TUNCAY YILMAZ yazdı: “Şimdi biraz sendelemiş olsa da toplumun en az yüzde 45’i faşizme hayır deme potansiyeli taşıyor bağrında. Sorun bunu harekete geçirip geçiremeyeceğimizde. Üstelik beklenen ekonomik, siyasi gelişmeler de Faşist Bloğu zorlamaya devam edecek, desteğini aldığı kitleyle arasındaki makasın gün be gün açılmasına imkanlar sunacak.”
TUNCAY YILMAZ
Tamamen antidemokratik ve eşitsiz koşullarda, OHAL devam etmekteyken, baştan hile ve şer katılmış şekilde gündeme getirilen seçimlerde kısmi başarılar göstermiş olsak da, faşizmin kurumsallaşması noktasında önemli eşiklerden biri daha demokrasi güçlerinin aleyhine geçilmiş durumda.
Sadece seçim sonuçlarını değil, oluşan kutuplaşmayı, toplumun egemenler lehine saflaşmasını daha detaylı olarak analiz etmek, sonuçlar çıkartmak ve bu durumu değiştirecek taktikler, araçlar geliştirmek en temel görevimiz. Ancak yine de ilk elden bazı belirlemelerde bulunmak mümkün.
Gerçek bir direniş odağı: HDP
HDP’nin bütün kuşatmaya ve engelleme çabalarına rağmen barajı aşması faşizme sürükleniş içerisinde en önemli kazanım, demokrasi güçleri açısından gerçek bir nefes alma, toparlanma, yeniden organize olma ve atağa geçme imkanıdır.
Bu başarıda HDP’yi oluşturan güçlerin inanç, irade, mücadele, fedakarlık ve doğru perspektifi geliştirebilmesi belirleyici olmakla birlikte HDP’li olmasa da HDP’nin barajı geçmesinin önemini kavrayan dikkate değer bir kitlenin desteği de çok etkili oldu. Bu durumu değersizleştirici yaklaşımlar sadece HDP’yi değil, faşizme karşı birleşik direniş imkanlarını zayıflatmakta. Bu desteğin HDP’yi baraj üstünde tutmaya önemli bir katkı sağladığı aşikar olmakla beraber oluşan birlikte mücadele aklının sayılarla, yüzdelerle ölçülmesi mümkün dahi değil. Bir içe çöküşün ya da yeniden kuruluşun eşiğinde tarihsel, konjonktürel saflaşmalar yeniden karılmaya zorlanıyor.
Alevilerin önemli bir kesimi, şovenizmle arasına mesafe koyabilen CHP’liler ve hatta faşizm tehlikesi karşısında demokrasiden, siyasal İslam karşısında sekülerizmden yana tavır koyan kimi milliyetçiler HDP’yle rezonansa girmekten çekinmediler. Bu aynı zamanda sistemin ve egemenlerin üzerinde rahatça dans ettikleri yanlış saflaşmaların mutlak değil, değiştirilebilir olduğunun da fragmanı. HDP etrafında şekillenen bu ortak aklı önümüzdeki süreçteki en önemli dayanağımız, antifaşist bir cephenin karakterine, inşasına ilişkin somut bir gösterge olarak değerlendirmeliyiz.
Faşist Bloğun başarısı
AKP-MHP Faşist Bloğu, ülkeyi 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana soktukları savaş, çatışma, kutuplaşma ve baskı atmosferinin sonuçlarını topladı. Ancak seçimlerden görece başarılı çıkmalarının asıl nedeni, vaki olan hırsızlıkları, hileleri, düzenbazlıkları değil, ezici bölümünü işçi, işsiz ve yoksul köylülerin, küçük esnaf ve ailelerinin oluşturduğu toplumun önemli bir kesimine içkin muhafazakâr & milliyetçi refleksleri örgütleyerek arkalarına alabilmeleridir. Bu gerçeklikle yüzleşmeden Faşist Bloğun beslendiği kaynak dağıtılamaz, yeni saflaşmaların içerisine çekilemez.
Elbette 16 yıldır iktidarda olmanın, devletin neredeyse bütün mahfillerini elinde bulundurmanın, emri altındaki resmi-sivil çetelerin, arkasına aldığı sermaye desteğinin, uluslararası konjonktürün bölgede yarattığı imkânların, harekete geçirdiği (İslamcı, milliyetçi) kitlelerin şiddete yatkınlığının avantajlarını da sonuna kadar kullandılar.Ancak bütün bu ilişkiler manipüle edilebilmiş bir kitle tabanı olmaksızın havada kalır, hatta bizzat gerçek güç sahiplerince devre dışı bırakılır, başka öznelere yönlendirilirdi.
