Sistem karmaşık koca bir cangıl olarak görünüyor ama iç içe girmiş, birbirini besleyen, çeviren, dişlilerden mütevellit. Bu yüzden mesela maden kazasında madenin olduğu yere gitmek inşaat kazasında inşaatın bulunduğu yerde olmak önemli ama her kazanın merkezi her yerde aslında. Acının etkisiyle sarsılıp orada bulunduktan sonra ardından bir başka acının geleceği anı bekleyerek duruyoruz. Katillerin Allahtan rahmet, yaralılara acil şifa ve yakınlarına metanet diledikleri klişe sözleri, boş bırakılan yere, ölen ve yaralanan sayıları yazarak yapılan açıklamaları geliyor hemen. Ardından bizim işçi güvenliği ve sendika hakkı talepleri, güç yettikçe egemenin Tomalarına birkaç taş ve şenlikli Molotof fırlatma ritüelleri ile tamamlanıyor ilk etap. Sonrası mı? Komisyonlar, duruşma salonları, birkaç kez ilk sayfada, daha sonraları arka sayfalarda haber olup, fani dünyaya karışıp gidiyor her şey.
Burada özellikle son zamanlarda sık kullanılan -kazalar da daha sık olduğundan olacak- hayatını kaybeden işçiler için kullanılan ‘şehit’ mertebesi üzerine yazmak istiyorum. ‘Şehit’ olmak, tam anlamıyla AKP-Teoliberal politikasının bir özeti. Kamusal alanların talanı, başta mutlaka kendileri olmak üzere derecelendirmiş bir rantın elde edilmesi ve çok geniş bir kesim için de bundan belki bir küçük de olsa pay kapabilme umudu diye tanımlayabileceğimiz bu Erdoğan politikası tam olarak bu tek kelimeyle isimlendirilebilir. Özellikle çok geniş kesim için, bu pay genellikle ya boşuna beklemek ya da şehitlik mertebesine olunca daha da yerine oturan bir kelime. (Burada tabii ki yaşamını yitirenlerin bu politikayı desteklediği manasına gelmiyor dediklerim ama nihayetinde ulaşılan yer aynı.) AKP kendi içinde, -nasıl yapabiliyorlarsa- kendilerinin bahşettikleri bu mertebe konusunda tutarlı. Siz bütün ülkeyi inşaat alanına çeviriyorsanız, her konuştuğunuzda ağzınızdan inşaat iskeleleri uçuşuyorsa ve teoliberal hükümetin temel dinamiği buysa, buna ilişkin hiçbir masrafa girmeksizin bolca dağıtabileceğiniz şehitlik mertebesi varsaÖ dağıtırsınız gider. Zaten son iş kazalarında yaşamını kaybedenlerin sayısına bakarsanız, -ortalama her hafta 20 kişi kadar- sürdürülenin bir savaştan başka bir şey olmadığını görürüz. Hatta savaşların da esas olarak sermayenin çıkarları için çıktığını aklıma getirirsek, iki noktayı birleştirerek şehitlik mertebesini kolayca buluruz. Noktaları birleştirerek resim yapmak gibi…
Kızılderililerin savaş dansları gibi, hiçbir şey yapamadığımızda acıya karşı tek yapabileceğimiz şey kara mizah oluyor. Öte yandan işçiler ölmeye devam ediyor. Burada yine bize dönük sorulara başlamalıyız. İşçi güvenliği alınsa bu kazalar olmayacak mıdır? Gerçek sendikalaşma hakkı olsa kazalar önlenebilir mi? Soma madeni ile Mecidiyeköy inşaatlarının arasında ki bağ, sadece seri katillerin aynı olması mı? Sadece kapitalizmin eleştirisi yeterli mi ve endüstriyalizmin iliklerimize işlemiş hissiyatı, büyük, fazla, çok ve daha çoku yıkmak gerekmiyor mu?… Haftaya kalsın bu o zaman…
Özgür Gündem