2015 Seçimleri yaklaşırken EMEP Genel Başkan Yardımcısı Nuray Sancar, HDP Parti Meclisi üyesi Kemal Peköz, HTKP Merkez Komite üyesi Mehmet Karaoğlu, ÖDP Merkez Yürütme Kurulu üyesi Deniz Demirdöğen, SYKP Parti Meclisi üyesi Halit Elçi ile yaptığımız yuvarlak masa toplantısı gerçekleştirdik. Toplantının bir bölümünün özeti geçtiğimiz günlerde Siyaset Gazetesi’nde yayımlandı. İlginizi çekeceği düşüncesiyle toplantının bütününün çözümünü yayımlıyoruz.
Hazırlayan ve yöneten: Erdal Kara
Siyaset: Türkiye nereye gidiyor? Nasıl bir siyaset atmosferi içinde? Muhtemel seçim sonuçlarına göre nasıl bir Türkiye ile yüz yüze geleceğiz?
Nuray Sancar: Aslında kısa zaman içinde iki soruyu yanıtlamak biraz zor ama belli başlıklarla konuşmaya çalışayım. Bir yandan Türkiye’nin iç politikası diğer yandan dış politikası açısından değerlendirebiliriz ya da iki sınıflandırma yaparak konuşalım. Biliyorsunuz, Türkiye oldukça stratejik bir bölgede bulunuyor ve son zamanlarda bu çatışmalı bölge içinde Türkiye aslında çatışmayı ve savaş politikalarını kışkırtıcı bir rol oynadı. Ve bu başlangıçta Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” anlayışı kapsamında “komşularla sıfır sorun politikası” artık bütün komşularıyla çok sorunlu olduğu, değerli yalnızlığının da sefil bir yalnızlığa dönüştüğü bir ilişkiler ağı içinde bulunuyor. Bölgedeki güçleri aslında kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya ve bunları yeniden organize etmeye çalıştı ama ortaya çıkan her krizde aslında biraz daha batmış bulunuyor dış politika açısından. Suriye’ye özellikle bir müdahale olmasına ve bu müdahalede Türkiye’nin koçbaşı olarak müdahale edebilmesinin olanaklarını oldukça zorladı. Dolayısıyla da bölge gericiliklerinin hepsi ile örneğin Suudi Arabistan, Katar gibi gericiliklerle, Mısır’daki Müslüman Kardeşler’le birlikte davranmaya çalıştı, bütün bunların sonucunda da izlenen bütün taktikler aslında dış politika anlamında çökmüş bulunuyor. Onun dışında IŞİD’in Kobane’ye yönelik saldırıları konusunda IŞİD’i desteklemesi, hem Suriye sava��ında Özgür Suriye Ordusu’na hem IŞİD’e her türlü lojistik desteği sağlaması ve bunu çok açık bir biçimde yapması, provokatif tavırlarla desteklemesi, aslında Türkiye’deki hükümetin beklentilerini karşılayacak bir zemin sağlamadığı gibi özellikle son olarak Kobane’deki Kürt zaferinin bütün bu politikaların ne kadar pespaye politikalar olduğunu iyice açığa çıkardığını da göstermiş oldu. Türkiye’nin iç politikasının etrafını kuşatan bölge ile kurduğu ilişkilerden bağımsız düşünülebilir bir yanı yok. Türkiye aslında fiilen yoğunluğu düşürülmüş bir savaş halinde komşularıyla. Bu bakımdan Türkiye’de aslında özellikle hemen hemen bütün kesimlerle, kendisine oy veren ve başlangıçta yüzde 50 diye tarif ettiği ama şimdi yüzde 50’den bir hayli geriye düşmüş seçmen kitlesi dışındaki bütün kesimleri hem böl-yönet taktiği ile idare etmeye hem de bu kesimlerin her biri için ayrı ayrı baskı politikaları geliştirmeye çok teşne davrandı ve en son Güvenlik Paketi’nin gündeme gelmesi, bu Güvenlik Paketi’nde kendisine karşı itiraz edecek herkesi susturmak için polise büyük yetkilerin tanınması başta olmak üzere aslında Türkiye’de hemen hemen herkesi sindirecek politikalar uygulamaya çalıştı. Bunun dışında AKP aynı zamanda uyguladığı rant politikalarının, örneğin HES’lerde olduğu gibi, özelleştirmelerde olduğu gibi, satarak bir ilkel sermaye birikimi yaratmaya çalıştığı her koşulda karşısına aslında bir direnç de ortaya çıktı. Bu direnci bastırmak için de her türlü yasaları ve zor aygıtlarını kullandı. En son dün Davutoğlu’nun bir konuşması vardı esnek çalışmanın kurallaştırılması ile ilgili, yani kuralsız çalışmanın bir kural halinde yeniden gündeme getirilmesi, ki esnek çalışma konusunda bir hayli yol kat etmiş durumda Türkiye, bu anlamda aslında Türkiye’de önümüzdeki süreçte işçi ve emekçilere çok yoğun bir saldırının hazır bekletildiği söylenebilir. Sadece ortaya çıkarılan paket değil, bundan kısa bir süre önce kadınlara yönelik çıkarılan Aile Paketi ile ilgili de bunu destekleyen ve özellikle pekiştiren, esnek çalışma sürecini kurumsallaşmasını pekiştiren bir takım adımlar atılmış bulunuyor. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte hem yoğun bir işsizliğin, yoğun bir sömürünün yaşanacağı sürece imza atmış bulunuyor AKP. Ama diğer yandan bakıldığında AKP’nin durumunun kendi uyguladığı politikalar açısından, şimdiye kadar içeride uyguladığı politikalar açısından, daha önce koalisyon niteliğinde oluşturduğu iktidarının çatlamaya başladığını da görüyoruz. Bunun en belirgin örneği Cemaatcilerle girdiği çatışma, “Paralel Devlet” adı altında ortaya attığı iddia ile birlikte –bunun bir iddia olduğunu söylemek mümkün-, devletin çeşitli organlarında yaptığı operasyonun çok ciddi bir biçimde kendi içinde de bir çatırdamaya yol açtığı söylenebilir. Zira sonuçta bu iki kesimin; hem AKP kadrolarının hem Cemaat kadrolarının bir organizma oluşturduğunu, bu organizmadan birisinde olan her hangi bir şeyin diğerini de ister istemez etkileyeceğini çünkü bu çıkar ortaklığından birbirinden kesim olarak ayrıştırılamayacak kadar çok iç içe geçtiği söylenebilir. En son bu Yüce Divan meselesinde AKP’nin tavrına karşı çıkan bir dizi vekil hakkında gizlice araştırma yapılması, bunların tespit edildiği ve seçimlerden sonra tasfiye şeklindeki bir operasyonun onlara yönelik olacağının kulislerde dolaşması bunun bir göstergesi. Açıkçası seçime giderken aslında AKP muhtaç olduğu birliği kendi partisi açısında çok sağlayabilmiş değil. Bu durumda şimdi tartışılması gereken şöyle bir şey de var tabii; AKP şimdiye kadar hep böyle kendi iktidarının başlıca garantörü olarak seçmen kitlesini, konsolide olmuş bir seçmen kitlesini gösteriyordu, son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin göstergesine ya da ondan önceki yerel seçimlerin sonuçlarına bakarsak, bunda da örneğin ikinci-üçüncü dönemdeki düzeyde olmadığını, aslında belirgin bir geriye gidiş olduğu söylenebilir. Ama bu henüz AKP seçmeninin AKP’den tamamen koptuğu anlamına gelmiyor. Çünkü AKP bu seçmen kitlesini pek çok şekilde kendisine hem iktisadi bir takım sosyal yardım paketleriyle, sosyal desteklerle ve yerel yönetimler ve yerel örgütler aracılığıyla, onlarla kurduğu birebir ilişkilerle, mahalle örgütleriyle, yakın temas ilişkilerle ve her şeyden önemlisi de şimdiye kadar sürdürdüğü bütün politikalarında dini ve muhafazakar ideolojinin gereklerini yerine getiriyormuş gibi lanse etmeyi başararak özellikle en yoksul ama muhafazakar ve hurafelere daha yatkın bir kesimin oylarını almayı başarmış bulunuyor. Türkiye’nin önümüzdeki süreçte iktisadi tablosunun da çok hayırlı olacağı söylenemez. Genel olarak özellikle Euro bölgesinde ortaya çıkacak hareketlenmenin Türkiye ekonomisini de etkileyeceği ve önümüzdeki süreçte iktisadi bakımdan da çok ciddi sorunlar yaşayacağı söylenebilir. Bu nesnel faktörler içinde AKP’nin kendi nesnel konumunun önemli ölçüde değişeceği söylenebilir ama bu sadece kendi başına olacak bir şey değil, Türkiye halklarının AKP’nin bu gerici, saldırgan politikalarından bir tek adam diktatörlüğüne yol açmak üzere aldığı bütün önlemleriyle birlikte bir AKP nosyonundan kurtulabilmesinin koşulu tabii ki bizim Haziran direnişi sırasında gösterebildiğimiz o birlikte mücadelenin koşullarını yeniden olgunlaştırmak, yeniden onu sürdürmek ama bu haliyle yani Haziran’da olduğu kadarıyla değil, ona yeni saikler ekleyerek ve talepler ekseninde birleşik bir mücadelenin koşullarını oluşturmak için çaba harcayarak yapmak lazım. Sorunu ikinci bölümüne gelemedim kusura bakmayın.
Halit Elçi: Şu aşamada seçime giderken en temel politik eksen ne diye bakarsak aslında bir tanesi AKP’nin yeni rejimi kurma girişimi önemli bir unsur. AKP 2002’de seçimi kazandıktan sonra hükümet oldu ama önce iktidarı alamadı, epeyce bir süre eski statükonun içinde hareket etmek zorunda kaldı ama yerel büyük sermayenin, küresel sermayenin desteği ile eski statükoyu adım adım tasfiye etme imkanı buldu. Daha öncesindeki hükümetlerin asla bulamadığı olanakları buldu. Tabii ki bunlar sürekli ileri-geri adımlar, tereddütler, sarsıntılarla birlikte yürüyen bir süreç oldu ama şu denebilir ki; özellikle 2007’de yani cumhurbaşkanlığı seçimlerinden itibaren AKP hamle üstüne hamle yapabildi ve bunlarla da eski statükoyu büyük ölçüde tasfiye etti diyebiliriz. Ama bu süreç daha devam ediyor, henüz bitmiş değil. En önemlisi de bir anayasal güvenceye ulaşmış değil. Bu statükoyu kesinleştirmiş, tam olarak bir meşrutiyet kazandırmış değil. Bu seçimi AKP bu açıdan görüyor, değerlendiriyor. Aslında epeydir yapmak istediği yeni bir anayasayı şimdiye kadar yapamadı, yaptıramadı ama bu seçimle birlikte artık yapmak zorunda hissediyor. Bu tabii ki AKP’nin rejimi değil, sermayenin rejimi ama AKP bunu gerçekleştiriyor. Bunu gerçekleştirirken de kendisini bu rejimin merkezine koyuyor. Parti olarak iktidarını uzun vadeye yayabilecek imkanları yakalamaya ve bunu da kendi ideolojisi ile yapmaya çalışıyor. Bu rejimi meşrulaştırma çabası içinde. Bugün asıl çatışma dinamiği, en önemli, en ön planda olan çatışma dinamiği de Kürt sorunu. Bu açıdan baktığımızda AKP Kürt sorununda bir yandan diyalog ve müzakere içinde bulunurken veya böyle bir imajı sürekli canlı tutarken ve vaatkar davranırken diğer yandan hiçbir somut adım atmıyor ve seçimlere kadar da çatışmasızlık ortamında gitmeye çalışıyor. Bundan sonrası muhtemelen yani eğer bunu başarabilirse, ki Kürt hareketi bu konuda son derece hazırlıklı ve hiçbir şekilde AKP’ye güvenmeyip kendi tedbirlerini almaya çalışıyor ama eğer bir şekilde bunu başarırsa seçim sonrasında bir iç savaşın patlaması büyük olasılıktır ki, AKP bugüne kadar hep böyle yaptı. Hiçbir şekilde Kürtleri bir özne olarak görmedi ancak bir takım vaatlerle ve kırıntılarla avutulacak ve oyalanacak bir güç olarak değerlendirdi. Seçime giderken vurgulamak istediğimiz asıl konu şu; AKP bir savaş rejimi hazırlığı içinde, bir iç savaşa hazırlanıyor aslında bir taraftan da. Bir taraftan Kürt sorununda çözüm diyor ama Kürt sorunu demiyor, Kürt halkı da demiyor. Kolektif kimliği de tanımıyor şu ana kadar resmi olarak. Ama öbür taraftan kalekol, baraj yapımları devam ediyor, iç güvenlik yasaları çıkıyor, polislere verilen yetkiler artırılıyor. Erdoğan’ın dili giderek daha şoven ve Türkçü bir dile doğru kayıyor. İşte 16 Türk devletinin askerlerinin açığa çıkması sembolik bir öneme sahip, öbür taraftan da en önemlisi ve bence en tehlikelisi de paramiliter güçler oluşturmaya çalışıyor. Muhtemeldir ki bir taraftan da kendi derin devletini inşa ediyor. Ama “bu esnaflar aynı zamanda polistir aynı zamanda hakimdir, savcıdır”a kadar varan bir çizgiyi sürekli net bir şekilde ifade etmesi çok önemli ve bu bir iç savaş hazırlığından başka bir şey değildir. Gezi isyanı sırasında bunu görmüştük, Tayyip’in askerleri şeklinde. Böyle bir gidişat var. Böyle bir koşulda AKP seçime gidiyor ama AKP rejimi bir yanıyla çok güçlü görünüyor, bütün devleti eline geçirmiş görünüyor. Yüzde 40 küsur, referandum da yüzde 50 oranına sahip olabildi ama AKP aynı zamanda özellikle de Gezi isyanından itibaren hegemonyasını kaybetmeye başladı. Yani bir geri dönüş sürecindedir AKP bir yanıyla. Çünkü kendi ittifak güçlerini önemli ölçüde kaybetmeye başladı teker teker ve kendi içinde de ciddi sorunlarla karşılaşmaya başladı. Parti içinde de ciddi sorunlarla karşılaşmaya başladı bu bakımdan ülke içinde yüzde 40 küsur desteği olan ama öbür taraftan da yüzde 50 küsur düşmanı olan bir iktidar. Dış politikada ise, IŞİD ve benzeri selefi örgütleri destekleyerek savaş suçu işlemiş durumda. Bu bakımdan iktidarını daha fazla otoriterleştirmek ve hatta totaliterleştirmek zorunluluğunu hissediyor. Bu seçimlerin sonucu ya bu konuda bir derinleşme yaratacak ya da demokratik güçlerin yarattığı dalga ile otoriterleşmenin önüne bir set çekilecek.
