Mehmet Ali Karabekmez
Kapitalizm kârını korumak ve kâr oranlarındaki düşüş eğilimini azaltmak için işçi sınıfının yüzlerce yıllık mücadelesiyle kazandığı haklara ve örgütlülüğüne saldırıyor. Dünyanın her yerinde işçi ücretleri düşürülmeye, en azından sabitlenmeye çalışılıyor; çalışanlar üzerinde baskı kurmaya yarayan işsizler ordusu büyütülüyor; üretimin yoğunluğu metropol ülkelerden ucuz işgücünün olduğu çevre ülkelere kaydırılıyor; taşeronlaştırmalar, güvencesiz ve esnek çalıştırma biçimleri yasallaştırılıyor ve yaygınlaştırılıyor. Sendikal örgütlenmeyi ilgilendiren gelişmelerin en önemlilerinden biri ise Fordist üretim modelinin kapitalistler tarafından adım adım terk edilmesidir.
Bütün bu gelişmeler işçilerin uzun mücadeleler sonucunda elde etmiş olduğu haklara ve sendikal örgütlenmelere topyekûn bir saldırıya dönüşmüştür. İşçilerin önüne konulan yeni çalışma koşulları, kuralsız çalışmanın kural halini aldığı güvencesiz ve esnek çalışma biçimidir. Büyük üretim birimleri -nihai ürünün çeşitli parçaları daha küçük başka iş yerlerinde üretilerek- parçalanmış, böylece işçilerin ve büyük sendikaların da parçalanıp dağıtılması hedeflenmiş, yeni çalışma koşulları örgütsüz ve dağınık haldeki işçilere zorla dayatılmıştır. Bugün işçiler esnek çalışmanın kuralsızlığıyla ve güvencesiz olarak, bir gün çalışıp birgün işsiz olmayı kabule zorlanmaktadır.
Sendikal hareketin yönü: politikleşme
Burjuvazi, özellikle reel sosyalizmin çöküşünden bu yana, işçi sınıfına vermek zorunda kaldığı tüm hakları tek tek geri almaya koyuldu. Sosyal refah devleti uygulamalarını ve bunun ürünü olan işçi aristokrasisi ile sendikal bürokrasiyi büyük ölçüde tasfiye etti. Emekle sermaye arasındaki “tarihsel uzlaşma”yı tek yanlı olarak yürürlükten kaldırdı.
Bu yüzden, 21.yüzyıl; işçi sınıfının, dayatılan ve kabulü mümkün olmayan yeni çalışma ve yaşam koşullarına karşı çetin, inişli-çıkışlı ama bir o kadar da neticeyi tayin edici mücadelelerine sahne olacaktır. Çok yönlü olarak gelişip büyüyen, dünya coğrafyasının her yanında nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturmaya başlayan proletarya, derinleşen uygarlık kriziyle birlikte genişleyen ittifak olanaklarına kavuşuyor ve tarih tarafından bu krizi aşacak bir devrim mücadelesine davet ediliyor. Bu gelişmeler, işçi sınıfının sendikal ve sosyal mücadelelerinin daha hızlı biçimde politikleşmesinin imkânlarını da arttırıyor.
Önümüzdeki süreç, sınıfın sermayeye ve kapitalizme karşı mücadelesinin bütünselliğini dayatırken, yeni kuruluşa da proletaryanın topluma dal budak salmış yeni bileşimini kucaklama, çoğulcu işleyişi ve iç demokrasisi ile bu bileşimin bir politik ifadeye kavuşmasını sağlama, geleceği kurmada bir irade gibi davranma; ekonomik ve toplumsal olarak tek tek iş yerlerinden ve işçi havzalarından güç alırken aynı zamanda yaşam dünyası yoluyla da sınıfın bütününe derinlemesine gömülü olan politikleşmiş bir sınıf hareketi hüviyeti kazanma görevi yüklemektedir.
Yeni oluşum ve sendikal süreç
Sınıfla sosyalist hareketin birliğinden doğan politikleşmiş bir sınıf hareketi yaratılamazsa mücadeleyi bekleyen tehlike, yayılma eğilimi taşıyan kendiliğinden ama ardında kazanım bırakmayan direnişler ve çeşitli türden savrulmalardır. Barajlar ve tuzaklarla dolu iş kolu sendikacılığının dayatılmasına tepki olarak mevcudu topyekûn redde yönelmek yukarıda belirtmeye çalıştığımız tehlikeyi tetikleyip, daha da büyütebilir.
Doğaldır ki; ekonomik ve sosyal olarak hakları elinden alınmış, tüm kazanımları budanmış adeta karın tokluğuna ve güvencesiz çalışmaya zorlanırken sınıfın bu duruma tepkisiz kalması beklenemez. 2012 yılında pek çok iş yerinde gerçekleşen, 2013 yılında daha da yayılma ve sertleşme eğilimi taşıyan işçi eylemleri, direnişler ve çatışmalar, iş yerlerinden başlayıp iş kollarına yayılacaktır. Sınıf bilinçli önder işçilere ve klasik sendikacılıkla hesaplaşma içerisinde olan sendikacılara düşen görev; direnişlere karşı durarak işçilere yasal çerçeveyi hatırlatmak değil, tam tersine; direnişlere sahip çıkarak onlara önderlik etmektir. Sendikanın ve toplu sözleşmenin olmadığı heryerde direniş komiteleri işçileri temsilen patronlarla masaya oturabilirler ve elbetteki temel taleplerini protokollere bağlayabilirler. İşte çalışma koşullarının yeniden düzenlendiği ve yeni sendikal hakların kazanıldığı bu mücadeleler içerisinde sistemle uzlaşmayı temel alan sendikacılıkla özde ayrışan, sınıfın kazanımlarını ve siyasal iktidarın fethini hedef alan devrimci bir sendikal anlayış öne geçebilir, geçmelidir.
Son yasal düzenlemeler de göz önüne alındığında klasik sendikacılığın hemen hemen bittiği söylenebilir. Fiili ve meşru bir mücadele hattını güçlendirmeden sermaye saldırısını püskürtmenin ve sendikal hareketteki gerilemeyi durdurmanın imkânı yoktur. Böyle bir mücadele hattı sınıfın sendikal ve politik örgütleri tarafından tavizsiz savunulmalı ve giderek zenginleşen taktiklerle geliştirilmelidir. Klasik sendikacılığı gerçekten aşmanın yolu da buradan ve sosyalist hareketle bütünleşerek sağlanacak politikleşmeden geçiyor.