Sendikal alanda hukuk ve Toplu İş Sözleşmesi (TİS) uzmanı İsmet Aslan, Türkiye’deki sendikal örgütlülüğün geldiği nokta itibariyle iç ve dış faktörler olmak üzere iki nedenden ötürü gerilediğinin altını çizdi. AKP iktidarının yandaş sendika ve konfederasyonları güçlendirmek için muhalif kimlik taşıyan sendika ve konfederasyonlara yönelik yoğun baskıları kadar demokratik ve muhalif kimliği olan sendikal yapıların da kendi iç meselelerinden kaynaklı tablonun bu düzeye kadar düşmesine sebep olduğunu vurgulayan Aslan, bu gerilemeyi tersine çevirmek için yeni bir mücadele hattının oluşturulması gerektiğine dikkat çekti.
Sendikal mücadele ya da örgütlülüğün 1923-1960’a kadar olan dönemde gelişimini sağlayacak koşulların oluşmadığı Türkiye’de 1960 sonrası dönem ise sendikal mücadele açısından büyük bir gelişmenin yaşandığı dönem olarak kabul görüyor. 1960-1980 yılları arasında sınıf mücadelesinin önemli bir dinamizm kazanmasıyla önemli bir düzey kazanan sendikal mücadele, 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesiyle hayati derecede darbe aldı. Faşist darbenin ardından Türk-İş dışındaki tüm sendikalar kapatılırken, bu tarih aynı zamanda 12 Eylül Anayasası ve Sendikalar Kanunu ile sendikaların en temel faaliyetlerini de katı kurallarla denetim altına aldığı dönemin de başlangıcı oldu.
1989’da yeniden ivme kazanan ve örgütlenme alanında bir çıkış yakalayan sendikalar, bugün gelinen noktada özellikle AKP iktidarı dönemine tekabül eden son 12 yılda ciddi bir kan kaybı yaşadı. Aslında bu kan kaybını yaşayan sendikal hareketler daha çok demokratik ve muhalif kimlik taşıyanlar oldu. Memur-Sen gibi iktidar yanlısı sendikal yapıların ise nicel anlamda önü açılarak büyümesi sağlandı.
Yaşanan bu gelişmeler ölçeğinde Türkiye’deki sendikal mücadelenin geldiği aşama, örgütlülük anlamında yaşanan düşüşün nedenleri ve bundan sonra nasıl gelişip, büyüyeceği hususları, sendikal alanda hukuk ve TİS uzmanı İsmet Aslan’a sorduk.
– Sendikal küçülme ya da bu denli daralmanın nedenleriyle başlayacak olursak neler söylersiniz?
Neoliberal politikalar dediğimiz kapitalizmin kendini yeniden yapılandırdığı, yeniden güç tahkim ettiği süreç her ne kadar Türkiye’de 24 Ocak kararlarıyla başlasa da bunun kurumsallaşması, yaygınlaşması 90’larndan sonrası diyebiliriz. Bunun yarattığı krizler de oldu. AKP, Kemal Dervişler döneminde oluşturulan, gelişmekte olan ülkeler adı altında diğer ülkelerde de IMF’nin dayattıkları tüm boyutlarıyla AKP döneminde hayata geçti. Onların ustalığı bu anlamda bir ustalık oldu. AKP döneminde bunun en çok yansıdığı alan çalışma yaşamı oldu. Cumhuriyet tarihindeki tüm özelleştirmelerden fazla özelleştirme AKP döneminde oluştu.