Deniz Demirdöğen: AKP’nin iktidarı ve tablo nerede ve ne tarafa doğru gidiyor, nereye doğru bir süreç izliyor. Burada çok keskin şekilde genel kamuoyu ve dış politika açısından AKP’nin yenilik karizması çizilmiş durumda. AKP, yasallık, meşruluk manasında her düzlemde bakıldığı ölçekte Gezi’den beri gerici iktidar modelini sürdürüyor. Temel olarak üç noktada kriz yaşıyor, bunlar aslında iktidarını sürdürmeye çalıştığı en önemli noktalardır. Birincisi, dış politika. AKP dış politikada ciddi manada duvara tosladı ve artık sürdüremez pozisyonda. Bölgesel düzlemde, Ortadoğu’da yaşanan süreçlerde AKP tam manasıyla bir önceki dönemde Şii-Sünni ekseninde geliştirilen bir projenin atbaşı konumundaydı ve o proje, o bloklaşma tamamiyle çöktü. AKP aslında son üç-dört senede yaşanan bütün süreçlerin müsebbibi noktasında duruyor şu anda ve gerçek manada müsebbibi aslında. O manada dış politikada bu krizi aşması mümkün değil. Artık Türkiye’nin de AKP’nin de bölgede güven veren pozisyonda olması mümkün değil ve aslında dönüştürmeye çalıştığı her alanda bataklığa battı. IŞİD bugün itibariyle Paris’te yaşanan katliamla bütünleştirildiği vakit Türkiye’yi çok ciddi manada ileriki düzlemlerde büyük katliamlar, büyük bir çatışma süreci bekliyor ve bu manasıyla AKP’nin bu krizi aşması mümkün değil. Böyle seçim sathı mailine giderken AKP bu manada bir de facto durum geliştiriyor. Gezi’den sonra ortaya çıkan o büyük toplumsal kalkışmadan sonra AKP artık gericiliğin sembolü oldu. Gericiliğin sembolü olduğu için artık mızrak çuvala girmez hale geldi. Bu manada bu krizi aşması mümkün değil ve bizi toplumsal muhalefet güçlerini böylesi bir odak bekliyor. İkinci önemli husus, ekonomik kriz. Bu sadece AKP ile alakalı değil, kapitalizmin içerisine düştüğü ekonomik krizin aslında bölgesel düzlemde yarattığı savaş, örgütsel çatışmalar düzleminde ve Avrupa’nın içinden çıkamadığı ciddi ekonomik krizler aslında Türkiye’yi de içerisine aldı. Ekonomik kriz 2007-2008’de yaşandığı zaman AKP “bu bizi teğet geçecek” deyip belli bir politika üzerine yoğunlaştı. Bu politikanın en genel hatlarına baktığınız zaman rant, talan, İstanbul’un büyük kozmopolit şehir haline getirilmesi, Arap sermayesinin buraya akması, finans başkenti haline getirilmesi vb., çoğaltılabilecek düzlemler var idi, Çin modeli düzenek sömürüsünün olacağı Türkiye tahayyülü aslında hem dünya düzleminde kapitalizm açısından girdiği büyük kriz itibariyle çökmüş vaziyette aynı zamanda Türkiye de aslında böylesi bir rol biçilemedi, oluşturulamadı ve son yıllarda büyük işçi katliamları yaşıyoruz. Ermenek’te, Soma’da ve başka yerlerde ve bunları daha da fazla yaşayacağız, bu AKP açısında sürdürülebilir bir durum değil. Aslında AKP ekonomide sürdürmeye çalıştığı politikanın dip noktasına gelmiş vaziyette. İstanbul’un talan edilmesi, kentin yeniden inşası bir manasıyla aslında kent merkezlerinin değiştirilmesi ve emekçi sınıfların İstanbul’un dış kesimlerine doğru yönlendirilmesi ve bununla beraber İstanbul’un yeniden inşa süreciyle rant ekonomisinin genişlemesi de çöktü. Davutoğlu konut alımına destek yapılacağına dair çeşitli açıklamalarda bulundu. Bu manasıyla ekonomik düzlemde bugün bile sürdürülemez noktada olan tabloda AKP iktidarı, seçimler hattına da girdiğimiz ölçekte sürdürülemez bir ekonomik politika yürütüyor. Kendi bakanları arasında çatışma söz konusu. Son kertede yaşadığı en büyük krizlerden bir tanesi yönetememe krizi aslında. AKP ciddi manada toplumu domine edebiliyordu. Öyle ya da böyle aldığı yüze 38-40’la domine edebiliyordu, bugün aldığı en son başarı diye tarif edilebilecek olan Erdoğan’ın aldığı yüzde 50 oy bile toplumu artık domine edemiyor. Çünkü kendisine karşı olan yüzde 50’yi kendisine karşı çok fazla militanlaştırdı, sertleştirdi. Yönetememe krizi ciddi manada derinleşiyor. En fazla sarıldığı araçlardan birisi, sıkıyönetim rejimi uygulamalarına dönmek, dinci, gerici politikalarla saldırmak, eğitimde yapılan değişim, dönüşüm ciddi manada mezhepçi faşizmin derinleştiği bir tabloyu önümüze koyuyor. Bu manasıyla önümüzdeki dönem, seküler alan mücadelesinin derinleşeceği, buraya ciddi barikatların örülmesi gerektiği bir tablo söz konusu ve ciddi manada anti demokratik, sıkıyönetim uygulamalarıyla karşı karşıya kalacağımız ortada. Bahsettiğim üç başlık ya da bu başlıklar altında AKP, kendisine tariflediği ve kendi hegemonyasını genişlettiği alanlarda bu hegemonya alanlarında ciddi gerilemeler yaşıyor. Uzunca bir süredir de facto bir rejim yaşanıyor, hukukun hiçe sayıldığı her türlü uygulamanın de facto şekilde uygulandığı, bir millet iradesi tabiri ile bütün bir ülke yönetilmeye çalışılıyor. Bu açıdan bu de facto rejime karşı ciddi bir barikat örülmesi gerekiyor. Bu seçimler sathı mailine girdiğimizde de bunun yeniden meşrulaştırılması, bunun yeniden hegomonik bir etki alanına alınmasına çalışacak, o açıdan şu anda bir de facto rejim var seçimden sonra da bu devam edecek. O anlamda muhalefetin kendine ciddi manada barikat alanları belirlemesi gerekiyor.
Mehmet Karaoğlu: Öncelikle sürece dair bir iki hatırlatma yapmak isterim. AKP’nin bu kadar güç elde etmesi aslında ilk hükümete geldiği zamanda bir kriz sonrası çok düz bir alan buldu kendine ve uzun bir süre gerçek bir muhalefetle karşılaşmamış olması çok önemli. Ve sistem içinde gerçekten de her şey onun önünü açan bir nitelikteydi. Biz 2000’lerin ilk yarısında AKP’ye karşı dikkat çekmeye çalışırken insanlar aslında AKP’nin gerçek bir iktidar olmadığını, ordunun gerçek bir iktidar olduğunu söylüyordu. AKP’ye karşı ilk yıllarda çok ciddi bir siyasi çıkış görmüyoruz açıkçası. Burada 2007-2009 dönemi çok kritik çünkü bu noktada AKP, sistem içindeki sınırlı düzeyde muhalefeti bir dizi operasyonla aslında ortadan kaldırmaya başladığı bir süreçti. Ergenekon davası vs. 2009 süreci ile başladı. O noktada bir karşı saldırıları vardı. Biz Ergenekon sürecinde her ne kadar tamamen karmaşık bir toplam olsa da, içinde gerçekten de suçlu ve halk düşmanı unsurlar bulunuyordur ancak biz “bu AKP’nin demokratikleşme adımı değil, Ergenekon süreci halka yarayacak bir süreç olmayacak. Bu AKP eliyle yürütüldüğü sürece daha da halk düşmanı bir rejim oluşmasını sağlayacak” diyerek dikkat çekmeye çalıştık. Ne yazık ki o dönemde bu sürecin demokratikleşme getireceği yönünde yaygın bir beklenti oluştu. İçinde gerçekten halk düşmanı, eli kanlı katiller vardı o süreçte ancak biz sürecin bütününün böyle bir anlam taşımadığını anlatmaya çalıştık ve bu karşı saldırı aslında 2010’a doğru doruk noktasına ulaştı ve referandum sürecine girildi. Burada da yine ne yazık ki AKP karşıtlığını zora sokan ya da onun elini zayıflatan bu yaklaşım burada da “Yetmez ama evet” tavrı ile Türkiye solunun yani AKP’nin karşısına gerçek bir muhalefet çıkmasını zorlaştırdı, muhalefetin elini zayıflattı diye düşünüyoruz. Dolayısıyla 2010’u ardından 2011 seçimlerini atlattıktan sonra AKP artık gerçek yüzünü göstermekten sakınmadı ve gerçekten halka saldırmaya başladı. Kadınlara saldırdı, Alevilere saldırdı, Kürtlere de saldırdı, gençlere saldırdı ama hepsinden önemlisi işçi sınıfına saldırdı. Bunların hepsinin ötesinde bir sermaye partisi olarak işçi sınıfının bütününe saldırdı. Dolayısıyla aslında Haziran direnişi halkın buna verdiği yanıttı ve bu anlam da bir dönüm noktası olmakla birlikte gözden kaçırılmaması gereken şey aslında öncesinde başlayan bir sürecin doruk noktası oldu. Tekel direnişi, şifreleme olaylarına karşı liselilerin kitlesel eylemleri ve özellikle 2013’ün başlarında üniversitelerde başlayan yaygın üniversite eylemleri ve AKP’nin dinci, gerici politikaları, halk düşmanı politikaları ve kentsel alanlara yönelik politikalarına karşı halkın kitlesel bir karşı duruşuydu. Bu anlamda öncesiyle birlikte değerlendirildiğinde bir sürecin sonucu ve bu sürecin kitlesel eylem ayağı bitmiş olmakla birlikte toplumun, halkın AKP’ye karşı tepkisi dinmemiştir. Bu anlamda Haziran kuşkusuz devam etmektedir çünkü halk ikna edilmiş değildir. Halk AKP’ye razı olmuş değildir. Haziran’da ayağa kalkan milyonlar şu anda AKP’yi kabullendiklerine dair bir sinyal vermemektedir. AKP’nin Haziran sonrasındaki politikası zaten malum; kalabalık olmakla birlikte çoğunluk olmayan kendi kitlesine dayanarak ve zor aygıtıyla, yalnızca polis şiddeti değil aynı zamanda yargı yoluyla yani AKP’ye karşı olan her tavrın suç sayıldığı bir politika izliyor. Aslında bugün içinden geçtiğimiz süreci tek bir cümle ile ifade etmek gerekirse AKP korkuyor. AKP şu anda halktan korkuyor çünkü halkın potansiyellerini görmüş durumda ve aldığı bu önlemler aslında bir tür önleyici önlemler. Halk AKP’yi indirmeden, halk AKP’ye karşı adım atmadan AKP hukuki ve politik düzeyde önlemler alarak, yeniden iktidardan indirilebileceği süreci engellemeye çalışıyor. Burada tabii bir sürü başlık var, dış politika, Kürt sorunu, müzakere süreci gibi başlıklar var, bunlara dair burada nasıl politikalar yürüttüğü az çok ortada, onlara daha sonra değiniriz. AKP şu anda kalan gücüyle ciddi bir meşruiyet kaybı içerisinde. Kendi tabanı dışında AKP’yi ciddi olarak meşru gören bir kesim yok. Aleviler, gençler, Kürtler, emekçiler yani toplumun çok geniş bir kesimi 2002-2007 aralığındaki gibi görmüyor AKP’yi. Çok ciddi bir meşruiyet kaybı var ama kendi tabanındaki meşruiyetini sağlam tutarak bir rejim değişikliğine ki biz buna yıllar önce “2. Cumhuriyet’e geçiş süreci” demiştik, yani AKP 2. Cumhuriyet süreci işletti aslında, bunu başkanlık sistemi ile bütün güçleri mutlak olarak yürütmede toplayarak son noktayı koymak gibi niyeti var. Buna bir nevi padişahlık sistemi diyebiliriz. Biçimsel bir parlamento, herkesin kendi arasında tartışacağı ama yetkilerinin son derece azaldığı bir parlamento, göstermelik bir başbakan ama her şeyin cumhurbaşkanlığında somutlandığı ve aslında padişahlık sistemi niyeti. Seçim sonuçlarının ne olacağı bir bakıma seçim sonuçları ile ilgili ama sanırım herkes AKP’nin seçimlerden başarı ile çıkacağını düşünüyor, en azından çoğunluk öyle olacağını düşünüyor. Aslında AKP karşıtlığı nasıl sürecek? Dediğim gibi AKP’nin bu kadar güçlenmesi aslında karşısında gerçek bir muhalefet bulamamasıdır ki bunda en büyük suç CHP’dir. CHP kritik dönemeçlerde içinde kuşkusuz solcu insanlar vardır, tabanında kesinlikle vardır, bunlara dair herhangi bir tereddüt yok ancak CHP’nin merkezi politikası kritik momentlerde her zaman AKP’nin işine yarayan bir çizgi izlemiştir. Bu anlamda “yetmez ama evet”çilikten daha çok CHP’nin rolü vardır. Seçimlerden sonraki süreçte bir kere seçim boşluğu var, AKP seçim kaygısı gütmeden biriktirdiği ekonomik gündemleri açabilecektir. Örneğin kıdem tazminatı gibi, işçi sınıfına yönelik ekonomik saldırıların yoğunlaşabileceği, yine özgürlüklere yönelik her türlü baskının tabii ki artacağı bir süreç olacaktır ama burada AKP’yi herkes biliyor, AKP’nin ne yapacağını biliyoruz.
