SEÇTİKLERİMİZ- Murat Özveri’nin Evrensel’deki yazısı: “2005 yılında SEKA özelleştirme adı altında yok edildi. Türkiye artık kağıdın hammaddesi olan selüloz üretmiyor. Selüloz üretmiyorsanız kağıt ve kağıda bağlı her türlü üründe dışa bağımlısınız demektir. “
MURAT ÖZVERİ
Özal’dan başlayarak SEKA’yı öldürmek için birbiriyle yarışan hükümetler, başbakanlar, yargı kararını uygulamayanlar, yargı kararı uygulanmaz diye yasa çıkaran AK Parti hükümetleri, hepsi sütten çıkmış ak kaşık, SEKA işçisi mi günahkar oldu şimdi!
Bir fabrikadan 8 fabrika yaratan, bilgileri deneyimleri ile Türkiye’de özel sektörün var olmasını sağlayan, SEKA çırak okullarında aldıkları eğitimle fabrika söküp fabrika kuran SEKA işçisi bedavacı öyle mi? Hem de işçi sayısı azalmasına karşın işçi başına verimliliği sürekli artıran SEKA işçisi günahkar, öyle mi!
SEKA’nın nasıl yağmalandığını, SEKA mekanik atölyede işçiler boş dururken birileri para kazansın diye milyarlarca lirayı dışarıya ödeyerek mekanik atölyede giderilecek arızaların dışarıya yaptırıldığını, atık kağıtların kantara çıkartılmadan ıslatıldığını, SEKA’nın tomruklarının nasıl yağmalandığını vb. örnekler vererek anlatan, bu gerçekleri anlattığı için hakkında soruşturmalar açılan SEKA işçisi günahkar, SEKA’nın yağmalanmasına göz yuman, yol açan yöneticiler, SEKA’ya göz diken, SEKA’ya yatırım yaptığı için yöneticileri yargılayan siyasiler masum öyle mi!
Türkiye’de 1936 yılından 2005 yılına kadar SEKA vardı.
SEKA kağıdın hammaddesi olan selüloz dahil, gazete kağıdı dahil her türlü kağıdı üreten entegre bir kuruluştu.
Tam adıyla “Türkiye Selüloz ve Kâğıt Fabrikaları AŞ”. SEKA ilk üretime 1936 yılında İzmit işletmesinde başladı. İzmit işletmesinden sonra üretime başlayan Dalaman, Afyon, Balıkesir, Silifke (Akdeniz), Çaycuma, Taşköprü işletmeleriyle özelleştirildiği 2005 yılına kadar ülke kağıt gereksinimini karşıladı. Afyon işletmesinde kamışı, Dalaman işletmesinde pamuğun kozasını ekonomik değere dönüştürürdü.
SEKA sadece fabrika değildi.
SEKA aynı zamanda okulu, kreşi, sinema, tiyatro salonları, spor kulüpleri ile bir yaşam biçiminin taşıyıcısıydı. Örneğin Türkiye’nin ilk kadın kürek takımı SEKA’da kurulmuştu.
Özal zorla greve çıkardı
Özal 1988 yılında SEKA işçisini zorla greve çıkardı. Grevin sonunda verdiği ücreti grev başlarken vermiş olsaydı, SEKA pazar payını yüzde 40 kaybetmeyecek, kağıt ithalatının kapısı açılmayacaktı. Ne var ki Özal inatla işçileri 133 gün grevde tuttu. Bugün iflas aşamasında olan Toprak Holding’i 1998 yılında SEKA grevinde yaptığı stoklar var etti.
SEKA işçisi, Türkiye kağıt sektörünün üretimden uzaklaştırılarak bir ithalat cennetine dönüştürülmek istendiğini, ithalatın olumsuzluklarını, üretimin kaliteye yönlendirilmesi gerektiğini 1990 yılında sendika dergisinde yayımladığı “Uyarıyoruz” başlıklı raporunda adeta haykırmıştır:
“İthalat olayı doğal bir şekilde ele alındığı takdirde, ilk bakışta basit bir döviz hovardalığı şeklinde görülebilir. Ancak bizim burada belirtmek istediğimiz husus: Ülkemiz kağıt ve karton sektörünün yıllarca altından kalkamayacağı bir darbe yemiş bulunduğu ve salt bu nedenle ülkemiz ekonomisinin gelecekte baş edemeyeceği bir maceraya sürüklenmiş olduğudur.”*
Dinlemediler. Ücretleri eriyen, diğer KİT işçilerinin aldığı ücretlerin yarısına çalışmak zorunda kaldılar. SEKA’da 1977-1987 yıllarını kapsayan on yıl içerisinde işçi sayısı sürekli azaltıldı. İşçi sayısının azaltılmasına karşın üretimi sürekli artıran SEKA işçileri, 1977 yılında işçi başına 24 ton olan üretimi 1987 yılında işçi başına 34 tona çıkardılar. SEKA işçisini o zaman hiç kimse dinlemedi.