Bu şu anlama da geliyor; insanların artık iş güvencesini kaybetmesi demek. Özelleştirilen yerlerde “fazla” adı altında birçok insan işsiz kaldı. Onun dışında çalışma yaşamında ciddi hak kayıpları yaşandı. Ekonomik başarıyla övünen AKP, alım gücü, reel kazanım anlamında emekçiler kaybetti. Kapitalist ülkelerde yaşanan istihdamın parçalanması dediğimiz olay, esnek çalışma, uzak çalışma türleri AKP ile birlikte çalışma yasasına girdi. İş yasasını buna göre değiştirdiler. AKP uzun yıllardır halen de öz itibariyle koruyor bunu. 12 Eylülle birlikte çalışma yasalarını, toplu sözleşme, örgütlenme yasalarını olduğu gibi korudu. İyileştirme adı altında çıkardıkları torba yasalarla hayata geçirdikleri düzenlemelerle var olan haklardan da geriye giden düzenlemeler getirdiler.
‘AKP, SENDİKALARI KENDİ YAN KOLU HALİNE GETİRDİ’
Bunların sonucu olarak AKP’nin, örgütlenmeye ve toplumsal muhalefete tahammülsüzlüğü sendikal alanda oldu. Örgütsüzlüğü alabildiğine teşvik etti. Özelleştirme ve sermayenin desteklenmesi sonucu sendikalı çalışanların işten atılmalarda hükümet tedbir almadığı gibi bunu onaylayan, meşrulaştıran tutumlar geliştirdi. Sendikalaşma ve örgütlülük geriledi. Sendikal anlamda değil, toplumun örgütlü kesimi güç yitimi yaşıyor. Devletleşen AKP dediğimiz, devletin tüm kurumlarında kadrolaşan, bir nevi şirkete dönüştüren AKP, yandaşlık olayını sendikalara da taşıdı. Kendisine bağlı, istediği zaman harekete geçen, istediği zaman diğer konfederasyonların üzerine saldırdığı bir yapılanma oluşturdu. Sarı sendikacılığı dahi aratan türden Türkiye’ye özgü sendikal yapılanmalar oluştu. Son olarak Soma örneğinde, kelimelerle tarif edemeyeceğimiz örneklere şahit olduk. Sendika başkanları oradaki katliamı hükümet gibi kader olarak onaylayan, hükümetin açıklamalarını destekleyen açıklamalar yaptılar. Bunlar AKP’nin sendikal alanları kendi yan kolu, şubesi haline getirmesinden kaynaklı oldu.
Sendikal küçülmeyi, daralmayı iki başlık altında toplamak mümkün. Birincisi bu istihdamın parçalanması, neoliberal politikalar, özelleştirme, taşeronlaştırma, güvencesiz ve esnek çalışma biçimleri gibi dış nedenleri sayabiliriz. İkinci neden ise sendikal yapı5lanmaların bu sürece hazırlanmamaları, örgütlenme içine girememeleri.
ÖRGÜTSÜZLÜĞÜN VE GÜVENCESİZLİĞİN ADI TAŞERONLAŞMA
– İkinci nedene gelmeden önce taşeronlaşma meselesi AKP iktidara geldiğinden beri kat be kat arttı. Bu aynı zamanda güvencesiz çalışmayı da getiriyor. Taşeronlaşmanın sendikalaşmaya, ya da sendikal, örgütlü mücadeleye olumsuz yansıması ne oldu?
Taşeronlaşma dediğimiz olay aslında sermayenin rekabet gücünü koruyalım ve yeni alanlar açalım adı altında tasarruf dedikleri olayı emekçilerin haklarından, maaşlarından kısarak geliştirdikleri bir çalışma biçimi. Asıl işi bir firma alıyor ve birkaç taşerona birden veriyor. Girilen ihaleden daha düşük mal edecekler ki kar elde etsinler. Bunun koşulu da daha az insanı daha çok çalıştırmak, sosyal haklarını vermemek ya da çok azını vermek. Uzun süre kamudaki taşeronlaşmalarda sendikal hak tanımladı. 4C’lilerin, 4B’lilerin sendika üyesi olması yasaklandı. 4688’e göre siz olamazsınız denildi. Daha sonra 4B’lilere sendikal hak verildi. 4C’liler fiilen sendikalı olmaya başlayınca önündeki engelleri kaldırmak zorunda kaldılar. Pratikte sendikal hak taşeronlaşmada işlemiyor. Sendikal örgütlenmeyi başlatanlar işten çıkarılıyor ve işsiz kalıyor. İşsizlik de hükümetin açıkladığı oranın bir kat daha fazlası. İş arama umudunu birçok insan kaybediyor. Taşeronlaşmada sendikalı olmak işsizlikle yüz yüze kalma anlamına de geliyor.