Kemal Peköz: AKP’nin 2002 seçimlerine girerken önüne hedef olarak koyduğu şeyler vardı. Göreceli de olsa belediyelerde bir başarısı vardı. Bu başarının üzerine mağduriyetlerini ilave etti ve mağduriyet edebiyatı güderek bugüne kadar halen mağduriyet edebiyatını sürdürmeye devam ediyor. Böyle ilk başarıyı elde etti ve daha sonra da bir nevi devleti kutsal olmaktan çıkaracak tavırlar ve söylemlerde bulunmaya başladı ve insanlarda ciddi bir umut yarattı. Hatırlıyorum o zaman yurt dışında gittiğimde görüşmeler yapıyorduk, parti adına dış ilişkiler yürütüyorduk o zaman, gittiğimiz zaman muhatap olduğumuz ülkelerin parlamentolarında ve partilerinde AKP aleyhine bir şey söyleyemez duruma gelmiştik neredeyse. Avrupa Birliği’ne girme serüvenleri sırasında Batı’da da olumlu bir etki yaratmıştı ve bu Türkiye’ye de yansıyordu. Fakat tabii bunu yaparken özellikle cemaatlerle kurduğu ittifak bunları yapmasında kendisine ciddi bir zemin yaratıyordu. Çünkü AKP iktidara geldiği zaman gerçek manada iktidar olamamıştı. Türkiye’yi yönetiyordu, hükümet olmuştu ama iktidar olamamıştı, ayakları sağlam yere basması gerekiyordu. Bu sağlam yer de önemli ölçüde bürokraside kadrolaşmış olan cemaatlerin etkisi çok fazla vardı. Hatta hatırlarım, Marmara Üniversitesi’nde üç ayda bir 150-200 kişi civarında insan daha sonra bakanlık yapan bir öğretim üyesi tarafından hem yerel yönetimlerde hem siyasi partilerde yer alması için yetiştiriliyordu. Bunların büyük bir kısmı Cemaat’le ilişkisi olan insanlardı. Bunlara belirli bir düzey sağlandıktan sonra AKP artık iktidarını kökleştirmeye başladı, kökleştirmeye başladıktan sonra da artık sadece hükümet olmakla yetinmedi devlet olma yoluna gitti. Burada da önemli ölçüde hukuk sisteminde oynamalar yaptı. Hukukun bir düzen içerisinde genel söylemiyle bir üstünlüğünün kaybolması halinde bir ülkede nelerin olabileceğini en iyi gösteren durumlardan bir tanesi Türkiye’de yaşananlardır. Yavaş yavaş önce “bazı şeyleri biz yapacağız ama askerler müsaade etmiyor, hele durun biraz yerleşelim” filan deniyordu daha sonra onu bir şekilde kısmen hallettikten sonra yavaş yavaş bürokraside daha sonra emniyet güçlerinde daha sonra adalet sistemi üzerinde ciddi oynamalar yaptıktan sonra kendisini artık parti olmaktan çıkarıp bir devlet olma durumuna getirmiş oldu. Bunları yaparken karşısında neler vardı? Karşısında daha çok onun eksiklerini bulmaya çalışan, eksikleri üzerine politika yapmaya çalışan yani genel tabiriyle negatif politika dediğimiz bir politik tavır genel olarak vardı. Arkadaşlar da ifade ettiler burada en fazla rol ister istemez en büyük muhalefet partisi durumundaki CHP’dir. CHP hiçbir zaman pozitif bir politik tavır ve uygulama aşamasına gelmedi. Sürekli negatif politika yaptı. Karşısındaki hareketin eksiklerini bulup onun üzerinde bazı çalışmalar yürütmeye çalıştı. Oysa ki alternatifler koyması gerekiyordu. Çünkü siyasette umut verebilirseniz ancak varlığınızı sürdürebilirsiniz. Bir umut vermeniz lazım. Bu umut da gerçekleşebilir bir umut olmalı. Daha sonra da sayısal bir şeye dönüşmesi gerekiyor. Sonuçta seçimler yapılıyor, seçimlerde yönetimler değişiyor. darbeler olmadığı sürece ve o seçimlerde yönetimlerin değişmesi de sayısal sonuç itibariyle gerçekleşiyor. Başka beklenti daha çok sol, sosyalist, demokrat çevrelerden, Kürt çevrelerden olması gerekiyordu, burada da zaman zaman dirsek temasları zaman zaman birliktelikler olmasına rağmen yakın zamana kadar istenen düzeyde, şimdi de tamamen gerçekleşmiş değil ama önemli ölçüde gerçekleşmiş olan bir aşama var, daha önce bunlar da gerçekleşemedi. Gerçekleşemediği içinde istenen düzeyde güç birliği yapılamadı, güç birliği yapılamadığı zaman da karşınızdakinin sizi yiyip yutması çok daha kolay oldu. Onun ötesinde tabii bazı değişiklikler oldu. Örneğin 7-8 milyon civarındaki özürlü ya da eksikliği olan insanların annelerine, daha çok kadınlara ücretler ödenmesi, onlara bakım ücreti ödenmesini kendisinin inayeti gibi yapması, bunu sosyal devletin gereği değilmiş gibi lanse etmesi. Onun ötesinde ulaşım vs. konularında daha sonra sorunlar çıkıyor ama ilk anda insanların gözüne hoş gelen başarıları olduğu ifade edildiği için ciddi olarak bir taban tutmaya devam ediyor. Bununla yetinmedi AKP, karşıtlaşmayı, zıtlaşmayı yarattı. Toplumu ikiye böldü. Daha önce toplumda sadece Kürtlerle daha doğrusu Fırat’ın doğusu ile batısı arasında hem moral anlamında hem psikolojik anlamda kısmen de olsa önemli ölçüde bir kopuş söz konusuydu fakat daha sonra toplumu tamamen ikiye böldü. Bir toplumun yarısını itip karşısına alırken ama kendi yarısında tutan şeyi konsolide edip sağlama aldı ve sürekli onlara dayanarak politikasını sürdürmeye çalıştı. Gezi direnişi sırasında hatırlarsınız “yüzde 50’yi evde zor tutuyoruz” gibi söylemlerde bulunmaya başladı. Onun ötesinde Türkiye’de çok ciddi olaylar oldu. Ortadoğu’daki gelişmeler, Türkiye’de İstanbul merkezde olan ve daha sonra Türkiye’nin tamamına neredeyse yayılan Gezi direnişi ile ilgili gelişmeler daha sonra da 2013’te başlayan ama daha çok 2014’te göze görünür hale gelen Kobane’deki direniş ve Kobane’deki kantonlaşma da Türkiye’de AKP’nin yüzünün ortaya çıkmasında önemli nirengi noktalarından oldu. Yani Gezi direnişi sırasında insanlar “bu devlet ve bu ülkeyi yönetenler bize yalan söylemişler, bizim gözümüzün önünde olan şeyleri tersine çevirip bize anlattıklarına göre kim bilir daha önce Fırat’ın doğusunda neler olmuştur ve biz nelerden habersiz kalmışız” diye bir düşünceye girdiler ve bunun araştırmasını yapmaya başladılar. İnsanlar Türkiye’deki gelişmeleri o anlamda biraz gördüler daha sonra da Kobane’deki direniş, Kobane’deki direnişin kantonlaşmayla birlikte oradaki halkların öz yönetimlerini oluşturmaları ve orada özerk yönetimler oluşturup herkesin katıldığı sistemler haline getirmeleri, bu modelin Türkiye’yi ürkütmesi nedeniyle AKP’nin hem Ortadoğu’da daha önce hegemonya kurmaya çalışması hem İhvan ve Müslüman Kardeşler benzeri, ideolojik olarak da aynı oldukları için yönetimler kurmaya çalışması, Mısır’daki darbeden sonra Mısır yönetimi ile ilişkileri kesmesi, Suriye’de izlediği politika, Suriye’de 10 gün önce Esad’la kol kola iken on gün sonra “mutlaka gitmelidir” politikası ile, Özgür Suriye Ordusu’na silahtan tutun lojistik desteğe kadar her türlü desteği vermiş olması, özellikle Kobene direnişi sırasında tavır alması, Kobane direnişini sürdüren Kürtler ve Kürtlerle beraber hareket eden enternasyonalist sosyalistlerin, devrimcilerin, demokratların sürdürdüğü mücadeleyi de farklı bir şekilde değerlendirip orayı kendisi için bir risk alanı olarak görmüş olması da hem batıda hem de Fırat’ın doğusunda AKP’nin yüzünü çok daha ortaya çıkmasına sebep oldu bana göre. Dolayısıyla AKP artık bundan sonra bunları sürdürme noktasında olmayacak. Belki düşüşünün başladığını görmek gerekiyor çünkü düşüşü başlamamış olsaydı bu kadar korku yaşıyor, bu kadar güvenlik politikalarına sarılmak ve her şeye şiddetle giderek bertaraf etmeye çalışmazdı. Kendilerinin de artık bu gelecekten korktuklarını ve endişelerinin başladığını ve endişelerinin ve korkularının arkasına şiddetle sığınarak kurtulmaya çalıştıklarını gösteriyor.
Siyaset: Türkiye’de yıllardır emek, barış, demokrasi güçlerinin ortak bir cephe oluşturması, gerçek bir halk seçeneği oluşturması tartışılıyor. Bir dizi de deneyim var. Kimileri sosyalist parti deneyimleri kimileri daha kapsamlı, demokrasi mücadelesini esas alan deneyimler. Son dönemde de esasen iki deneyim göze çarpıyor. Bunlardan bir tanesi HDK deneyimi, HDP ile de ilişkili olan deneyim. Diğeri de Birleşik Haziran Hareketi deneyimi. Türkiye’nin son dört yılına baktığımda aslında bu güçlerin yeniden yapılanması için iki çok kritik gelişme yaşandığını düşünüyorum. Bunların birisi Gezi ayaklanması. Gezi ayaklanması sekter sola bir şey anlatmamış olabilir ama Kürt hareketini dışında tutarsak, çünkü Kürt hareketinin çok uzun süredir kitleselleşme problemi yok ama Türkiye sosyalist hareketinin hemen hemen bütün sektörlerine yükselen bu aşağıdan dalganın ne kadar kenarında olduğunu çok açıkça gösterdi. Kendini sorgulama, kendini değerlendirme şansını verdi. Sosyalist hareketin bir takım sektörlerinin böyle bir şey yapmadığını görüyoruz. Bunun demokrasi güçlerinin yeniden yapılanması açısından önemli bir tetikleyici rol oynadığını düşünüyorum. Bir diğeri de benim düşünceme göre Rojava başarısı ve devamı olarak da Kobane direnişi. Çünkü demokrasi güçlerinin saflarında Kürt hareketine ilişkin köklü önyargılar vardı. Bunların en önemlilerinden bir tanesi de esasen açık ya da örtük biçimlerde AKP iktidarı ile bir flörtleşme olduğu fikri idi. Bu iddianın yer yer ileri sürülebilmesini gerektirecek kimi enstantaneler yaşanmış olabilir ama benim yaklaşımıma göre işin esasını bu teşkil etmiyor. Kobane direnişi özellikle AKP’nin otoriterizmine, bu otoriterizmin verdiği imkanla başkanlık rejimi hedefine kitlendiği koşullarda Ortadoğu’da birden bire devasa bir seküler gücün olduğunu bütün Türkiye sosyalist hareketine gösterdi. Bunun da emek, barış ve demokrasi güçlerinin yeniden yapılanma meselesinde çok önemli bir faktör olduğunu üşünüyorum. Ben mesela bir yazımda “sekülerizmin bayrağı YPG’li kadınların elinde” diye yazdım. Nesnellik buydu. HDK ve Birleşik Haziran Hareketi’nin bu iki ögeden çok etkilendiği kanısındayım. Seçimlere giderken bu iki devindirici dinamiğin yani hem kendimizi sorgulamamızı mümkün kılan hem de aynı potada birleşebilmeyi olanaklı kılacak olan bu iki dinamiğin yarattığı imkanlarla seçimlerde ortak bir tutum takınabilir mi emek, barış ve demokrasi güçleri? Mümkün değilse, nedir sorun alanları? Hangi meseleler bunun önünde engel teşkil ediyor?
