Rojava bir kez daha namlunun ucunda… Bugün toplanacak olan Milli Güvenlik Kurulu (MGK), Erdoğan’ın içeride başa çıkamadığı krizi savaşa tahvil ederek sündürme, zamana yayma çaresizliğini bir askeri çerçeveye büründürmek üzere alternatifleri masaya koyacak.
Rojava hedeflemesi, esasen 18 Nisan’da Irak’ın kuzeyine yönelik olarak Sincar’ın TSK güçleri ve KDP Peşmergelerince fethi hedefiyle başlatılan “Pençe Kilit” harekatının başarısızlığıyla yakından ilgili.
Büyük iddialara ve bir aydır verilen büyük kayıplara karşın harekat hedeflerine ulaşamadı. Havadan indirilen birliklerin KDP Peşmergeleri desteğiyle yıldırım hızıyla ilerleyeceği varsayılıyordu. Olmadı. Operasyon Zap’ta çakılıp kaldı. Peyderpey açıklanan ve bir kısmı da gizlenen büyük insani kayıplara karşın elle tutulur bir sonuç elde edilememesi “moral bozukluğu”na yol açtı. Akar ve kuvvet komutanlarının sınırda boy göstermesi moralleri düzeltmediği gibi durumun ciddileştiğine bir işaret olarak okundu. “Zafer haberleri” engebeli Zap ve Şengal yollarından gelemiyorsa Rojava’nın kuzeyden saldırılara açık coğrafyasından getirilemez mi? Zap’ta verilen kayıpların bedeli evlerini korumak için direnecek Rojava Kürtlerinden tahsil edilemez mi? Erdoğan’ın kurmayları bu sorulara yanıt arıyorlar.
AKP’nin kurduğu ilk Gül hükümetinin ilk Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış da Rojava’ya yönelik bir harekatta TSK’nin “başarıları ortaya çıkarsa” AKP’nin bunu “oy toplamak için bir fırsat olarak kullanacağını” söylüyor ve ekliyor: “Bir hükümet böyle bir fırsat yakaladığında bunu kaybetmek istemez. Hani derler ya, gökyüzündeki yıldızlar 287 yılda bir aynı hizaya gelirmiş. Türkiye için de 287 yılda bir böyle yıldızlar böyle bir araya gelmişse, bundan yararlanmak isteyebilir. Her ülke böyle bir fırsattan yararlanmak ister.”
Ukrayna Savaşı’nın patlak vermesinin ardından rejimin uluslararası güç dizilişinde aldığı yeni pozisyonun Rojava için ima ettiği dezavantajları Mart başında Mezopotamya Ajansı’ndan Sedat Yılmaz’la konuşmuştuk: “Stratejik olarak Türkiye’ye son derece avantajlı bir konum sağladı bu çatışma […] Türkiye Rusların Ukrayna krizinde kendi desteğine muhtaçlığını, Suriye’de Kürtlerin kazanımlarını yok etme emelleri bakımından bir kaldıraç olarak kullanabilir. […] Şartlar kendi kendine durduğu yerde Erdoğan’a avantaj sağlarken, özellikle Rojava için dezavantajlı bir durum ortaya çıkarabilir. ABD’nin Türkiye’den olası talepleri bakımından da Kuzey Suriye’de ABD’nin nasıl konumlanacağı, nasıl bir hareket tarzı izleyeceği de yeni bir tartışma konusu […]
Ancak Erdoğan’ın hafta başında “Güney sınırlarımız boyunca 30 km derinlikte güvenli bölgeler oluşturmak için başlattığımız çalışmaların eksik kısmıyla ilgili adımları atmaya başlıyoruz. Perşembe yapılacak MGK’da bu hususta kararlarımızı alacağız” yolundaki tek taraflı ve hiçbir mücbir sebebe dayanmayan açıklamasının ABD’den henüz beklenen karşılığı alamadığı görülüyor.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, Salı günkü açıklamasında “Suriye’nin kuzeyinde askeri faaliyetlerin artma olasılığı ve böyle bir adımın oradaki siviller üzerindeki etkisiyle ilgili raporlar ve tartışmalardan derin endişe duyuyoruz” dedi ve “Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeydoğusundaki operasyonları da dahil, Ekim 2019’daki ortak açıklamaya saygı duymasını bekl[ediklerini]” dile getirdi.
Price’ın “saygı” beklentisini dillendirmesi boşuna değil. Ankara’nın 2019’da Kuzeydoğu Suriye’ye yönelik askeri harekatını durduran ortak açıklama, her iki tarafın “[…] bir güvenli bölge kurulmasının devam eden önemi ve işlevselliğinde mutabık kal[dığını]” ve “Güvenli bölge[nin], evvelemirde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kontrolünde olaca[ğını] ve her iki taraf[ın], güvenli bölgenin her veçhesiyle uygulanmasında eşgüdümü artıraca[ğını]” kayıt altına alıyordu.
ABD’nin yeni koşullarda Rusya karşısında Erdoğan’ı yanında tutma ihtiyacı ne olursa olsun, ABD’nin DAİŞ’le mücadele için yaşamsal saydığı alanlara zücaciyeci dükkanındaki fil gibi dalmasına razı olması için elle tutulur bir neden yok. Karşılıklı rıza ve müzakereye dayanmadığı anlaşılan bir emrivakinin, “nesnel koşullar”ın elverişliliğine karşın “uluslararası onay” sağlaması Erdoğan’ın umduğu kadar kolay olamayacaktır.
Demokratik Suriye Güçleri de (DSG) Erdoğan’ın açıklamaları ardından Kuzey ve Doğu Suriye’deki “garantör güçlerin stratejik konumlarında herhangi bir değişiklik söz konusu olmadığını” açıklamış ve “tehditlerin amacının DAİŞ’i yeniden canlandırmak” olduğunu ileri sürmüştü.
Ancak, köşeye sıkışmış ve toplumun rızasını yitirmiş olan Erdoğan rejiminin çareyi kendi geleceğini toplumun geleceğiyle özdeşleştirmekte aradığı hiç kimse için bir sır değil. Bu çaresizlik, “dış tehdit”ten beslenen bir “vatan kurtarma” misyonuyla donanmayı ve “silahlı propaganda”yı merkeze alan bir siyaset tarzına başvurmayı kaçınılmaz kılıyor. Erdoğan rejiminin, nispeten elverişli nesnel uluslararası koşulları, iç tüketim için yeni ve askeri maksatları meçhul uluslararası harekatlar için istismar etmesi olasılığı çok yüksek. Rejimi, çılgınlığıyla baş başa bırakacak ve bu askeri maceraları kategorik olarak dışladığını ilan edecek bir muhalefet tavrı, kısa vadede savaşı durduramayabilir de. Ama Garê’de olduğu gibi, savaşın maksatlarının meşruluğunu tartışmaya açarak, genel seçimlere savaş eşliğinde gidilmesinin önünü almak ve Erdoğan’a sandıkta kaybedeceği bir seçimi asker tabutlarına dayanarak kazanma kapısını kapatmak mümkündür.