AKP döneminde taşeronlaşma çok çok fazla olmasına rağmen sendikal örgütlenme de çok altta ve tanınmıyor. Özellikle işçi alanında tanınmıyor. Örneğin DİSK’e bağlı Dev Sağlık-İş var. Üye sayıları 12 bin civarında. Ama çalışma bakanlığı taşeron örgütlediği için tanımıyor ve verileri almıyor. Bakanlık bu sendikanın üye sayısı 12 bin olarak görmüyor. Toplu sözleşme için yetkiyi de alamıyor. Taşeronlaşma sendikasızlaşma anlamına da geliyor. İşçiler haklı olarak mücadele ediyor ama işini kaybetmek ya da insanlar aynı zamanda borçlu, aile geçindirmek zorunda oldukları için sendikal örgütlenmeden de kaçıyorlar. Bu taşeronlaşma bilinçli geliştiriliyor.
– Bununla birlikte işsizlik de geniş bir kitleye tekabül ettiği için bu anlamda işçiler sosyal güvence ya da sendikal örgütlülük talep ettiğinde rahatlıkla işten çıkarma riskiyle yüz yüze. Taşeronlaşmayla aynı zamanda oluşturulan işsizler ordusuyla da bu anlamda mevcut çalışanın yedeği oluşturulmuş oluyor!
Taşeronlaşmanın öyle bir yanı da var. İşçiyle yapılan sözleşmeler kısa süreli. İş bitinceye kadar. Tek taraflı olarak iş akdinin feshedilmesinin olduğu bir çalışma biçimi. Güvenceli olsa sizi atamaz. Yasal güvenceniz var. Taşeronda böyle bir şey yok. Aynı zamanda büyük bir kayıt dışılık da var. Bir işveren 200 işçi çalıştırıyorsa ya 50 ya da 100’ünü çalışan olarak gösteriyor. Soma’da asıl olarak tünelde kaç kişi olduğu noktasında kayıt dışı çalışanlar da olduğu için net rakam veremediler. Söylenen rakamla tünelde olanlar arasında fark var. İçeride kayıt dışı, sigortasız çalıştırılan insanlar var. Türkiye’de yüzde 35 ile 40 oranında bir kayıt dışılık var. Bu insanlar hiçbir biçimde kayıtlı değil ama çalışıyorlar. Güvencesiz çalışma hükümet için hem sermayeyi beslemek hem de ciddi bir muhalefetle karşılaşılmaması demek. Çalışma alanında muhalefet sendika oluyor.
Hükümet ikinci baskı ise her şeye rağmen sendika üyesi olanlar var. Burada baskı sistemi devreye giriyor. Son dönemde gözaltı, tutuklama şeklinde oldu. Diğer biçimi sürgünler. İşe başlatmama, disiplin cezaları şeklinde ya da çok yoğun mobing gelişiyor. En ağır işleri yaptırmaktan diğer mobing türleri uygulanıyor sendikalı olanlara. Onun dışında yandaş sendikalara yönlendirmek için farklı yöntemler kullandırılıyor. Bir öğretmenin yükselebilmesi için yandaş sendika üyesi olması temel ölçüt alınıyor. Yazılı değil bu ama fiiliyatta böyle.
MUHALİF KİMLİĞE SAHİP SENDİKALAR BERTARAF EDİLMEYE ÇALIŞILIYOR
– 2009’dan bu yana ülke meselelerinde muhalif ve demokratik çözümden yana bir tavır sahibi olan KESK’e yönelik çok yoğun bir yönelim oldu. Bunlar nasıl etkiledi?