Deniz Demirdöğen: Bahsettiğiniz iki önemli kırılma noktasından birincisinden başlayacak olursak, Gezi direnişi ciddi manada kırılma yarattı. İktidar açısından, iktidarın hegemonyası açısından ciddi bir gerilme söz konusu oldu. Ondan sonraki süreçte aslında AKP’yi şöyle tarifleyebiliriz; Birinci Cumhuriyet’i bütün kurumsal vs ile tasfiye etmiş, yeni bir rejim kuran bir parti diyebiliriz. Daha önceki kurucu partisi CHP ise ikinci dönemin kurucu partisi de AKP’dir ama AKP’nin kurmuş olduğu rejim sınırlarına ulaştı. Sınırlarına ulaştığı için de artık hegemonya yitimi söz konusu ve önemli olan nokta böylesi bir tablo varken muhalefet güçleri ne yapacak, nasıl bir iddia ile ortaya çıkacak? Burada muhalefetin kurucu bir iradeyi ortaya çıkarması durumu söz konusu. Yeni bir Türkiye ideali, yeni bir Türkiye’yi kavramak, bu yeni Türkiye’yi hangi zeminler, hangi mücadele zeminleri üzerinden kuracağımızın başlıklarını belirlememiz gerekiyor. Haziran isyanının bileşenlerinden bahsettiğimiz zaman, bir tarafında Kürt özgürlük hareketi onun toplumsallığı, onun gücü bir diğer tarafta Türkiye’nin batısında doğa mücadelesi verenler, kadın mücadelesi verenler, gençlik mücadelesi verenler ve seküler mücadele veren ciddi manada baskı ve otoriteye karşı mücadele veren kesimler görünmekte. Bugün aslında billurlaşan, uç vermeye başlayan yan yana gelen muhalefet dinamiği buradan doğru gelişiyor diyebiliriz. Biz Birleşik Haziran Hareketi, yeni boy veren, üç aylık bir sürecinin olduğu bir tablo diyebiliriz. Burada bizim temel kavradığımız nokta Gezi’den bir ders çıkarma, siyasi yapılar, özneler olarak, toplumsal mücadele veren insanlar olarak yeni bir muhalefet dinamiğinin bir özeleştiri vererek nereden doğru doğrulabileceği noktasında bir zemin geliştirilmesi gerekiyordu. Bu da yeni bir Türkiye idealinde birincil olarak toplumsal muhalefetin ve özellikle AKP’nin kurduğu rejime karşı bir blok oluşturulması gerekiyor. Biz seçimler sürecine gelirken daha önceki seçim süreçlerinde Türkiye’de bugün sosyal demokratlar, sosyalistler ve demokratlara kadar geniş bir blokun inşa edilmesi gerektiği yönünde bir strateji geliştiriyorduk. Bu sadece seçim ile sınırladığımız bir strateji değil. Bu aslında toplumsal muhalefetin, bunun içerisine HDP’yi, sosyalist partileri koyabiliriz, bunun içerisine CHP’yi dahil edebiliriz, bunların bir blok olarak AKP rejimine karşı bütünlüklü bir yeni Türkiye idealinde mücadele etmesi gerekiyor. Bu salt bir seçim düzleminde değil, bütünlüklü olarak cepheden kimi karşımıza alacağımıza dair bir tahayyül oluşturulması için gerekiyor. Burada CHP her seçimin en başında strateji değiştiriyor ama bizim Gezi’de de gördüğümüz gibi CHP içerisindeki belli unsurların daha sol referanslı ve hayata daha soldan baktığını görebiliyoruz. O açıdan onlarla birlikte bir vizyon oluşturulabileceği kanaatindeyiz. HDP açısından ise, HDP’nin kendi kuruluş felsefesi ve yürüdüğü yolda da Kürt özgürlük mücadelesinin ana eksen olduğu bir düzlem söz konusu ve bu düzlemde, Mmüzakere sürecinde devlet ile yapılan görüşmelerde, 4+4 eğitim sürecinde, eğitimin gericileştirilmesinde, Gezi’ye çekinceli yaklaşımlar düzleminde AKP’yi doğrudan karşısına alamadığı düzlemler söz konusu oluyor. Özeleştirel bir sürecin yaşanması gerekiyor. Nasıl ki sosyalistlerin de aslında çeşitli toplumsal mücadele dinamiklerine dair bu anlamda bir özeleştiri vermesi gerekiyorsa Kürt özgürlük hareketinin de, HDP’nin de bu manasıyla Gezi’den bir özeleştiri çıkarması gerekiyor. Bu noktada AKP rejimini doğrudan hedef alan, yeni bir Türkiye idealinde toplumsal muhalefetin bloklaşması gerekiyor. Haziran hareketi çatlaksız, pürüzsüz manada AKP rejimine hatta daha da billurlaştırıp Tayyip Erdoğan figürünü doğrudan hedef alan, yeni Türkiye ideali etrafında çünkü orada yeni bir Türkiye var ve yeni bir Türkiye’yi kurma mücadelesi ve iradesi de söz konusu. Bu açıdan bu manalarda yan yana gelebilecek, karşı hedefi doğrudan belirleyeceği, tabii ki sadece muhalefet cephesi yeterli olmaz yeni bir Türkiye idealini kavrama noktasında da temel başlıkları oluşturmamız gerekiyor. Seküler yaşam mücadelesi, eşit yurttaşlık mücadelesi, bir arada yaşama deneyiminde bir Türkiye idealinin geliştirilmesi, emek eksenli bir Türkiye’nin kavranması ki burada bir parantez açayım, aslında Kürt özgürlük hareketi Haziran hareketi ve bununla beraber bir emek siyasetinin gelişmesi çok elzem noktada duruyor. Biz Haziran hareketi olarak bunun da gelişmesi noktasında ciddi bir mücadele vermeye çalışıyoruz. Bununla beraber doğayla uyumlu bir Türkiye’nin inşası, HES’lerden, kent yaşamındaki çeşitli sorunlara kadar geniş bir yelpazenin geliştirilmesi. Anti emperyalizm ile mücadele ki bu noktada Rojava’nın şöylesi bir önemi var; Ortadoğu’da bir dönem kapanırken, Şii-Sünni ekseni genişletilmeye çalışılırken Rojava yeşeren yeni bir yaşam fikri haline geldi. Bence o açıdan Rojava’nın böylesi bir önemi var. Bugün Rojava, Ortadoğu açısından, emperyalist güçler açısından bir çıbanbaşı niteliğinde. Bu çıbanbaşı olma niteliğinin bizim yeni bir yaşam mücadelesi olarak kavramamız gerekiyor ve anti emperyalist ekseni de geçmesi gerekiyor. Solun bu temel başlıklar altında yan yana durabilme kudretini göstermesi gerekiyor. Bu yan yana durma kudreti gösterildiği ölçekte ben seçimler sürecinin de, toplumsal muhalefetin gelişmesi sürecinde de ciddi adımlar atılacağı kanaatindeyim. Çünkü iktidar, yönetememe ve krizlerin içerisinde. Yapabileceği tek şey de facto rejimini toplumsal muhalefeti zayıflatarak, ona saldırarak yeniden hegemonyasını tesis etmesi gerekiyor. Bu manada bizim barikatlarımızı ufak ufak kurmaya başlamamız gerekiyor. Bu manasıyla bir barikat girişimi, yan yana gelmeyi sağlamamız gerekiyor. Bu manada HDP, ÖDP’ye doğrudan olumlu bir mesaj verdi, çok samimi bulduk. O açıdan HDK’nın, HDP’nin, kadın hareketinin, emek güçlerinin yan yana durabileceği, her verinin bir toplumsallığa iz düşüm yarattığını gören bir yerden yan yana gelişi sağlamamız gerekiyor. Ama şu an biraz uzağındayız. Doğru bir özeleştiri ve rekabetçi bir ilişki tarzından koparak yan yana dizilme noktasında bir süreç inşa etmemiz gerekiyor.
Siyaset: Genel Başkanı’nızın CHP ile kurumsal ittafak yapılması gerektiği yönünde açıklaması var, yanılıyor muyum?
Deniz Demirdöğen: Şöyle yanılıyorsun, bizim sosyal demokratların, Kürt hareketinin ve geniş bir yelpazede yan yana durabilmesinden kastımız aslında sol bir blokun, sol bir cephenin inşası. Bizim çağrımız CHP içerisinde çeşitli sol güçler olduğundan dolayı biz CHP’ye bu çağrıyı yapıyoruz. Ama CHP kendini sağa kırdığı için onun içerisindeki sol güçlerin asıl yerinin burası olduğunu, bu toplumsal muhalefet içerisinde olması gerektiğine dair bir çağrı. Biz, hem seçimlerde hem de geniş bir yan yana geliş zemini olması gerektiğini düşünüyoruz. Muhalefetin, muhalefet ettiği düzlemi doğru bulmuyoruz.
Mehmet Karaoğlu: Sol güçlerin aslında yan yana gelişi çok kritik bir başlık. Bizim açımızdan 2011’deki “Hayır” deneyimi önemli bir deneyimdi, değerli bulduğumuz bir deneyimdi. Kuşkusuz bu tür başlıkları önemsiyoruz. Önce kısaca seçimlere değinmek istiyorum sonra genel tabloya değineyim çünkü seçimler önemli olmakla birlikte en önemli şey değil bizce. Biz parti olarak seçimlere dair temel tek bir bağlayıcı karar aldık, Birleşik Haziran Hareketi ile birlikte hareket edeceğiz. Birleşik Haziran Hareketi ile bu süreci tartışacağız ve birlikte hareket edeceğiz, bu anlamda parti olarak tavrımızı Birleşik Haziran Hareketi ile birleştirmiş bulunuyoruz. Birleşik Haziran Hareketi de yerel meclislerinden başlayarak bu süreci tartışacak ve seçim politikasını belirleyecek. Bu anlamda CHP ya da HDP ve HDK’ya herhangi bir şey söyleyemem. Bizim görüşümüz, Birleşik Haziran Hareketi’nin partili ya da partisiz bütün bileşenleri ile birlikte tartışıp orada karar almaktır. Dolayısıyla o tartışma sürecini beklememiz gerekiyor. Saydığınız seçeneklerden hangisinin çıkacağı Birleşik Haziran Hareketi meclislerinin tayin edeceği bir şey olacaktır. Seçimlere nasıl gireceğimiz de çok önemli ama Türkiye’nin bugünkü tablosunda aslında neye ihtiyaç olduğuna dair şöyle temel bir yaklaşımımız var; biz aslında buna beşinci güç haline gelmek diyoruz, Türkiye’de siyaseti bir futbol sahasına benzetecek olursak aslında sahada dört ana unsur var, AKP, CHP, MHP ve Kürt hareketi. Sosyalist hareket buraya beşinci güç olarak sahaya çıkmalı. Bu anlamda, Birleşik Haziran Hareketi’nin beşinci güç olarak ortaya çıkması gerektiğini düşünüyoruz. Bu, CHP ya da HDK içinde başka sosyalistler yok demek değil. Kuşkusuz buralarda da var ve bu anlamda sosyalist hareket, ulusal hareket gibi keskin bir ayrım üzerinden bakmıyoruz. Tabii ki sosyal demokrat partinin tabanında, içinde sosyalistler vardır, ulusal hareketlerin de içinde sosyalistler olabilir ancak biz sosyalist hareketin bağımsız bir beşinci aktör olarak sahaya çıkması gerektiğini, Türkiye’nin buna ihtiyaç duyduğunu düşünüyoruz. HDK bu ihtiyacı karşılayabilir miydi sorusuna aslında Haziran sonrasındaki süreçe baktığınızda aslında karşılayabilecek olsaydı bence HDP kurulmayabilirdi. Ama bence burada şu rol oynadı; HDK’nın Haziran direnişine destek olmakla birlikte zaman zaman tereddüt göstermesi bence bu anlamda önemli bir parametre olarak görüldü. Yani destek oldu ama zaman zaman “darbeciler vardı orada” gibi bir söylem oldu, örneğin bu önemli bir faktördü. Bir yandan da şöyle bir şey var; AKP karşıtı toplumsal kesimler açısından, bizim mücadelemiz açısından da bizim şöyle bir boyutumuz var; biz örneğin Cumhuriyetçilik, laiklik, anti emperyalizm gibi önemli siyasi başlıkları parti olarak önemsiyoruz. Burada cumhuriyetçilikle kast ettiğim, birinci Cumhuriyet’in restorasyonu değil, geçmişteki cumhuriyeti yeniden ayağa kaldırmak değil, bizim, yeni bir sosyalist veya üçüncü bir cumhuriyetçi diyebileceğimiz bir perspektifimiz var. Biz laikliği önemsiyoruz. Günlük hayatınızda seküler bir yaşam tarzınız oluyor ama siyaseten de laikliği savunuyor olabilirsiniz, aydınların çoğunun günlük hayatlarında seküler bir yaşam tarzı var ama hepsinin AKP’ye nasıl destek olduğunu, Türkiye’de gericiliğin, şeriatçılığın yükselmesinde, geçmiş dönemde, özellikle AKP’nin ilk yıllarında nasıl destek olduğunu biliyoruz. Bu anlamda günlük yaşamda seküler olmak yetmiyor. Siyaseten laikliği “ama”sız, “fakat”sız savunmak… Bu şekilde savunmayı biz önemsiyoruz. Bunun dışında anti emperyalizm başlığı bizim için çok önemli. Bu yalnızca genel bir bağımlılık söylemi değil, örneğin Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı durmak.
Siyaset: Mesela HDP sekülerliği savunmuyor mu?
Mehmet Karaoğlu: HDP açısında demiyorum ama Kürt ulusal hareketinin özellikle Rojava ile birlikte sekülerliği savunan bir konumda olduğu çok açık olarak ortaya çıkmıştı, bunu biliyoruz zaten. Ancak, şu anda olmasa bile daha somut olarak bir laiklik mücadelesinin önümüzdeki günlerde çok bilinir bir gündem maddesi haline geleceğini görüyoruz. Ben onlar savunuyor ya da savunmuyor tartışması açısından demiyorum ancak kesin bir cumhuriyetçilik ve kesin olarak anti emperyalizm, bunlar önemli siyasi başlıklar. Burada, kesinlikle mutlak olarak Kürt hareketine şöyledir ya da böyledir demek istemiyorum ama buralarda belli netliklere ihtiyaç var. Haziran direnişinde Kürt hareketinin gösterdiği tereddüt sonucunda ve bu anlamda HDK’nın bu boşluğu dolduramayacağını bence gösterdi. O boşluğu doldurabilecek olsaydı zaten doldururdu. Birleşik Haziran Hareketi’nin kurulmuş olması aslında bunun doldurulamadığını gösteriyor. Bu anlamda, dediğim gibi CHP ve HDK’da sosyalistler olmakla birlikte sosyalist hareketin kendi başına bağımsız bir güç haline gelmesi için Birleşik Haziran Hareketi’ni çok önemli buluyoruz bu bağlamda. Sonuç olarak, önümüzdeki süreçte hiçbir iletişim olmayacak gibi bir şeyi kast etmiyorum, seçimler için Birleşik Haziran Hareketi seçim konjonktüründe belli kararlar alabilir ama biz, sanırım seçimler 7 Haziran’da olacak, 8 Haziran’da Birleşik Haziran Hareketi’nin çok daha güçlenmiş bir şekilde Türkiye’de siyaset sahnesine çıkmasını istiyoruz ve parti olarak politikamız da bu yöndedir. Demin dediğim siyasi öncelikler yani sosyalist cumhuriyet ya da genel olarak cumhuriyetçilik, laiklik, anti emperyalizm, bağımsızlıkçılığı bir ayrım noktası çizmek anlamında söylemiyorum ama bunlar çok önemsenmesi gereken ve örneğin Türkiye’deki laik duyarlılık, cumhuriyeti savunan kesimlerin duyarlılıklarının önemsenmesi gereken başlıklar. Bunlar illa bir ayrım noktası, Birleşik Haziran Hareketi ve HDK’yı ayıran başlıklar olmak durumunda değil. Aslında burada tereddütlü veya kesinleşemeyen, netleşemeyen tarafın daha çok HDK olduğunu düşünüyorum. Birleşik Haziran Hareketi bu başlıklarda çok net aslında ve çok net tavırlar koyuyor ama dediğim gibi Haziran direnişinde örneğin “darbeciler de var” denmesi talihsiz bir şey olmuştu. O önemli bir gösterge. O milyonların sokağa çıktığı bir yerde herkes vardır. Haziran kitlesi içerisinde AKP’ye oy vermiş insanlar bile vardı ama orada olayın bütününü görememe hali vardı bence. Birleşik Haziran Hareketi her durumda, seçimlerden bağımsız olarak, seçimler hiç olmasa bile, olsa da güçlenmesi gereken, Türkiye’de sosyalist hareketi beşinci güç olarak siyaset sahnesine çıkarması gerekiyor. Biz böyle düşünüyoruz. Seçim bir konjonktürdür. Seçimlerde işbirlikleri yapılabilir. Bu konuda kesinlikle olmaz ya da kesinlikle olur gibi bir tavrımız yok. Biz Birleşik Haziran Hareketi ile birlikte aldığımız karara uyacağımızı söylüyoruz.