En abartılı çalma çırpma rakamları kabul edildiğinde dahi (ki bu aşağı yukarı 3 milyon oya yani yüzde 6’ya tekabül ediyor) geriye kalan 24 milyon oya değil de marazi kısma yoğunlaşmak bizleri gerçekçi ve sonuç alıcı bir analiz yapmaktan, hareket planı çıkartmaktan alıkoyar.
CHP ve Millet İttifakı: Yetmez ama ha gayret!
CHP ve bir bütün olarak Millet İttifakı açısından söylenecek en hayırlı şey ise Yenikapı ittifakından kopmak zorunda kalışlarıdır. Millet İttifakı içerisinde toparlanan siyasal odakların devlete bağlılıkları değilse de tek adam diktatörlüğüne karşı oluşları istemeseler de kendilerini HDP’yle aynı safa getirdi.
Elbette bu diziliş kalıcılaşmış, içselleştirilmiş ve bilince çıkartılarak kabullenilmiş bir siyasal pozisyon değişimi değil. Ne CHP’de ne diğerlerinde böyle bir siyasal değişimin, yani rejimin geleneksel tekçi paradigmasından koparak burjuva demokrasisi çerçevesinde dahi çoğulcu bir akla sıçrayışın emareleri pek görünmüyor.
Tek adam diktatörlüğü karşısında parlamenter demokrasiye, İslamileşme karşısında sekülerizme sahip çıkan bir duruşları olsa da, söz konusu rejimin temel sorunları olan Kürt meselesi, Alevi sorunu, soykırımlarla yüzleşme vs. olduğunda büyük oranda fabrika ayarlarına döner durumdalar.
Bütün bunlara rağmen, sermaye desteği ve AKP-MHP eliyle inşa edilmekte olan tek adam diktatörlüğünün karşısında yer almış olmaları kıymetlidir, şayet faşizmin ilerleyişi durdurulmak isteniyorsa dikkate alınmak zorundadır.
Bu durumu devrim güçleriyle karşı devrim güçleri arasında kalan kitleyi kimin kendi tarafına çekeceği sorunu olarak okuyabiliriz.
Sadece analiz yapan değil, değiştiren, kazanan bir siyaset tarzı izleyeceksek, stratejik hedeflerimizle taktiksel ihtiyaçlarımızın hesabını yanlış yapma lüksümüzün olmadığı bir eşikte olduğumuzun ayırdında olmalıyız.
Daha zor ama hala MÜMKÜN!
AKP-MHP Faşist Bloğu bir kez daha “16 Nisan sendromu”yla yüzyüze kaldı. Peki nedir bu sendrom? Hile, hurda, baskı, şer ve şiddetle çoğunluk gasp edilse ve iktidarda kalınsa da toplumsal hegemonyanın otomatikman sağlanamıyor oluşunun yarattığı gayrimeşruluk hali/duygusudur.
16 Nisan’da “Hayır Bloğunun” bütün engellere rağmen, gerçekte çoğunluğu almakla birlikte, yüzde 48.59’luk bir kitleyi tek adam rejimine Evet diyenlerin karşısına dikebilmesiyle Erdoğan’ın “zaferi” boğazına takılmıştı. Referandumu kazanmasına rağmen, toplumsal hegemonyayı kazanamamış, muhaliflerine diz çöktürememişti.
Aslında şimdi de benzer bir durumla yüz yüze Erdoğan, Cumhurbaşkanlığını yüzde 52,55’le, Meclis çoğunluğunu (Hüda-Par, Perinçekgiller dahil) yüzde 54,19’la kazanmasına rağmen yine de toplumsal bir rıza yaratamadı. İnce’nin “adam kazandı” fiyaskosuna rağmen bu duyguyu hakim kılamadı toplumda! Üstelik AKP olarak Meclis’te tek başına çoğunluk olma durumunu (300 vekil), ittifak olarak Anayasayı değiştirme sayısını (400 vekil) ve anayasa değişikliklerini halk oylamasına götürme yeter sayısını (360 vekil) kaybetmiş durumdalar.
Şimdi biraz sendelemiş olsa da toplumun en az yüzde 45’i tek adam diktatörlüğüne, faşizme hayır deme potansiyeli taşıyor bağrında. Sorun bunu harekete geçirip geçiremeyeceğimizde. Üstelik beklenen ekonomik, siyasi gelişmeler de Faşist Bloğu zorlamaya devam edecek, desteğini aldığı kitleyle arasındaki makasın gün be gün açılmasına imkanlar sunacak.
Şüphesiz Erdoğan’ın başkan olsa da “muktedirleşememesinde” Kürt Halkının direnişinin, sosyalistlerin, kadınların, Alevilerin, ezcümle HDP’nin etrafında toplanan demokrasi güçlerinin rolü çok büyük. Ancak derdimiz faşizmi durdurmak ve demokrasiyi kazanmaksa çok daha fazlasına ihtiyacımız var. Şimdi işimiz biraz daha zor ama hala MÜMKÜN!
29 Haziran 2018