Kaliteli selüloz üretimi yapmak için ağaç yetiştirilerek denemeler yapılan SEKA fidanlığını, 1600 dönümlük denize sıfır araziyi Mesut Yılmaz-Bülent Ecevit hükümeti Koç-Ford Ortaklığı’na bedava verdi, dava açtık.
Danıştay yürütmeyi durdurma kararı verdi. İki gün sonra devrin başbakanı Mesut Yılmaz bizim için “Bunlar vatan haini” dedi; devrin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel “Gerekirse Çankaya’nın bahçesini veririm” dedi, SEKA fidanlığı da gitti. Hukuksuzluk baki kaldı.
Anımsayalım; SEKA Balıkesir özelleştirme kararı 13.5.2003’te kesinleşti. 10.6.2003’te imzalanan sözleşmeyle Albayrak Turizm Seyahat İnşaat Tic. AŞ’ye değerinin ellide biriyle verildi.
Bursa 2. İdare Mahkemesi 28.7.2003 tarihinde SEKA Balıkesir İşletmesinin özelleştirilmesine ilişkin yürütmeyi durdurma kararı verdi. Yargılama devam etti. Hikayesi uzun. Sonuçta Mahkeme özelleştirmenin iptaline karar verdi ve bu karar Danıştay denetiminden de geçerek kesinleşti.
Bursa 2. İdare Mahkemesinin ilk yürütmeyi durdurma kararı verdiği 28.7.2003’te SEKA Balıkesir’i geri almak zorunda olan Özelleştirme İdaresi, yaklaşık 11 yıl yargı kararlarını uygulamayarak suç işledi.
SEKA Balıkesir İşletmesini, Albayraklar 28.7.2003’ten beri hukuka aykırı olarak ellerinde tuttu. Torba yasaya konulan bir hükümle SEKA Balıkesir, Albayraklar’a bu sefer hükümet eliyle yasal yoldan verildi. Yargı kararı uygulanmaz diye yasa çıkarmanın ayıbını hiç kimse görmedi, görmek istemedi.
1994'te bunlar yaşandı
Geldik bugüne. Dolar yükseldi. Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Kenan Kocatürk’ün ifadesiyle “Tonu 750 avro olan kağıt şimdi 900 avroya çıktı”**. Yayın piyasası darmadağın oldu. Aydınlık Gazetesi geçen hafta bu nedenle üç gün yayınına ara vermek zorunda kaldı.
SEKA’nın özelleştirilmesinin yaratacağı sonuçları 1988 yılından beri SEKA işçisi, SEKA işçisinin sendikası Selüloz-İş Sendikası yüzlerce kez, onlarca değişik zeminde anlatmaya çalıştı.
Bugün yaşadıklarımız 1994 krizinde de yaşanmıştı. 1994 yılında dünya piyasalarında selüloz ve kağıt fiyatları 1000 doların üzerine çıktı. O zaman içeride kağıt hammaddesi ve her türlü kağıt üretimi yapan SEKA 600 dolar civarında bir fiyatla iç piyasaya kağıt vererek yaşanan krizden yayın sektörünün etkilenmesinin önüne geçti.
Dünya piyasalarının neredeyse yarı fiyatına satış yapmasına karşın 1994 krizinde SEKA kâr eden KİT’ler arasına girdi. Oysa daha dört yıl önce 1990’lardan itibaren SEKA için öldü bitti, teknolojisi eskidi, üretim yapamaz deniliyordu. SEKA İzmit işletmesi selüloz ve kağıt fiyatlarının dünya piyasasında yükselmesine karşı en kötü halinde dahi duvar olabildi. Uygun fiyatla ülkeye kağıt vermeyi başardı.