Devletin kuruluş aşamasından itibaren derin devlet ve özel harp yöntemlerinden bahsedilir. AKP’nin de böyle bir durumu söz konusu. KESK’e yönelik operasyon yaparken aynı zamanda algı yönetimi de yapıyor. Emekçiler arasında KESK tarifi, algısı oluşturuyor. Bir boyutu bu. Bir diğeri KESK’in asıl dinamiği Kürt emekçilerdir. Hem mücadeleyle bağlarının devam etmesi hem dinamizmi var kendi içinde. KESK içinde yurtseverleri hedef alması KESK’in tüm çalışmalarını, hareketlerini etkiliyor. Onun dışında Kürt özgürlük hareketine de bir anlamda halkla, emekçilerle bağını koparmak için siyasi soykırım operasyonlarıyla aynı anda başlatıldı.
Ayrıca çok özel, sadece KESK’liler dışındaki tutuklamalarda da vardı emekçiler. Yoğun bir yönelim oldu. KESK’in örgütlenmesini, eylemlerini direkt etkiliyor. Diğer yandan KESK’in diğer üyelerine de “Kürt emekçilerden uzak durun, içinizde barındırtmayın” mesajı veriyor. Yani burada hükümet Kürtlerle emekçilerin bir araya gelmesini, ortaklaşmasını, birlikte hareket etmesini engellemek gibi bir yanı var bu operasyonların. Direkt KESK’i hedef alan yöne daha öne çıktı. Bu operasyonlar durmuş olsa da sürgünler, memuriyetin bitmesi için yüksek disiplin kuruluna sevk etmeler, idari cezalar devam ediyor. Aksine bir karar alınmışçasına yoğunlaştı eğitim ve sağlık iş kollarında.
– Memur-Sen gerçekliği var. Hükümet yanlısı bir konfederasyon olduğu ve TİS görüşmelerinde öne çıkma durumu var. Hükümete yakın sendikalar palazlandırılırken, ülkedeki demokrasi mücadelesine de kayıtsız kalmayan KESK, DİSK gibi konfederasyonları bertaraf etme yönelimi var. Özellikle hükümet Memur-Sen’in nicel olarak büyümesinin de önünü açtı. Bu noktada gelecekte sendikal mücadele ya da örgütlenme hükümetin kontrolüne, insafına doğru mu gidiyor?
Memur-Sen’in büyümesi AKP’nin büyümesiyle paralel. Dolayısıyla AKP’nin gerilemesi Memur-Sen’in de gerilemesi anlamına gelecek. AKP, nasıl ki basında yandaş medya oluşturmuş ve bura üzerinden kendi toplumsal yaşama müdahalesine kadar yeni bir tarif yapıyorsa sendikal mücadeleyi de kendisince Memur-Sen üzerinden tarif ediyor ve yürütüyor. Bütün alanlarda nasıl kadrolaşma oluşturuyorsa sendikal alanda da memurlar için Memur-Sen, işçiler için de Hak-İş, Türk-İş üzerinden bunu yapıyor. Memur-Sen özelinde ise aslında kişisel olarak bence politikalarını, yaklaşımını, niteliğini daha ciddi teşhir etmeye ihtiyaç var. Konfederasyonlar ya da KESK haklı olarak şöyle bir kaygı güdüyor; bu işin arkasında hükümet ve sermaye var. Asıl kavgamız hükümetle. Çeşitli dönemlerde hükümet yanlısı konfederasyonlar olmuştur. Sarı sendikalar oluşturuyorlar zaten. Memur-Sen de böyle bir durumdur.