Kemal Peköz: Hem Kürt hareketi olarak hem de HDP olarak şimdiye kadar Türkiye’de sosyalist ve demokrat güçlerin birlikteliği için sürekli çaba sarf etmeye başlamıştık zamanında şimdi de bu çabayı sürdürüyoruz. Onun için doğrusu arkadaşların yaklaşımlarını çok anlayabilmiş değilim. Seçim sürecine giriyoruz, hem karşımızda ceberut devletleşmiş bir AKP iktidarı söz konusu, hem buna karşı muhalefette tek cepheyi oluşturmak için bir çaba içerisinde olacağız hem de onun önüne daha fazla başka bir şeyi koyup sanki seçim çok tali bir durumdaymış gibi bir bakışı olması arkadaşların, ikincisi HDP’den bir özeleştiri bekliyor olmalarını anlamış değilim açıkçası. Çünkü HDP ve Kürt hareketi olarak biz bugüne kadar eksiklerimiz olduğu zaman açık yüreklilikle özeleştirimizi anında veren bir hareket durumundayız. HDP de benzer şeyleri yapıyor. Daha iki gün önce Selahattin Demirtaş gazetelerde çıkan röportajlarında bazı konularda özeleştiri yapmamız gerektiğini söyledi. Eksiklerimiz olduğu zaman ifade ediyoruz ama birlikler yaratılmaya çalışılırken bu tür şeylerin ortaya konmasının birliklerin önünde engel oluşturacağını düşünüyoruz açıkçası. Dolayısıyla bu tür konuşmalarımızı yaparken ayrım noktalarını değil de daha çok birlik noktalarını öne çıkarmak durumundayız. Ayrılık noktalarımızı ortaya koyarsak her birimizin ayrı noktaları var. HDP’nin içerisinde 8-9 tane parti var, HDK’nin içerisinde daha fazla kurum ve kesim var, bu arkadaşların tamamına yakını biz de dahil olmak üzere ayrı birer tane partimiz var ama bir de orada üst kurum olarak üstte duran bir parti ve bir hareket, bir kongre var. Aynı olsaydık o zaman partilerimizi muhafaza etmemize gerek kalmazdı, bileşenlerimizin hiç birisinin partisini muhafaza etmesine gerek kalmazdı, bir parti çatısı altında birleşirdik ve o zaman yürür giderdi. Ama bizim mutlaka yaklaşımlarımızda ayrılık noktalarımız var ki biz bunu bu şekilde yapmıyoruz da bir üst çatı olarak oluşturduğumuz yerde birlikte oluyoruz. Kaldı ki Kürt hareketi AKP’ye karşı muhalefetinde çekinceli davrandığını söylemek de bana doğru gelmiyor açıkçası. 2012 Ekim-Kasım Aralığından başlayarak bugüne kadar geriye dönüp baktığınız zaman Kürt hareketinin ve sonradan HDK ve HDP’nin AKP’ye karşı hemen hemen hiçbir muhalefet kesiminin yapamadığı muhalefeti gücü ve imkanlarıyla yaptığını hep beraber görüyoruz. 2002-2004’te de yine ittifaklar ve benzeri işbirlikleri sürecinde o zaman Alper arkadaşımız da görüşmeler komisyondaydı ben de HADEP olarak o komisyondaydım, o zaman da görüşmeler oluyordu, o günden bugüne yaklaşımlarımızda o anlamda bir değişiklik yok. Biz Türkiye’de gericiliğe, sömürüye karşı olan, emekten, özgürlüklerden yana olan, hak ihlallerine karşı olan herkesi bir arada olması için ortak noktalarımızın olduğunu ve bulunabileceğini, bundan her zaman birden fazla olduğunu ve onun için de bir arada olmanın Türkiye’nin geleceği için katkı yapacağını düşünüyoruz. Ama bunun içerisinde zaman zaman CHP yine gündeme gelmişti, CHP ile görüştüğümüz sıralarda CHP-HADEP ve DEHAP olarak daha sonra “tamam sizinle işbirliği yaparız, sizi destekleriz ama desteğimizi açıklamayın, el altından kendi taraftarlarınıza bildirin fakat gazetelere yansımasın. Seçimlerde 15 tane kontenjan veriyorum ama bu da bilinen kesimler, merkezi yöneticiler olmasın. Biz kendi örgütlerimize sorarak tespit ederiz” gibi yaklaşımlarla gayri ciddi, son derece ilkesiz bir tutumla yaklaşıldı. Biz doğrusu bu tür görüşmelerde ve bu tür birliklerde tek başına AKP karşıtlığının yeterli olmadığını düşünüyoruz. Türkiye’nin demokratik gelişmesinin önündeki engellerin kaldırılması için yapılması gereken kuralların ve kaidelerin, ilkelerin ortaya konması gerektiğini düşünüyoruz. Bu ilkeler çerçevesinde ancak bir araya gelirsek sonuç alırız. Onun dışında bir seçimde üç oy fazla almışsın beş oy eksik almışsın, bunun çok fazla bir anlamı olduğunu düşünmüyoruz. AKP’ye de en iyi muhalefeti şu anda HDP ve HDK’nin yaptığını düşünüyorum. Herkes kendi açısından belli muhalefet ediyordur ama bizim belki imkanlarımızın daha fazla olması, kitlemizin daha organize ve daha örgütlü olması itibariyle bir de çok sayıda partinin ve hareketin bir araya gelmesi nedeniyle daha görünür kılıyor bu muhalefeti. Fakat bu bizim dışımızda olan çevrelerin güçlerini küçümsemek ya da onları yok saymak anlamına gelmez hiçbir zaman. Biz her alanda. her platformda bizim dışımızda kalan, biraz önce sizin dediğiniz çerçevenin içerisine giren kesimlerle gerek işbirliğinde gerek birlik olmaktan gerek ittifak etmekten gerekse beraber iş yapmaktan her zaman mutluluk duymuşuzdur ve hiçbir zaman bundan kaçınmamışızdır bundan sonra da böyle bir şeyden kaçınmayız. Ama ben özellikle CHP’nin böyle bir aşamada ortaya konması, CHP sanki olmazsa olmaz gibi yaklaşılmasını da doğru olduğunu düşünmüyorum. Çünkü CHP pozitif politika yapmıyor negatif politika yapıyor bizim ihtiyacımız pozitif politikadır ve önümüzdeki dönemde eksikleri değil alternatif politika ve yaklaşımlar ortaya koymamız gerekir. Özellikle AKP’nin Alevilere ve Kürtlere ve emekçilere karşı olan tavırlarının çok net olarak ortaya konması, alternatiflerinin de net olarak ortaya konması gerekiyor. Bu da ancak birlikte olunan kesimlerle ortaklaşılarak ortaya konulabilecek şeylerdir. Değilse herkes kendi cephesinden ortaya koyar ama parçalı bir duruş olur. Oysa ki şu anda yüzde 50’ye yakın, en azından yüzde 40’n üzerinde olduğu tahmin edilen oy potansiyeli olan, kemikleşmiş, devleti tamamen kontrolüne almış devlet partisi durumuna dönüşmüş ve kendisi dışındaki her kesime parmak sallayan, tehdit eden, aşağılayan, horlayan, her kesime yol göstermeye çalışan, herkese üstten bakan bir iktidarın sürdürülmesinin zeminini başka türlü engelleyemeyiz. Birlikte olmamız lazım. İlkelerimizi net olarak koymalıyız ve Türkiye’ye ne yaparsak ne getireceğini önümüze koyup bunları tartışmamız halinde AKP’nin gerilemesi söz konusu. AKP’nin geriletilmesi mutlaka şarttır ve gereklidir ama bunun için de herkesin tabiri caizse eteklerindeki taşları döküp ortaya net olarak çıkması ve söylemek istediklerini, başkasının eksikleri üzerine değil de birliklerini ya da ortak noktalarını öne çıkararak yapmasından yanayım.
Nuray Sancar: Halk güçlerinin, siyasi kesimlerin birliğe yönelik arayışlarının özellikle seçim döneminde özel bir önem taşıdığını düşünüyorum. Şimdiye kadar aslında pek çok birlik arayışları, birlik görüşmeleri, birlik çabaları oldu ama bunlar daha önce özellikle siyasi grupların bir araya gelme çabalarıyla ilgili ve çoklukla seçim dönemlerinde ortaya çıkan arayışlardı. Bu seçimlerde bu birlik çabalarının özel bir anlamı var çünkü bir tanesi Kürt hareketinin bir müzakere sürecine, barış sürecine girmesi ve bu görüşmeleri başlatması, dolayısıyla ağırlıklı olarak bir siyasal mücadelenin gündeme gelmesi ve bunun da dolayısıyla bir parlamenter mücadele ile kendisini ifade edebileceği alanlarının olması. Dolayısıyla bu talebin ortaya çıktığı bir birlik arayışı oldu, HDP ve HDK bir seçim ittifakı olarak oluşmadı aslında, Kürt sorununun barışçıl çözülmesinin temel demokratik bir mesele olduğu anlayışında birleşen kesimler açısından ve bunun yanı sıra farklı mücadele alanlarının, hareket halinde olan kesimlerin bir araya gelme potansiyelini taşıyan bir ittifak olarak oluştu. Diğer yandan da Gezi direnişinin ortaya çıkardığı bir tablo vardı. Gezi direnişi halk kesimlerinin bir araya gelme isteğinin apaçık pratik bir ifadesi olarak ortaya çıktı. Fakat Gezi sönümlendikten sonra oraya katılan insanlar nereye gitti derseniz, bir kısmı kendi örgütlerine, partilerine gittiler, farklı farklı ittifaklar yaptılar bir kısmı da başka mücadelelere gittiler. Yani Gezi direnişi söndükten sonra orada olan insanların kimisi Validebağ direnişinde, kimisi HES mücadelesinde, kimisi sendikal mücadelede, kimisi Birleşik Haziran Hareketi’nde oldu. Dolayısıyla bizim elimizde somut, tutulabilir, ölçülebilir Gezi diye bir şey yok, yani Gezi’ye katılanların oluşturduğu bir monoblok oluşum yok. Dolayısıyla bu ittifakın bunu gözeterek oluşturulması gerektiğini düşünüyorum. Gezi’de insanları bir araya getiren şey bir talepti, bu basitçe herkesin birlikte hareket etmesini kolaylaştıran bir şeydi. Gezi Parkı’nda yapılması planlanan kentsel düzenleme projesine karşı oluşturulmuş bir ortak refleksti ve bu refleksin gösterildiği andan sonrasına kadar oraya katılan herkesin farklı farklı fikirleri vardı. Dolayısıyla eğer Gezi’den bir ders çıkarılacaksa bütün kesimlerin aslında bizi bir araya getirecek ortak talepler üzerinden, ortak bir mücadele ekseni üzerinden hareket etmesine gerek olduğunu düşünüyorum. Eğer o Gezi direnişinde filancanın şu problemi var ötekinin bu problemi var, öteki yeterince anti emperyalist değil, şu yeterince laik değil diye bir ölçütümüz olsaydı Gezi direnişi olmazdı. Gezi direnişinin ortaya çıkış amacını kolaylaştıran etken bu değil, bunları yok saymasıdır aslında. Dolayısıyla her partinin, her görüşün kendisine ilişkin bir programı vardır ama halk güçlerinin bir araya gelmesini kolaylaştıran asgari programı bizim talepler üzerinden oluşturmamız gerekiyor. Başka türlü bir araya gelmemiz mümkün değil. Diğer yandan bu seçimlerdeki ittifak arayışlarını önemli kılan bir değer önemli şey; dünyadaki genel durum. Bakıyorsunuz, özellikle 2011’de başlayan Arap isyanlarından itibaren Akdeniz havzası hem güney hem kuzeyinde halklar aslında hem bir yandan işte Yunanistan’da olduğu gibi, kaç yıldır mücadele ediyorlar, devletle çok şiddetli karşı karşıya geldikleri anlar oldu, genel grevler yapıldı ama bakıldığında Yunanistan’daki halk açısından hala mevcut demokrasi, parlamenter yolla bir şeyleri düzeltme hallerinin çok da aşılmadığını aslında, halkın olanca radikal söylemine ve çabalarına rağmen hala insanların mevcut burjuva demokrasisinden umudunu kesmediğini görüyoruz. Diğer yandan da birlikte bir güç arayışı, birlikte bir güç olma ve Meclis’e gelerek bir şeyleri değiştirebileceğine dair inancı hem koruyarak hem de bunun olanaklarını zorlayarak son seçimlerde SYRZA’nın ortaya çıkardığı tabloda görüyoruz. Onun dışında İspanya’da PODEMOS hareketi doğdu. Tunus’ta Tunus Halk Cephesi doğdu. Bu süreçte, özellikle mücadelelerin yoğunlaştığı süreçte halk hem şimdiye kadar olmadığı kadar geniş kitlesellikle radikallerle birlikte eylemler yapıyor hem de yoğun olarak bir araya gelme çabasında ve cepheleşme eğilimi var bu mücadelelerin ortaya çıktığı havzalarda. Cephe türü örgütlenmelerin bir sonuç olduğunu, Türkiye’nin de bundan bağımsız düşünülemeyeceğini söylemek gerekir diye düşünüyorum. Türkiye’ye geldiğimizde, Akdeniz havzasındaki gelişmelere de bakarak Türkiye’de eğer Gezi’yi başlangıç olarak alıyorsak, tabii Kürt hareketinin daha eski mücadele geleneği var ama Gezi bir kesişme noktasıysa eğer bu süreç HDP, HDK ve Birleşik Haziran Hareketi’ni ortaya çıkardı. Bu süreçte Birleşik Haziran