2005 yılında SEKA özelleştirme adı altında yok edildi. Türkiye artık kağıdın hammaddesi olan selüloz üretmiyor. Selüloz üretmiyorsanız kağıt ve kağıda bağlı her türlü üründe dışa bağımlısınız demektir. SEKA yok edilince Türkiye de kağıt üretiminde tümüyle dışa bağımlı hale geldi.
Türkiye’ye kağıt hammaddesi dahil ter türlü kağıdı üreten-üretebilen bir KİT olan SEKA bugün yok. Devlet eliyle dışa bağımlılığa karşı bir kale işlevi gören mülkiyeti kamuya ait bir fabrika olan SEKA’yı özelleştirerek yok ettiler. Haklı olarak basında, sosyal medyada SEKA’nın olmamasının yarattığı sorunlara dikkat çekiliyor. Biz, demiştik dememek için sustukça da meydan SEKA işçilerini karalamaya kalkanlara kaldı anlaşılan.
Artık insaf! İnsaf!
Onurlu insanın direniş kapısı
Ergün Demir 24 Ağustos 2018 tarihinde, Astakos haber sitesinde “SEKA’yı kapatıp müze yapmak marifet mi!” başlıklı bir yazı yayımladı. Yazıya yapılan yorumlar üzerine bu kez “SEKA işçisi hırsız mıydı!” başlıklı ikinci bir yazı kaleme aldı. Bu ikinci yazısında diyor ki;
“Hem haber hem de köşe yazıma birçok yorum geldi.Yorumların bazıları ise gerçekten içime oturdu. Olumsuz yorum yapan kişilerin çoğu gencecik insanlardı. Yarım yamalak Türkçeleriyle, çarşı pazar ağzıyla bir şeyler yazmışlardı. Ve hepsinin ortak noktası, SEKA fabrikasının bir arpalık olduğu, işçilerin sabah kart basıp sonra kahveye gittiği vs. şeklindeydi. Tüm işçiler bir tür hırsızlıkla suçlanıyordu.Gerçekten çok üzüldüm.”
Bu nasıl bir düşünce biçimidir, bu nasıl ölçüsüz bir kin, bu nasıl bilgi sahibi olmadan fikir beyan etmektir doğrusu anlamak olanaklı değil.
İşçi sayısı azalmasına karşın işçi başına verimliliği sürekli artıran, 1998’de yönetime rağmen üretim yapan SEKA işçisi suçlu, öyle mi!
SEKA işçisi 1988 yılında 133 günlük grevi ile çıktığı mücadele sahasında, özelleştirme ve ardından kapatılma sürecine kadar onuru ile, azmi ile, zekası ile, üzerine düşeni fazlasıyla yapmış, kapatma kararı sonrası SEKA’nın kapanmaması için gerçekleştirdiği 51 günlük direnişiyle de ülkenin bugün çok daha net anlaşılan gerçeklerine tercüman olmuştur. SEKA işçisi, sadece bu nedenlerle de olsa tarihe geçmeyi hak etmiştir.
Ben SEKA işçisiyle, fabrika kapılarında, miting alanlarında yan yana mücadele verdim. Onlardan çok şey öğrendim. Her zaman SEKA işçisinin fabrika kapılarının önüne “ONURLU İNSANIN DİRENİŞ KAPISI” yazmalarından gurur duydum. İyi günlerine kötü günlerine tanık oldum. Güçlerini güçsüzlüklerini gördüm. Onlar haklı seslerine kulak tıkanan, haklı davaları boğulan onurlu emekçilerdir.
* Selüloz-İş Dergisi, Eylül 1990, s.10
** BurcuKarakaş/ Deutsche WelleTürkçe
Not: Birkaç ay önce İletişim Yayınları 2003-2015 yılları arasında düzenli olarak Özgür Kocaeli Gazetesinde röportajları yayımlanan Tuncay Bilecen editörlüğünde “Gri Yeşil: İzmit” isimli bir kitap çıkardı. Bu kitapta Feyza Turgay “SEKA: Bir Fabrikadan Fazlası” başlıklı bir yazı, ben de “Sesine Kulak Tıkanan SEKA İşçisi” başlıklı bir yazı yazdım. Birazcık ön yargıdan uzak olan, hiç değilse bu iki yazıyı okuyup SEKA işçisini öyle değerlendirsin.