan ederken, aslında yalnızca özsaygısının gereğini yerine getiriyor.
Êzidîler, DAİŞ istilası ve soykırımına karşı kadîm yaşam alanlarında özyönetim hakkını eşi görülmedik bir kahramanlıkla savunarak kazandılar. Şiddeti dışlayan ahlakî akidelerini çiğnemeksizin kendilerini koruyabilecekleri bir savunma öğretisi geliştirmeyi başardılar. Esir pazarlarında satılmakla kurtuluşları için savaşmak arasında bir tercihe zorlanan kadınlar, öz savunma birliklerinin ön saflarında şahsiyet ve misyon sahibi oldular, hemcinslerinin çiğnenen onurunun da savunmasını üstlendiler.
Erbil ve Bağdat’ın DAİŞ karşısında terk ettikleri Şengal’de Êzidîlerin soykırımdan bir rönesansla çıkmış olmasını kutlamalarını beklemek elbette abes olurdu. Ama Bağdat’ın paşaları ve Erbil’in beyleri kendi aralarında öyle bir anlaşmaya vardıkları için Êzidîlerin de bunca mücadeleden sonra tarihsel ve politik olarak hiçlikten ibaret olduklarını kayıt altına alan bir anlaşmaya “yasallık” atfetmelerini beklemek herhalde aptallık derecesine varan bir “kibir” ile mümkün olabilirdi.
Bu koşullar altında Şengal Özerk Yönetimi’nin Irak ordusunun dayatmalarına “Êzidî toplumun iradesine, Özerk Yönetim’in varlığına ve özsavunma güçlerimize saygı” talebi dışında bir tutumla karşılık vermesi beklenemezdi.
Bu talep esasen Saddam rejiminin devrilmesinden bu yana Bağdat’ta oluşan siyasal teamüllerin de gerektirdiği bir çözümü ima ediyor. Çoğul ve çok kimlikli bir toplum halinde bir arada durmanın gereği olarak güç merkezlerinin inançlar, etnisiteler ve mezhepler arasında paylaştırıldığı Irak’ta Êzidîlerin kendi yaşam alanlarında kendilerini yönetmelerine tahammülsüzlük, son tahlilde DAİŞ’ten boşalan yerin, Arap ve Kürt egemenlerince doldurulması hırsının ifadesinden başka bir anlam taşımayacağı açık.
Irak’ta da özyönetimden başka bir barışçı seçenek, yok. Şengal’i Şengalliler yönetmedikçe, Irak’ın kimlerce yönetildiğinin Êzidîler için hiçbir anlamı olmayacak.