HALİT ELÇİ-Diğer Yazıları
Doğa yasasıdır: Hiçbir şey yoktan var olmaz, varken yol olmaz. Toplumsal hayatta da böyledir. Bugün yaşadığımız olayların mutlaka geçmişe, onyıllar, hatta yüzyıllar öncesine uzanan kökleri vardır. Günümüzdeki gelişmeler, hemen her zaman geçmişte ilmik ilmik örülmüş emeklerin, belki de bugün unutulmuş kahramanlıkların, yaratıcılıkların derin izlerini taşır.
Örneğin Samandağ’da Evvel Temmuz Arap-Alevi kimliğiyle ve tüm halkın katılımıyla 16 yıldır kültürel/siyasal şölen şeklinde kutlanabiliyorsa, örneğin HDP’nin oyları hızla yükseliyorsa, örneğin Samandağ’da bugün sosyalist hareket geniş bir meşruiyet alanı buluyor, toplumdan destek görüyorsa, bu başarı elbette Mehmet Latifeciler kuşağı ve sonraki kuşakların büyük emeklerle, can ve kan pahasına, ağır bedeller ödeyerek yürüttükleri mücadelenin ürünüdür.
Ama bu devrimci kuşakların da bir evveliyatı, dayandıkları bir toplumsal zemin yok mudur? Unutmayalım ki Samandağ 1970’li yıllarda da “solun kalesi” idi. Bunun maddi temelini ezilen, hor görülen ve Türk-Sünni kimliği içinde eritilmeye çalışılan Arap-Alevi kimliğinin direnişi oluştursa da, o günlerin sosyalistlerinin devrimci iradesini ve emeğini de göz ardı edemeyiz. Gerçi o kuşağın büyük bölümü 12 Eylül faşist darbesiyle birlikte kırıldı, düzen tarafından emildi ve başta CHP olmak üzere düzen partilerine kaydı.
Devrimci bir yaşam
Kuşkusuz, bu kırılmayı yaşamadan komünist kimliğiyle yaşamını sürdürenler de oldu. İşte Semih Özal (devrimci faaliyetteki ismiyle, Faik) o kuşağın parlayan yıldızıdır. 1970’li yılların ortalarında sosyalist hareketle tanışan Semih, 1977’de üniversiteyi kazanarak Ankara’ya giderken Sosyalist Gençlik Birliği (SGB) üyesiydi. Ankara’da boylu boyunca mücadeleye atılan, yetenekleri ve cesaretiyle öne çıkan Semih kısa sürede örgütünde öne çıktı.
12 Eylül döneminde bir süre gizli faaliyet gösteren Semih, 1981’de Suriye-Lübnan alanına geçti. Burada iyi Arapçası ve Liva İskenderun’lu olmasının da yardımıyla hızla sivrilen Semih (Faik), sadece kendi örgütü TKP(B)’nin değil neredeyse tüm devrimci örgütlerin Suriye devleti ve Muhaberat’la ilişkilerini kuran, sorunlarına aracılık eden ve çözüm bulan kişi oldu. Bu dönemde, Semih’in politik analiz ve diplomasi yetenekleri onun başta Filistinliler olmak üzere Ortadoğu devrimci örgütleri arasında da saygın bir yer edinmesini sağladı. 1990 sonlarında gizli siyasi faaliyet için Suriye’den Türkiye’ye geçti. Kısa süre sonra hapse düşen Semih, 1992’de tahliye oldu.
Serbest kaldıktan sonra da siyasi faaliyetine devam eden Semih Özal, aynı zamanda Arapça’dan Türkçe’ye çeviriler yaptı. Aldelrahman Munif’in İhtiyara Suikast adıyla Türkçe’de yayımlanan romanını bu dönemde çevirdi.
Semih zaman zaman gittiği Şam’da, 1995 yılının 25 Temmuz’unda, beklenmedik biçimde, beklenmedik eller tarafından işlenen alçakça bir cinayete kurban gitti.
Bu toprakların devrimcisi
“Semih Özal mücadelemizde yaşıyor” başlığını atarken, “Acaba fazla mı klişe oldu?” diye düşündüm. Ama sonra tam da gerçeğe uygun bir başlık olduğuna karar verdim.
Bugünün devrimci gençleri, Samandağlı sosyalist gençler bile, Semih Özal’ı yeterince tanımıyor. Samandağ’ın, Arap-Alevi halkının içinden çıkan bu büyük devrimcinin hiç olmazsa burada anmalarının yapılmaması, devrimci yaşamının genç kuşaklara aktarılmaması ciddi bir eksikliktir. “Dostları ve yoldaşları” imzasıyla ölüm yıldönümlerinde verilen gazete ilanları olumlu olsa da, söz konusu eksikliği gidermiyor.
Bugünün devrimci, sosyalist gençleri Semih Özal’ı yeterince tanımasa bile, Faik yoldaş gerçekten de genel olarak sosyalist harekette ve özel olarak Samandağ’daki mücadelede yaşıyor. Çünkü onun ektiği tohumlar bugün meyveye dönüşüyor. Çünkü onun yaşamı boyunca ödünsüzce savunduğu komünist idealler, hakların kardeşliği ve enternasyonalizm ruhu, günümüzde Samandağlı sosyalistlerin ve HDP’nin başarılarında cisimleşiyor. Çünkü bugün mücadelenin yükünü omuzlanan devrimci kadrolar, gençliklerinde “İşte devrimci bu” diye tanıdıkları Semih Özal’ı örnek alarak yetiştiler. Onun zarif ama kararlı tavrını, dayanışmacı tutumunu, yaşamı boyunca sürdürdüğü devrimci mücadelesini kendi yaşamlarına uyguladılar.
Semih Özal bu toprakların komünistiydi. Arap-Alevi kimliğini komünistleşmenin bir engeli değil, çıkış zemini olarak gördü. Ulusal/inançsal/kültürel dokusunun geri yanlarını törpüleyip eşitlikçi ve özgürlükçü, komünal gelenekli yanlarını güçlendirerek yerel ile evrenselin bağını kurmayı bildi.
Sevgili yoldaşım Faik’in o tatlı sohbetlerini, “Meryem ti” şarkısındaki hüznünü, zengin repertuarlı fıkralarındaki neşeyi, derin bilgi ve kıvrak zekasıyla yaptığı Ortadoğu ve dünya politik değerlendirmelerini özlüyorum. Ama biliyorum ki, yaşamım boyunca anısıyla bana yoldaşlık edecek.