Hareketi ve HDK-HDP’nin özellikle seçim döneminde, AKP iktidarına karşı sadece AKP iktidarına karşı değil çünkü sonuçta AKP aslında bir devlet refleksinin en kristalize olmuş, neo liberal politikaların çok büyük bir saldırganlıkla uygulandığı koşulların önünde olan bir parti ve artık bu devlet reflekslerinin en berbat biçimde kendisinde tezahür ettiği bir parti, dolayısıyla AKP’ye karşı bu güçlerin birleşebilmesinin önünde bence hiçbir engel yok kısa vadede, bu bir seçim platformu olarak ele alındığında. Onun dışında ama Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin en geniş demokrasi güçlerini kapsamaya, en geniş demokratik talepler etrafında birleştirmeye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bu konuda hem Birleşik Haziran Hareketi’ni oluşturan partiler olarak geçen ay içinde bir takım görüşmeler yaptık arkadaşlarla, aslında herkesin birlik ihtiyacına dair söylemlerde ortaklığı var. Birlik olunması gerektiğine dair söylemler var ama öbür taraftan barajlarımız da var bizim. Mesela demin arkadaşımızın söylediği Gezi direnişinde Kürtlerin ikircikliğinden bahsetmesi gibi. Ama diğer yandan da tabii Kürt halkı daha iyi söyleyebilir ama şeytanın avukatlığını yapmak gerekirse, 30 yıldır savaşan bir halk var ve Türkiye’de sol hareketin bu mücadeleye karşı yaklaşımının çok hayır hak olduğunu söyleyemeyiz. Eğer bu bir baraj olarak kabul edilseydi HDK de HDP de kurulamazdı diye düşünüyorum. Dolayısıyla özellikle Birleşik Haziran Hareketi’nde yer alan arkadaşların bu geçmişe dair barajları öne sürerek değil de önümüzde oluşabilecek, hani hepimiz yeni bir Türkiye’den bahsediyoruz, emek Türkiye’sinden bahsediyoruz, laikliğin önemli olduğunu söylüyoruz, mücadele ortaklıklarının önemli olduğunu söylüyoruz ve bu birlikteliğin Türkiye açısında yaratacağı olumlu şeyleri söylüyoruz, dolayısıyla bu birliktelik açısından gerçekten ciddi bir çaba harcanması gerektiğini düşünüyorum. Diğer yandan benim partim bir HDK bileşeni, HDK’nin sağladığı, başlangıçtaki kuruluş iddialarına uygun bir genişlikte kendisini henüz örgütleyemediğini, bunun örgütlenememesinin önünde aslında hiçbir engel olmadığı halde bir takım önceliklerin kendisinin elini kolunu bağladığını, burada şu eleştiriye katılıyorum; Kürt sorunu ile müzakere sürecinin bir öncelik haline geldiği ki bu doğaldır, öncelik olmalıdır ama diğer alanlara dair, diğer demokratik taleplere dair HDK’nin aynı oranda bir refleks göstermesi konusunda bir sorun yaşadığı söylenebilir. CHP ve CHP tabanı diye ikiye böldüğünüz, onları ancak örgütsüzleştirdikten sonra kabul ettiğiniz bir şey olabilir mi bilmiyorum ama şu söylenebilir tabii ama o zaman bu herkes için söylenebilir, mücadele eden kesimlerin birliği, bir mücadele alanı varsa örneğin bu İskenderun Demir Çelik işçileri geçen yıl greve gittiler, AKP’ye oy veriyordu oradaki işçiler, Ülker direnişindeki işçiler AKP’ye oy veriyorlardı. Mücadele alanlarında oluşmuş kesimlerle yapılacak bir ittifak, taban-örgüt ikilemi arasındaki şeyi ortadan kaldıracak bir şeydir. Tabii ki CHP içerisinde nitelikli unsurlar vardır, parlamentoda olanlar vardır filan ama bunlar üzerinden karşımızdaki bir bloku, CHP dışında bölebileceğimizi düşünerek bir ittifak çağrısı çok da anlamlı olduğunu düşünmüyorum. Talep üzerinden yapılması gerekir bunun. Yani mücadele eden kesimlerin birlikteliği üzerinden yapılmalıdır böyle ittifak çağrıları diye düşünüyorum. Son bir şey olarak, laiklik meselesini biz de çok önemli buluyoruz, laiklik için mücadele etmek gerçekten çok önemli. Özellikle Fransa’da gerçekleşen Charlei Hebdo saldırısından sonra ciddi bir sorun olarak gündeme gelmiştir ama laiklik kendi başına ideolojik bir şey değildir, bu ideolojinin dayandığı nesnel koşullarının olması gerekir. Örneğin Türkiye’de Birinci Cumhuriyet’in savunduğu gibi bir laiklik anlayışının laiklik olduğunu düşünmüyorum. Emperyalizmin savaş ve kışkırtma politikalarına karşı çıkmadan, Ortadoğu’daki gericiliği, IŞİD’i, ÖSO vs ve bütün bunları besleyen emperyalist politikaların eleştirisini yapmadan, örneğin şimdiye kadar Kürt sorunu konusunda sesini çıkarmayan bir CHP’nin algıladığı anlamda, o politikalara karşı çıkmadan bir laiklik savunusunun yapılabileceğini düşünmüyorum. Dolayısıyla laiklik çok önemlidir ama bu düzeyden savunulursa önemlidir. Dolayısıyla biz taleplerimizi yan yana koyduğumuzda böyle bir tablo çıkıyorsa ortaya CHP de buraya dahil oluyorsa o onun çelişkisidir.
Halit Elçi: Emek, barış, özgürlük güçlerinin ittifakı için koşullara baktığımız zaman aslında olabilecek en iyi koşulların ortada olduğunu söyleyebiliriz. Geçmişte var olan ön yargıların ciddi ölçüde kırıldığını veya kırılmaya yüz tuttuğunu söyleyebiliriz her şeyden önce. Rojava örneğini verdik baştan konuşurken, Rojava çok önemli bir seküler yaşam biçiminin öncü gücü olarak ortaya çıktı. Ortadoğu açısından Türkiye’de olduğundan çok daha fazla bir güç olarak ortaya çıktı. Filiz olarak tarif etti arkadaşımız, doğru, orada bir yeni yaşam filizi ortaya çıktı. Bu önemliydi ve bu Türkiye’de sadece Fırat’ın batısındaki modernler değil, Türkiye sosyalistleri arasında da olan bir takım ön yargıların yıkılmasında önemli bir unsur oldu diye düşünüyorum. Aslında Gezi direnişi tam da bir AKP’nin kurmakta olduğu bu otoriter rejime karşı çok güçlü bir ittifak alanının olduğunu ortaya koydu ve bunların bir araya gelebileceğini kanıtladı Gezi direnişi. İttifak ve birlik açısından baktığımızda bu tür avantajlarımızla gidiyoruz seçime doğru. Laiklik ve seküler yaşam meselesi giderek önem kazanıyor aslında. AKP’nin o muhafazakar yönünün giderek açığa çıkması ile birlikte, bunda bir sürü faktör etkili olabilir. Kendisini güçlü hissetmesi olabilir, başka çaresi olmadığı için buraya yöneldiği söylenebilir, kendi tabanını konsolide edebilmek için daha muhafazakarlaşmaya yöneldiği söylenebilir fakat açık bir gerçektir ki işte kadınların bedenine el uzatıyor, aileyi güçlendirmeye çalışıyor, çocuğa el atıyor, esnafı kışkırtıyor, din derslerini daha fazlalaştırıyor okullarda, alt düzeylere doğru indiriyor, bütün bunlar aslında toplumda var olan o seküler yaşam tarzına sahip olan kesimin bir araya gelmesini artık zorunlu hale getirmiş durumdadır. Bu açıdan Kürtlerle ilgili olan önyargıların da ciddi ölçüde yıkıldığını dikkate alırsak bir ittifakın olanağı her zamankinden daha fazla vardır bugün. Burada Aleviler açısından keza, uzun süredir Kürtlere karşı ciddi sınırlamaları, önyargıları olan Aleviler açısından da ciddi bir baraj yıkılması olmuştur bana göre. Bütün bunlarla birlikte baktığımızda ben solun daha önyargılı davrandığı kanaatindeyim. Mesela Kürtlerle ilgili mesafe konusunda ciddi ölçüde halktaki o barajların yıkıldığı kanaatindeyim. Demirtaş kampanyası, “Yeni Yaşam” çağrısı ve Demirtaş’ın ifade ettiği düşünsel ve kültürel platform aslında halk içinde Kürtlere olan o sınırın rahatlıkla aşılabildiğini göstermiştir. Sol hareket içindeki bir kısım arkadaşımızda “eğer biz Kürtlerle çok yan yana durursak şoven eğilimlerden dolayı işçileri, halkı örgütleyemeyiz” gibi bir bakış var açıkçası. Bunu hayat boşa çıkarmıştır. Kaldı ki pek çok direniş bunu göstermiştir. Tekel direnişi de bunu göstermiştir, Gezi direnişi de bunu göstermiştir. Direnişin başladığı anda Kürtlerle olan önyargılar kırılmaktadır ve burada da önemli adımlar atıldığı kanaatindeyiz. Buradan emek hareketine geçersek, yeni bir kriz açık açık geliyor. 2015 yılı içerisinde işsizlik oranları yükselmeye başladı ve dünyadaki krizin yeni aşamaya geçeceği yeni bir dalga başlayacağı yönünde ciddi göstergeler var, bizim bu gelen dalgaya karşı da direnme konusunda aciliyetimiz var ve önyargılarımızdan kurtulmaya ihtiyacımız var. Sorun hep anti emperyalizm meselesinde döndüğü için cevap vermek istiyorum, denebilir ki Kürt hareketinin çok açık bir anti emperyalist tavrı yoktur, örneğin ABD hedeflerine hiç saldırmamıştır bugüne kadar ya da açıkça bu tür beyanlarda bulunmaktan kaçınmıştır ama bu anti emperyalist bir nitelikte olmadığı anlamına gelmez. Tam tersine Kürt hareketinin bir ulusal yanı olduğu gibi bir özgürlükçü yanının da olduğunu çok güçlü bir yanının olduğunu da dikkate almalıyız. ABD açısından- ki bu Rojava’da, Şengal’de görülmüştür- sadece laiklik açısından değil halkların kardeşliği ve emperyalizm açısından da görülmüştür bu ve bunun emperyalizm tarafından hoş karşılanması falan söz konusu değildir. Kürt hareketi şu anda bir takım konjonktürel nedenlerle, örneğin Rojava’da bombalama yapılıyor ama o bombalamalar belli sınırlar içinde yapıldı yani Rojava’yı aynı zamanda hem ortadan kaldırmayacak hem de IŞİD’i de geriletmeyecek tarzda yapıldı uzun süre. CHP ile ilgili ise, CHP parti olarak asla solla ittifak yapmak niyetinde değildir yapacak kapasitesi de yoktur. CHP’de iki ana eğilim var, bir ulusalcı eğilim ki bu giderek zayıflıyor ama diğer eğilim ise liberal eğilim. Pragmatist bir liberalizmi savunan bir eğilim. Oy kazanabilmek için yönünü sürekli MHP’ye çevirmiş bir CHP işte. Son cumhurbaşkanlığında olanı gördük. İçlerinde sol sosyal demokrat diyebileceğimiz bazı kesimler var gerçekten de ama bunlar çok zayıf. Bu anlamıyla bir ittifak gücü olarak görmek çok zor. Bunların aslına çekilebilmesi gerçekten de çok iyi olurdu ve çok büyük bir dalga yaratma imkanı olurdu fakat böyle bir seçimde olmuyor bu. Örneğin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP içinden bazı kesimlerin el altından desteğinin olduğunu biliyorum ama bu seçimde olmaz örneğin. Genel seçimlerde böyle bir ihtimal yoktur. HDK ve HDP’yi biz parti olarak başından beri çok önemli ve çok ileri bir adım gördük ama bütün sosyalistleri HDK’ye çağıramayız, şu andaki objektif durum buna uygun değil ama HDK ve HDP ile örneğin Birleşik Haziran Hareketi’nin bir araya gelmesi bugünkü koşullarda bir aciliyettir, bir ihtiyaçtır ve mümkündür. Bunun yaratacağı sinerji gerçekten de AKP’yi çok güçlü bir biçimde geriletebilecek büyük bir baraj oluşturma olanağı sağlayacaktır.
Siyaset: AKP’nin Kürt meselesine yaklaşımının oyalayarak sürndürme siyaseti olduğu açık bir biçimde ortaya çıktı. Kürt özgürlük hareketinin sözcüleri de, Öcalan da, Kandil de bu gerçeğin altını çiziyorlar ve çözüm için bir takvim ortaya koyuyorlar. Belli ki, seçimin öncesinde ya da sonrasında Türkiye ciddi bir savaş ortamı ile yüz yüze gelecek. Bunun hem seçimler üzerindeki etkisi hem de seçim sonrası Türkiye üzerindeki etkisi ne olur? Sadece bu spesifik bağlamda konuşmakta fayda var. Niçin? En başta söylediğim gibi muhtemelen yeni bir “Kürt savaşı” geçmiş olduğu biçimlerin dışında biçimler kazanacakmış gibi görünüyor. 6-8 Ekim Kürdistan Serhildanı’nın Türkiye’ye yansıma biçimleri bunun tüm işaretlerini verdi. AKP’nin paramiliter grupları kışkırtması, sokağa davet etmesi, HÜDA PAR’ı bir saldırı odağı olarak örgütleme girişimleri bunu ortaya koydu. O nedenle kritik bir sürece giriyoruz. Bu meselede ne düşünüyoruz?