Memur-Sen giderek yeni başlayan memurlar içinde üyeler ediniyor. Memur alımlarında neredeyse hükümete karar inisiyatifi artıran sözlü sınavlar daha ön plana çıkmaya başladı. İnsanlar o elekten geçiyor. Dolayısıyla muhalif sendikalara üye olacak memur sayısı giderek azalıyor. Bu elemeden geçmesine rağmen muhalif olanlar üye olmaya çalıştığında baskıları görüyor ve kaygılar oluşuyor. Memur-Sen’e geçtiğinde imkanlar sunuluyor. Muhalif bir sendikadaysa tayin işini yapamıyor. O yüzden Memur-Sen politikalarının daha ciddi teşhir edilmesini gerektiğini düşünüyorum. Bu noktada muhalif bir duruş sahibi olan sendikalar, kendini yeniden yapılandırarak, yeni mücadele hattı oluşturarak, yeni bir örgütlenme stratejisi ortaya koyarak, var olan sorunları aşarak Memur-Sen ile ilgili mücadelede sonuç alınabilir. Yerinde sayan, var olan sorunlardan kurtulamayan sendikal yapılar karşısında Memur-Sen bu söylediğimiz avantajları koruyarak, en azından AKP iktidarda kaldıkça büyümeye devam edecektir.
SENDİKALARDAKİ İÇ SORUNLAR ÇÖZÜLMELİ
– Bu noktada sendikaların, konfederasyonların yapması gerekenleri biraz daha açacak olursak, nasıl bir politika, yol yöntem izlemesi gerekir?
Sendikaların tıkanmalarının en önemli nedenlerinden biri kendi bürokratik ya da hantal yanlarını aşamama noktasıdır. O noktayı bir kere gözden geçirmeleri gerekiyor. Karar aşamalarının daha fazla tabana inmesi gerekiyor. Karar aşamalarının içinde olan üyeler daha fazla sahiplenerek, işin içine girer. Bu noktada meclis tipi örgütlenme modeliyle bunun yaygınlaştırılması gerekiyor. Bunun yol yöntemi bulunur, tartışılır. Çeşitli deneyimleri var. KESK bunu geçen dönem başlattı. Kendisinin organlarından birini genel meclis yaptı ama bu işlemedi. Çünkü yaklaşım eski olunca hayata geçmedi.
İller bazında bütün emekçileri kapsayan, oradaki diğer muhalif güçleri de kapsayan örgütlenme modellerine ihtiyaç var. İş kolu bazındaki örgütlenme karşılamıyor. Taşeron işçisini, yarı zaman çalışanları, emeklileri, gençleri, kadınların temsiliyetini eş başkanlık gibi modellerle içine alan bir örgütlenme modeli olmalı. Bu hızla yapılmalı. Sendikal yapılarda bunu zamana yayan bir tartışma durumu var. Sadece siyasal anlayışların üst düzey insanlarıyla değil yapıyla birlikte bunu tartışmak gerek. Bu tartışma sürecinin çok da uzatılmaması gerekiyor. Bunlar son üç beş yılın yoğun tartışılan konuları. Sorunların tespiti noktasında mutabakat var. Ortaklaşmalar var ama devreye temsiliyet, yönetimlerde yer alma sıkıntısı giriyor. Böyle olunca da sorunlar bir şekilde kendini tekrar ediyor. Yapıda, sadece sendika üyesinde değil, ezilen ve sendikalardan beklentisi olan toplumun diğer kesimlerinde de bir güvensizlik, moralsizlik, umudu kesme gelişiyor.