Kemal Peköz: 30 yıldır süren bir savaş var. Bu savaşı sürdüren Kürt özgürlük hareketi hiçbir zaman devlete ya da devleti yöneten iktidarların insafına güvenmedi ve kendi gücünün dışında da ayrıca Türkiye’deki demokrasi güçlerinin dayanışması ve mücadelesine güvenerek o mücadeleyi sürdürdü. Savaşı yapmak daha kolay ama barışı yapmak her zaman çok daha zordur şu anda da bunu çok daha net olarak görüyoruz zaten. Barış süreci diye tarif edilen müzakere sürecinin başladığı günden bu yana AKP birkaç sefer isim değiştirdi ve en sonunda “çözüm süreci” dedi. Aslında çözüm süreci derken Kürt sorununun çözümünü çok da hedeflediğini düşünmek imkansız. Aslında hareketi çözmek istiyor. Bunu denedi de. Hem içine hem dışına bir şeyler yapmaya çalıştı, kendine göre Kürtler yaratmaya çalıştı, dışarıda 30-40 yıldır aslında siyaseten varlıkları neredeyse sona ermiş insanları getirip halkın önüne koydu, bu şekilde çözebilir miyim diye bir çaba içerisine girdi ama çözemedi. Fakat sonuçta bir çözüm sürecini işletiyorsanız ve barış sürecine ulaşmak istiyorsanız karşınızda bir muhatap lazım. Devletin güçlerini organize eden, onu yürüten, onu kontrolünde tutan bir mekanizma lazım bu da şu anda AKP’dir. Dolayısıyla AKP dışında muhatap bulmak çok fazla mümkün değil. O nedenle biz seçimleri her zaman çok önemsiyoruz doğrusu ama seçimi olmazsa olmaz koşul olarak da görmüyoruz. Daha doğrusu parlamentoyu çok önemsiyoruz, parlamentoda olmak istiyoruz çünkü bunun çözüm yeri önemli ölçüde ve sonuçta dönüp dolaşıp oraya dayanmak durumundadır başka mekanizmalar çalıştıktan sonra ama parlamentoda olunmadığı zaman çözüm olmaz diye bir kural da yok. Dolayısıyla biz parlamentoda olacağımıza inanıyoruz ve baraj gibi konular üzerine konuşmak istemiyorum ama Türkiye’de şu anda baraj aşılacak aşamaya gelinmiştir ve Türkiye’deki siyasi güçler bu seçimlerde kim ne derse desin sonuçta HDP’nin parlamentoda bulunmasını gerektiğine kanaat getirecek ve o konuda tavırlarını ortaya koyacaklardır diye düşünüyorum. Farklı ve olumsuz gelişmelerin olması halinde de ben doğrusu yeniden savaşılmasının da doğru olmadığını düşünüyorum ve savaşmanın da çok gerekli olmayabileceğini ama koşulların ne getireceğini bugünden kestirmemiz imkansız tabii ki. Fakat yine de demokratik yolların denenmeye devam edilmesi ve yine Kürtler ve Kürtlerin dostları diye tabir edebileceğimiz ya da bileşenleri ya da demokrasi güçleri ile beraber mücadeleyi her alanda sürdürüp bu sorunun çözümü için birlikte olmalıyız. Bu sorun ilelebet gitmeyecektir, bir şekilde çözülmek durumundadır. AKP bugün var yarın olmayabilir ama yarın da birileri ile muhatap olup bu sorunu çözmek durumunda kalacaksınızdır. Biz de bunu zorlayacak ve mutlaka bu sorunun çözümü için bir çaba içerisinde olacağız ama seçimde AKP’nin istenen düzeyde gerilememesi Türkiye’de tabii ki çok ciddi sorunlara sebep olacak. O nedenle de arkadaşların da biraz önce ifade ettiği gibi birlikte hareket edecek insanların mutlaka ayrılık noktalarını bir tarafa bırakıp, birlik noktalarını öne çıkararak bu seçimlerde AKP’nin gerileyebileceği bir sonucu yaratacak bir birlikteliği oluşturmak gerekiyor. Türkiye’nin görünüşü açısından şu anda bulunduğumuz nokta iyi bir nokta değil ama mücadele açısından gelinen nokta kötü bir nokta değil. Onun için bunun seçim sonrasına taşınması ve götürülmesi gerekiyor. 8 Haziran sabahı kalktığımız zaman mutlakla bugünden farklı bir Türkiye göreceğiz. Bu artık bıçak sırtı gibi bir şey, o tarafa da düşebilir bu tarafa da düşebilir onun için çok riskli bir aşamadayız, hepimizin hesaplarını ona göre yapması gerekiyor. Bıçak sırtının olumlu tarafını düşünüp olumsuz tarafını düşmememiz gerekiyor yoksa çok daha güçlü çok daha ceberrut bir şekilde yerleşmiş AKP ile ne Kürtler ne emekçiler ne sosyalistler ne Aleviler, rahat edebilir. Kendini muhalif gören ve sistemin dışındaki hiç kimsenin rahat etme şansı olmaz, git gide çok daha baskı, padişahlık özlemleri ile birlikte cumhurbaşkanlığının başkanlık sistemine dönüştürülmesi, referanduma götürecek çoğunluğun elde edilmesi halinde de bunları gerçekleştirebilecek. Bu çalışmalar ve hazırlıklar başladı, bunu da 330’u bulacaklarına güvenerek yapıyorlar. 330’u bulmalarının tek koşulu da HDP’nin barajın altında kalmasıdır aksi takdirde kendileri bulamayacaklardır. O nedenle de HDP’nin baraj altında kalmaması için yapılması gereken ne varsa hepimizin yaparak bu barajı aşmamız gerekir diye düşünüyorum.
Nuray Sancar: Bu seçim döneminin ve seçim sonrasının ciddi bir mücadele ortamı olacağını düşünüyorum ama bu sürece Kürt hareketinin özellikle Kobane zaferinden sonra büyük bir moralle girdiğini söylemek mümkün. Tabii seçimlerde HDP barajı aşamazsa ne olacağına ilişkin ortalıkta bir sürü tevatür dolaşıyor. AKP’nin şimdiye kadar yapıp ettiklerine bakarak aslında çok da olumlu bir tablo çıkmıyor ortaya. Dolayısıyla şimdiden AKP seçim sonrasına hazırlıklarını önemli ölçüde yapıyor denilebilir ama bu seçim sürecinin de çok çatışmalı olacağını düşünüyorum. Seçim sonrasına bakiye olarak kalacak aslında çok önemli bir şey var, Anayasa meselesi. Anayasa konusunda şimdiye kadar AKP aslında hiçbir adım atabilmiş değil, elini tutan genel olarak siyasal bir aritmetik var, diğer yandan parlayıp sönen, geriye çekilen ileriye atılan bir toplumsal hareket de var. Bunun yol açtığı bir tablo içinde AKP’nin şimdiye kadar kendi dilediği gibi bir Anayasa hazırlama konusunda elini kolunu tutan bir sürü şey vardı. Keza müzakere süreci ve masada yapılan görüşmelerin de hesaba katıldığı bir anayasanın daha doğrusu Kürt hareketinin talepleriyle bir uyum sağlayabilecek bir anayasa sorununun oluşturulması çok mümkün olmadı. Bundan sonrası için de aslında AKP, HDP’nin barajı aşmasını bir yandan istiyor öbür yandan da bunu istemiyor çünkü bundan da oldukça korktuğunu söyleyebiliriz. Hem Kobane’deki gelişmeler, bununla ilgili Kobane sürecinde örneğin geçen gün Tayyip Erdoğan’ın yaptığı bir konuşmada Kobane’deki yeniden inşa sürecine iktisadi bir şekilde talip olduğunu hissettiren şeyler söyledi. Orayı da bir rant alanı olarak görüyor aslında. Diğer yandan ama Kobane, Kürt halkı açısından stratejik bölge, stratejik hedefler açısından da önemli, orada oluşturulacak yeni bir inşa sürecinin, orada kurulacak yeni ilişkilerin yeni bir dünyanın AKP’yi çok ürküttüğünü söylemek mümkün. Dolayısıyla ya bunu içererek, kendi politikalarına uygun bir kapsama alarak Kobane’nin yeniden inşa sürecine müdahil olmak istiyor veya politik olarak da Kobane’deki süreci Barzanileştirerek daha rahat ilişki kurabileceği bir zemin oluşturmaya çalışıyor gibi görünüyor ya da buna çalışacak. Başka bir şey elinden gelebilir değil şu anda. Seçim sonrası sürece dair aslında çok karamsar tablolar çizmemek gerektiğini düşünüyorum çünkü HDP barajı aşsın veya aşmasın AKP her durumda kazanırsa, bu seçim sürecinde başka olağanüstü koşullar gelişmediği taktirde tek faktörün AKP olmadığını bu üç dönem boyunca birikmiş bir sürü çelişkinin AKP’nin dördüncü dönemi velev ki gündeme gelirse, ciddi bir sorunla yüz yüze olacağını düşünüyorum. Çünkü her an patlayacak bir toplumsal potansiyeli de aslında harekete geçirecek bir şeyi kendi elleriyle oluşturduğunu diğer yandan da konuşmalar boyunca söylendiği gibi kendi içinde de ciddi çatlamalar yaşayacağını söylemek mümkün. Onun için de bu seçim döneminde esas olarak yüzde 10 barajının aşılması çok önemli, bu sadece HDP ya da HDK güçleri açısından değil, HDP ve HDK’nin seçim sırasındaki tutumunun aynı zamanda Türkiye’deki diğer demokrasi güçleri tarafından da önemli olacağını düşünüyorum. Çünkü sonuçta AKP hükümetini yaralayacak, geriletecek veya yıkacak herhangi bir girişimin devletin çekirdeğinde ciddi bir takım sarsıntılar yaratmaya da aday olduğunu, halk güçlerinin daha önemli mevziler kazanması için gereken bir yolu açacağını, bu tepkinin örgütlenme olanağını yaratacağını düşünüyorum. Ekim ayında Kobane direnişinde ortaya çıkan ve 40 kişinin ölmesi ile sonuçlanan tablonun Türkiye açısından gerçekten kara bir tablo olduğunu söylemek mümkün. Bu olasılık hiç yok değil ama bu önlenebilir bir şey diye düşünüyorum. Önemli olan seçimleri bir mücadele alanı olarak görüp buna göre davranmak. Genel olarak solda sokağın parlamentodan veya parlamentoda sürdürülen mücadeleden koparıldığı, ayrıştırıldığı, böyle telakki edildiği, mücadele dışı bir alan olarak görüldüğü, parlamentonun önemli olmadığına yönelik bir düşünce var, ama bu bence mücadele alanlarını mutlaklaştırmak ve aradaki diyalektik bağı görmemek anlamına geliyor. Dolayısıyla bizim sokakta, işyerlerinde verdiğimiz, direnişlerde, grevlerde, protestolarda gösterdiğimiz ayrı ayrı alanlarda süre giden tepkinin aynı zamanda kendisine bir alan bularak devam ettiği ve bizim sözümüzü güçlendirecek, yeni kanallar açacak bir alan olduğunu düşünüyorum. Parlamento ezilenler için bir mücadele alanıdır başka bir şey de olamaz zaten. Biz böyle bir düzende yaşamak zorunda değiliz ve elimizi güçlendirecek olan bütün mücadele alanlarını kullanmak durumundayız. Bunun için de seçimlere ilişkin yapabileceğimiz en iyi şeyin bütün halk güçlerini birleştirebilecek bir hattı oluşturmak, güçlerin bir araya gelmesini sağlayabilecek bir enerjiyi yakalayabilmek ve yüzde 100 barajını aşma konusunda gerçekten elimizden geleni yapmaktan başka bir çaremiz olduğunu düşünmüyorum.
Halit Elçi: Şüphesiz parlamentoda milletvekillerimizin olmadığı dönemde de mücadele ettik, edeceğiz de. Bir parlamento olanağı var ve bunu epeydir kullanıyoruz. Aslında Kürt hareketi büyük ölçüde bu olanağı sağladı, bu da açık bir gerçek. Kendi başımıza sosyalistler olarak olmayacak, bu da besbelli. Ama bu ciddi bir mevzi aynı zamanda. Meclis’teki temsiliyet Fırat’ın batısı açısından da ciddi bir meşruiyet kaynağıdır. Pek çok açıdan bir sürü ileri kazanımlar sağladı, bunu dikkate almak zorundayız. Kaldı ki yeni rejimin anayasasının yapılması meselesi ile baktığımızda HDP’nin barajın altında kalması çok ciddi tehlikeler yaratabilecek bir şey. Barajın geçilmesinin olanakları vardır ve geçilmesi de gerçekten büyük kazanımlar sağlayacaktır, AKP’nin geriletilmesi açısından çok ciddi sonuçlar yaratacaktır. Fakat barajın altında kalması ve barajın altında kalınacağı görüldüğü halde bu şekilde girilmesini örneğin biz doğru bulmuyoruz. Biz burada gerekli esnekliğin yapılması gerektiğini düşünüyoruz. AKP’ye tek başına anayasa yapacak bir olanağın doğmaması için de daha dikkatli olmak gerektiğini de düşünüyoruz. Öte yandan, barajın altında kalırsak ne olur? Kürt hareketinin olanakları, manevra alanlarının genişliği açısından bakarsak gerçekten batıdaki güçlerle karşılaştırıldığında onlar çok daha rahat diyebiliriz. Bir kere son derece geniş bir arka planı oluştu Kürt hareketinin. Ortadoğu’ya doğru genişleyen, dört parçada ciddi adımlar atan, kantonlaşmaya giden, özerklik ilanına doğru giden, halk örgütlenmeleri olan, kitleler içinde kökleri olan bir güç Kürt hareketi ve her türlü yöntemi de kullanabiliyor. Silahtan başlayıp parlamentoya kadar bütün yöntemleri de kullanabilen bir hareket. Olasılık değil aslında çok güçlü ihtimal, AKP, Kürt hareketini müzakere masasında oyalamaya çalışıyor. Bu çok açık ve bunu Kürt hareketi de söylüyor. Ve seçimi eğer çatışmasızlık içinde aşabilirse hiç kuşkum yok AKP dilini sertleştirecek ve saldırıya geçecek. Bu da Kürt hareketi açısından daha sert tepki, büyük olasılıkla da savaş demektir. Birkaç yıl daha sürecek bir savaşın patlaması yüksektir. Böylesi koşullarda Kürt hareketinin manevra alanı daha genişken batıdaki sosyalistler açısından bu alan çok daha dar ve sıkıntılıdır. AKP’nin muhafazakar İslamizasyon politikasının kurumsallaşması, anayasalaşması olasılığı vardır. Bu kadınlar açısından, Aleviler açısından, genel olarak seküler kesim açısından ağır bir tehdittir. O yüzden bütün bu olasılıkları dikkate alırsak yani tehlikenin büyüklüğünü dikkate alırsak biz burada daha esnek davranılabilir görüşündeyiz. HDP’nin yüzde 10 barajını aşması mümkün müdür? Evet kesinlikle mümkündür. Böyle bir dalga yaratmak mümkündür. Bunun bir kanalı Kürt hareketini Gezi ruhu ile buluşturan “Yeni Yaşam” başlıklı programdır. Ama sadece bu yetmez çünkü cumhurbaşkanlığı seçimi ile genel seçimlerin atmosferi farklı. Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP’nin Ekmeleddin gibi bir aday çıkarması CHP tabanında ciddi bir tepkiye yol açmıştı ve Demirtaş’ın kampanyası bu tepkiyi kendisine çekebilmişti. Oysa burada ne olursa olsun AKP gitmelidir tavrı CHP tabanını toparlayacaktır örneğin bu seçimde ve daha geniş kesimleri de toparlayacaktır. O açıdan o kadar rahat değil bizim işimiz. Yüzde 9.8 hiç de öyle çantada keklik bir şey değil. Yüzde 10 barajının geçilmesinde tek ya da ağırlıklı olasılık diğer sosyalist güçlerle yapılacak ittifaktır. Bu ittifak yapılamazsa yüzde 10 barajının geçilme ihtimali bence yoktur. CHP’den bir şeyler koparılacaksa da ancak bu şekilde koparılabilir. Bir dalga yaratarak, bir rüzgar yaratarak ancak böyle bir şey olabilir. Evet Kobane olumlu girdilerdir, özellikle Kürt hareketi açısından ama bu oya ne kadar tahvil olur, belirsizdir. Buradan çıkacak sonuç HDK bileşenleri ile birlikte Birleşik Haziran Hareketi, CHP’nin tabanından gelebilecek demokrat ve sol kesimlerle birlikte bir dalga yaratmaktır tek çözüm. AKP’nin daha otoriter daha İslamizasyona dayalı yeni rejimi ki başından beri sermayenin rejimi olarak vurguluyoruz ama bu AKP eli ile yürütülüyor, bu rejimin kurulmasının önündeki tek baraj ancak bu olabilir.
Deniz Demirdöğen: Toplumsal muhalefet güçlerinin karşı hegemonya olarak değerlendirilmesini önemli buluyoruz. İktidarın en önemli hegemonya araçlarından birisi “benim arkamda yüzde 50’lik bir toplumsal güç var” ve bunun karşısında bir muhalefet dinamiği yok. Muhalefet dinamiği parçalı bir görüntü sergiliyor. Karşı argümanı da temel olarak buna karşı kuruyor. Bu açıdan bizim sosyal demokratlardan Kürtlere, sol sosyalist kesimlere dair çağrımız karşı hegemonya yaklaşımı. Çünkü böylesi bir yaklaşım böylesi bir hegemonik bir alan geliştirmedikçe yükselmesi ve kendine hegemonik bir alan açması çok mümkün değil. O açıdan bu parçalı görüntüden hızlıca uzaklaşılması gerekiyor ve bizim bu hegemonik bir tartışma olduğu için doğrudan bir seçim tartışmasına, bir seçim hesaplamasına havale edilmesi gerekmemekte. Bu çerçevede bizim seçimlere dair yaklaşımımızda, Türkiye’de toplumsal muhalefetin sokakta geliştikçe parlamentoda da gelişeceğini, bir paralellik arz edeceğini gözlemliyoruz. Bu noktada toplumsal muhalefetin nerelerde odaklandığı, nerelerde gelişeceği başlıklarında barikat alanlarının belirlenmesi gerekiyor. Belirli başlıklar toplumsal muhalefetin geliştirileceği alanlardır. Türkiye’deki en büyük toplumsal güç Kürt özgürlük hareketidir. Kürt özgürlük hareketi 30 yıldır verdiği mücadelede siyasallaşmıştır ve bizim eleştiri yaptığımız düzlemler aslında Kürt özgürlük hareketine yaptığımız eleştiriler düzleminde alınmaması gerekiyor. Kürt hareketi ya da Kürt toplumsallığı 30 senedir verdiği mücadelede siyasi öznelerini açığa çıkarmıştır ve HDP ile üretilen siyasette de aslında sosyalist kesimler siyaseti örgütlemektedir. Bizim sosyalistlere yönelik yaptığımız eleştiri Kürt toplumsal hareketine dair bir eleştiri olarak algılanmamalıdır. Bu biraz korumacı bir yaklaşım. Biz sol sosyalist kesim olarak özeleştirel yaklaşım içerisinde olmamız gerekiyor. Selahattin Demirtaş bir siyasi özne olarak, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını ayağa kalkıp alkışlaması bir siyasi hatadır. Bunun özeleştirisini istemek Kürt toplumsallığının eleştirisi olarak algılanmaması gerekiyor. O açıdan biraz sarih ve rahat olmamız gerekiyor. Özeleştiri verilmesinden kaçınılmaması gerekiyor ama bununla beraber sosyalistler ya da sol siyasi özneler bir yol geliştireceklerse Türkiye’deki gerici, dinci politikalara karşı bir toplumsal muhalefeti, ekolojik mücadeledeki biriken güçlü toplumsal dinamiği göz ardı etmemesi gerekiyor. Bununla beraber emek mücadelesinin içerisinde bulunduğu sıkışmışlığı çözmesi gerektiğine dair sorunsaldan kaçmaması gerekiyor. Bizim işaret etmeye çalıştığımız şeyler bunlar. Haziran Hareketi içerisinde de yapılmaya çalışılan nokta biraz böylesi bir düzlem. Kadın hareketi olgunlaşmaya başladığı bir düzlemde ve birçok noktadaki birleşik mücadele ayaklarına yanıt üretemiyor aslında. Kendisini toplumsallaştırmaktan uzaklaşmış, kendini toplumsallaştıramayan bir siyasi öznelikten Gezi’nin ortaya çıkardığı toplumsallaşma dinamiklerini kavramaya çalıştık ama bu manada Birleşik Haziran Hareketi hala birleşik emek hareketi sorununu, birleşik bir ekoloji hareketi sorununu, birleşik bir kadın mücadelesi sorununu çözememiştir. O açıdan bugün HDK’nin, Birleşik Haziran Hareketi’nin aslında siper yoldaşlığını ortaya koyması gerekiyor ve Türkiye’de daha toplumsallaşmamış, bir rekabetin dışında durması gerekmekte ve içindeki siyasi özneler ÖDP, EMEP, HTKP ve başka siyasi özneler diğer toplumsal muhalefet dinamiklerini nasıl kavrayacağının özeleştirisi ile davranması gerekiyor. Bu bir toplumsal gerçeklik. Bu manasıyla biz HDK’nin bugün Kürt özgürlük hareketini siyasallaştırdığı ve bütünleştirdiği noktasında hakkını teslim etmekle beraber diğer toplumsal dinamikleri kavrayamadığı eleştirisini de ortaya koyuyoruz. Haziran Hareketi de bunu ortaya çıkartamamıştır. O açıdan seçimlere bağlayacak olursak, bizim Haziran hHreketi ile içerisine girdiğimiz toplumsallaşma çalışmasında –ki söylemeyi unuttum HDKP’li arkadaşım söyledi- biz de aynen ÖDP’nin seçim siyasetinin Haziran Hareketi’deki meclislerle bir bütünlük içerisinde alınması gerektiği ve oradan çıkacak kararlara riayet edeceğimizi burada söylemiş olalım. Bu şu demek aslında; Haziran Hareketi eğer HDK siyaseti ve Kürt özgürlük hareketi ile seçimlere dair bütünlüklü bir siyasi irade geliştirebilecekse sosyalistler olarak zaten biz içerisinde yer alırız ama biz şunun doğru olmadığını düşünüyoruz; bugün itibariyle örülmesi gereken barikat, Kürt hareketi ile sosyalistlerin yan yana gelişi değil, bu yeterli değil. Biz Türkiye genelinde ortaya çıkacak bir toplumsallığı kavrayabilecek, bu toplumsal mücadelede muhalefet dinamiklerini kavrayabilecek siyasi özneler çıkartma derdindeyiz. O açıdan HDK bir yere denk düşüyor, Birleşik Haziran Hareketi bir yere denk düşüyor, daha denk düşecek hareketlerin gelişmesi gerekiyor. Son olarak Rojava’da yeni bir yaşam filizi oluştu dedim, Ortadoğu’da üç-dört senedir kan gövdeyi götüren ve emperyalizmin zorla müdahale ettiği bir süreç yaşandı ve emperyalizmin politikaları iflas etti. İflas eden bu politikaların içerisinden yeni bir yaşam filizi gelişti. Karşı hegemonya açısından Ortadoğu’da geliştirilmesi gereken, Türkiye’deki devrimciler açısından desteklenmesi, sahiplenilmesi gereken yeni bir yaşam filizidir. Bu Türkiye açısından da bir deneyim oluşturmaktadır. Ortadoğu’nun bütünlüklü bir sorunu açısından da ciddi bir hegemonik ve yeni yaşam filizi açısından bir politika bir arayışı ifade etmektedir. O açıdan bugün yeni bir Türkiye’yi kurmak açısından en uç veren yanı Rojava’da olduğu için, Türkiye’deki bütün ilerici, devrimci, sol unsurların, bütün toplumsal muhalefetin içselleştirmesi ve içsel dinamik olarak ele alması gerekiyor. Sokak mı Meclis mi paradigması tartışılıyor. Sokak ve meclis paralelliği vardır, birini diğerinin önüne arkasına koymamak gerekir ama Cumhuriyet tarihi açısından belki en anlamsız seçimlere ve Meclis paradigması içerisine girdiğimizi de görelim, bunu bilelim.
Mehmet Karaoğlu: Aslında bir önceki konuşmamda değinmiştim ama ufak bir düzeltme ihtiyacı hissediyorum, biz kesinlikle Kürt hareketi içinde anti emperyalistlerin ya da sosyalistlerin olmadığını düşünmüyoruz. Kürt hareketi içinde kesinlikle anti emperyalistlerin de sosyalistlerin de olduğunu bununla birlikte bir bütün olarak böyle bir çizgiyi bu hareketin veya HDK’nın veya Kürt toplumsal hareketinin böyle bir siyasi hattı temsil etmediğini söylüyoruz. Yoksa içinde kuşkusuz böyle unsurlar var, bunu söylemek istemiştim. Yanlış anlama olmasın diye altını çizmek isterim. Kürt sorunu çok önemli bir sorun ve Türkiye’de aslında bütün siyasi aktörlerin sınandığı bir sorun. Ama öncelikle doğru bir yere oturtmak lazım. Biz Türkiye’nin başat sorununun Kürt sorunu olduğunu düşünmüyoruz. Türkiye’de başat sorun, güncel bağlamda AKP’nin halk tarafından devrilmesi, başka bir güç tarafından değil, halk tarafından devrilmesi tarihsel anlamdadır, tabii ki Türkiye’de sermaye egemenliğine son verilmesidir. Kürt sorunu çok kritik, çok önemli bir yere oturmakta ama biz güncel bağlamda her şeyin üzerinde, hepsinin üzerinde olduğunu düşünmüyoruz. Ve bu anlamda ihtiyaç olan şeyin de sosyalist hareketin bağımsız bir güç olarak ortaya çıkmasının en önemli şey olduğunu düşünüyoruz. Kürt sorununun temelinde ne var? Kürtlerin AKP ile flört ettiği yönünde eleştiriler geliyor demiştiniz, bunun doğruluğu yanlışlığı yönünde bir şey demeyeceğim ama sonuçta bir müzakere süreci yürüyor ve bu son derece anlaşılır bir şey. Kimse niye müzakere ediyorsunuz diyemez. Kimse tekrar çatışmalar başlasın, kimse ’90’la dönelim diyemez. Bu müzakere süreci gerçek bir ihtiyaçtan kaynaklanmakta ve bu anlaşılır. Bununla birlikte Türkiye’nin başka bir ihtiyacı daha var, Kürt emekçilerinin, Türkiye işçi sınıfının AKP ile sonuna kadar mücadele edecek siyasi odağa ihtiyacı var. Müzakere Kürt emekçileri ve Kürt halkı açısından son derece anlaşılır olmakla birlikte Türkiye’deki bu ihtiyacı ortadan kaldırmıyor. Bu anlamda bizim AKP ile kesin olarak mücadele edecek siyasi bir odağa ihtiyacımız var bu ortaya çıktığında Kürt emekçilerinin de çıkarınadır. Kürt halkı bundan zarar görmeyecektir. Türkiye sosyalist hareketi beşinci güç olarak sahaya çıktığında aslında bütün siyasi alan yeniden yapılanacaktır. Yani AKP de, CHP de Kürt hareketi de kendini yeniden konumlandırmak durumunda kalacaktır ve kesinlikle toplumsal hareketin bundan endişelenmesi ya da Kürt emekçilerinin genel olarak bundan endişelenmesine gerek olmadığını düşünüyoruz.
Son yılların bize gösterdiği şey çatışma ve müzakere aslında iç içe geçmiş durumda. Birbirinin karşıtı veya birbirinin alernatifi değil aslında müzakere sürerken de çatışma olabiliyor. Çatışma olurken bir yandan da masada görüşmeler devam edebiliyor. Gerçekten de AKP’nin kışkırttığı ve paramiliter güçlerin Kobane’ye yönelik saldırısı bunun bir örneği daha oldu. Biz parti olarak gericiliğe karşı Rojava direnişini de, Kobane direnişini de destekledik ve burada AKP’nin Kürt halkına karşı silahlı güçleri nasıl sokağa sürdüğünü çok net bir şekilde teşhir ettik. Bu aynı zamanda müzakere süreci ile gerçekten iç içe geçen bir durum oldu. Önümüzdeki günlerde bu devam edecektir. Çatışmanın artacağı bir dönem olabilir ama bunun müzakere sürecinin sona ereceği bir süreç olacağını tahmin etmiyoruz.
Meclis ve sokak birbirini içermiyor ancak mecliste olmak da önemli. Şu andaki asıl ihtiyaç halkın örgütlülüğü, toplumda sosyalist bir siyasi odağın ortaya çıkması ve bununla birlikte sokağın da, meclisin de, örgütlülüğün de güçlenmesi. Örnek vermek gerekirse bugün metal işçileri greve çıktı ve metal işçilerini temsil edecek bir siyasi odak yok. Greve çıkan metal işçilerinin siyasi temsilcisi kim olacak? Hangi siyasi odak olacaktır? Aslında burada bir boşluk var, bu boşluğu doldurabilecek Birleşik Haziran Hareketi henüz gerçekten de emekçi cephesi haline gelemedi ama çok yakın bir zamanda gelebilme ihtimalinin olduğunu düşünüyorum. Bu olduğu taktirde Kürt ulusal hareketi ile ilişkileri yeniden gündeme gelecektir diye düşünüyorum.
Siyaset: Katıldığınız için hepinize teşekkürler.