Aslında Gezi ve sonrasındaki gelişmeler, Kürt özgürlük hareketinin seçimde kazandığı örgütlülük ve başarı düzeyi, giderek sendikalar bunu aşmazlarsa bu sürecin gerisinde kalacağına dair ortak tespitler de var. Böyle bir lüksü yok emek ve sendikal mücadelenin. Tüm istihdam biçimlerini ve işsizleri kapsayacak bir örgütlenme modeline ihtiyaç var. İşsizliğin bu kadar yoğun olduğu bir yerde örgütlemek de önemli. Bu noktada mevcut yasaya bağlı kalmadan yapılması gereken şeyler bunlar. Farklı grupsal hedefler, beklentiler sorunların tekrarını getiriyor. Kürt yurtseverler, KESK içerisindeki Kürt emekçiler, ciddi bir program ortaya koydular. Tartışma başlattılar. Eş başkanlık, gençliğin örgütlenmesi, demokratik taleplerle çalışma yaşamındaki taleplerin ortaklaştırılması, yine istihdam, parçalı istihdama denk gelecek model noktasında bir mücadele programı oluşturdu. Ama Kürtler kendi ihtiyaçları doğrultusunda sendikal mücadeleyi dizayn ediyorlar ya da yaklaşıyor gibi yanılgılı yaklaşım var. Eş başkanlık Kürtlerin ihtiyacıyla ilgili bir durum değil. Aksine toplumsal cinsiyet eşitsizliğinde, çalışma yaşamında kadın emeğinin sömürülmesi, kadının çalışma yaşpamında geri bıraktırılmasında sendika da kadını öne çıkaran, temsiliyet noktasında olması gereken öneridir. Kürtlerin ihtiyacı üzerinden başlayan değerlendirmeler, karşılığı ve doğruluğu olmayan bir yaklaşımdır. Kendi içinde yine bir iktidar, yönetimde olup olmama kaygısıyla söylenen değerlendirmelerdir.
– AKP iktidara geldiği dönemden bu yana sendikal örgütlülük ya da mücadele yüzde 20’lerden bugün yüzde 6’lara düştü. Rakamsal olarak bakıldığında ciddi bir düşüş ve karamsar bir tablo gibi görünüyor. Bu düşüşün nedenlerini açtınız, ancak bu verilere bakıldığında sendikal mücadeleyi nasıl bir gelecek bekliyor?
Bu düşüşün nedenlerini sıralamıştık. Ama bir nedeni de şu; sendikal mücadelenin büyümesi ya da küçülmesi genel toplumsal mücadeleyle alakalı. Toplumsal mücadelenin arttığı yıllarda sendikal mücadelenin büyüdüğünü görüyoruz. Toplumsal muhalefetle birleşen sendikalar büyüdüğü gibi tablo karamsar gibi görünse de kendi içinde patlamaya hazır. Bu gelişmelerden rahatsızlık duyan ciddi bir potansiyel var. Yeni bir başlangıç ve heyecan yaratacak mücadele hattının geliştirilmesi halinde bu tablo tersine çevrilebilir. Memur-Sen örneğinde kullandığımız bir tanım var; hormonlu büyüme diye. Bu tür büyümeler çok çabuk sönebilir. Örnekleri de var. Bir yandan hükümetle mücadeleyi artırmak, bir taraftan Memur-Sen’i teşhir etmek, bir yandan da yeniden yapılanmayı ve yeni bir mücadeleyi başlatmak gerekiyor.
Daha doğrusu bunu büyütmek gerekiyor. Yüzde 20’lerde olduğu dönemde de sağlıklı veriler değildi bunlar. Emekli olmuş, ölmüş, kayıtlardan düşmemiş gibi durumlarda vardı. O yüzden veriler güncellendi ve sendikalar üye kaybına uğradı. O veriler esas alınınca biraz da örgütlenmenin gerçek boyutu ortaya çıktı. 1980’de tüm sendikalar kapatıldı Türk-İş dışında. Sendikacılar tutuklandı. Ama sonrasında yine mücadele yükseldi. Karamsar olmaya gerek yok. Aksine toplumsal huzursuzluk, var olan durumdan memnun olmama giderek artıyor.
Çatışmasızlık ortamı çelişkilerin de daha iyi görülmesini sağladı. Milliyetçilik, şovenizm dalgası içinde bu çelişkiler ikinci planda kalabiliyordu. Çatışmasızlık çelişkileri keskinleştirdi. Değerlendirmelerin daha sağlıklı oluşunu getirdi. Bundan sonrası için umutsuz ya da beklenti içinde olmamak değil, aksine umutlu ve beklenti içinde olmak için pek çok neden var.
Röportaj İBRAHİM AÇIKYER/ANF