ÇEVİRİ – Alman proletaryasının büyük önderleri Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i katledilmelerinin 102’nci yılında saygıyla anıyoruz. Onların anısına, Ines SCHWERDTNER’in der Freitag’da yayımlanan yazısını Gökcan Aydoğan – İsa Can Artar’ın çevirisiyle yayımlıyoruz.
Jacobin Dergisi’nin Almanca versiyonunun Genel Yayın Yönetmeni olan Ines Schwerdtner, Halbzehnfm adındaki radyo programının da sunucusu. Schwerdtner’in çevirisini yaptığımız yazısı online yayın yapan der Freitag’da 2 Ağustos 2019 tarihinde yayımlandı. https://www.freitag.de/autoren/der-freitag/verehrt-verklaert
Siyasi Haber
Sosyalizm tarihinde neredeyse hiçbir figür, Rosa Luxemburg gibi hem oldukça başarılı bir teorisyen hem de kitleleri konuşmalarıyla etkilemeyi başaran bir propagandacı değildi. Günlük gazete yazıları, parti ve sendika kongrelerindeki konuşmaları, teorik metinleri ve mektuplarındaki analizleri bunu çok açık bir şekilde göstermektedir. Kaç solcu, krizler ve ayaklanmalar, faşist eğilimler ve büyük sosyal demokrat partilerin çöktüğü bir politik arenada Rosa gibi tutkulu bir sosyalistin yol göstermesini istemez ki?
Yıllardır onun gibi sembolik bir direniş figürü özlemi var. Rosa bazen devrimci şiddeti, bazen pasifizm, çiçek ve hayvan sevgisi ve bazen de “Özgürlük her zaman farklı düşünenler içindir” cümlesiyle anılıyor. Özellikle Rosa anmalarında geçmişe yönelik duygusal bakış açısının geleceğe bakışımızı gölgelemesi gibi bir tehlikeli durum oluşuyor. Dolayısıyla, kurtarıcı bir figürün özleminde, Luxemburg’un dediği gibi, her şeyden önce “kitlelerin” kendi kendini özgürleştirmesine odaklanan sosyalist politikanın özü yatar. “Tüm insan kültürü birçoklarının sosyal etkileşiminin bir eseridir, kitlelerin bir eseridir.” Yine de tarihin ortak anlatısı “kahramanca destanlarla, bireylerin çalışmalarıyla doludur … İlk bakışta, tüm iyilik ve kötülük, mutluluk ve halkların sefaleti, tek tek yöneticilerin ya da büyük insanların eseridir. Gerçekte, kaderlerini, mutluluklarını ve acılarını yaratanlar, halkların, isimsiz kitlelerin kendileridir.”
Luxemburg, kendi kaderlerini kendi ellerine alabilecekleri anlamında kitlelere güvenmesine rağmen, aynı zamanda şüphelere de kapıldı ve sosyalist önderler -sorumlu bir şekilde ve bir bireyin kahramanlık eylemi olarak düşünülmemiş- ve “aşağıdan yukarı” ayaklanma arasındaki doğru ilişkiyi bulmak için mücadele etti. En azından SPD (Alman Sosyal Demokrat Partisi)’nin savaş kredilerini onaylamasından sonra, partinin demokratik sosyalizmin uzak hedefini basitçe gözden kaçırmadığı, aynı zamanda sınıf mücadelesini ve uluslararası proletaryayı bilinçli olarak terk ettiği de ortaya çıktı. Aynı zamanda, milyonlarca işçi “anavatan” için ölmek üzere isteyerek savaşa gitti. Açıkça ortaya dökülen şey şuydu: Kitleler yalnızca kendi kendilerini yönetmeyi öğrenmemeli. Ölümcül hatalara ve gerilemelere karşı bağışıklıkları yok.
Partiler ve sendikalar gibi kuruluşlar açısından bu, sürekli özeleştiriye ihtiyaç duyulmasına neden olur. Luxemburg defalarca onları, ayaklanmalara ve yeni gerekliliklere çok katı ve bürokratik bir şekilde tepki vermekle suçladı. Kitle Grevi, Parti ve Sendikalar’daki (1906) temel kavrayışı, kitle grevinin “karar verilebilecek” veya “yasaklanacak” bir eylem olmadığı şeklindedir. Rosa, kitle grevlerini gerektiğinde cebimizden çıkaramadığımız bir çakı olarak tanımlıyor.
Zamanın tartışmalarında grevin “yalnızca teknik bir mücadele aracı” olduğu şeklindeki anarşist fikre bağlı kalındı. Böylece bir yanda, kitlelerin “devrimci içgüdüsünü ve canlı zekasını” küçümsedikleri için grevi kendileri yaymaya çalışanlar ve öte yanda kitle grevi ve devrim için resmi karar bekleyen uslu örgütlerin olduğu bir tablo oluştu.
Ines Schwerdtner
Luxemburg, her şeyden önce, kitle grevlerinin sağlayacağı potansiyeli kullanabilmek için esas noktanın “kitle grevinin nesnel kaynaklarını” ve hareket tarzını incelemek olduğunu söyledi. Kitlelerin kendiliğindenliği onun için her zaman özellikle önemliydi. Ama tek başına yeterli değildi, ancak uzun yıllar boyunca örgütlerin “köstebek” gibi yerin altında çalışmasıyla gerçek bir güç haline gelebilirdi. Yeraltında, tüneller üzerinde sürekli çalışılması gerekiyordu, ancak hareketin hangi noktalarda görünür olacağı net değildi.
Luxemburg için belirleyici faktör bu nedenle eğitim fikridir. Bu anlamda SPD parti okulunda da öğretmenlik yaptı. Üyeleri, kapitalist üretimdeki gerçek gelişmeler hakkındaki bilgileri sınıflandırabilmeleri için ihtiyaç duydukları araçlarla donatabileceği inancıyla doluydu.
Luxemburg’un sosyalistlere en önemli mirası siyasi mücadelelerde düşünce ve eylem, yani “Siyaset Sanatı”dır (Frigga Haug, Rosa Luxemburg ve Siyaset Sanatı kitabında Siyaset Sanatı’nı ayrıntılı olarak ele almıştır.) İnsanlar, etraflarını saran zengin bir sosyalist kültür sebebiyle ploreteryanın zaferine ve kendi siyasi egemenliklerine inandılar. Bu inanç ilk olarak savaşın çıkmasıyla ve işçi direnişlerinin bastırılmasıyla yiterken, Luxemburg ve https://www.freitag.de/autoren/der-freitag/verehrt-verklaert’in katledilmesiyle de trajik bir yenilgiye uğradı. O zamandan beri Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht Berlin-Friedrichsfelde’deki mezarlıkta her yıl düzenlenen anma yürüyüşleriyle hatırlanıyor. Hatırlamak ne kadar önemli olursa olsun, nostalji yapmanın da ilerlemeyi engelleyebileceği tehlikesi göz ardı edilmemelidir.
Günümüzde sol camiada kafa karışıklığı mevcut. Siyasi erk her bir taraftan geliyormuş gibi görünüyor: Tepeden, içeriden, hatta Twitter gibi sosyal medya mecralarından. 1989’da ideolojiler geçmişte kaldı ve Francis Fukuyama “Tarihin sonu”nu ilan etti. Postmodernizmin yarattığı sisli havanın içinde devrimci fikirler için savaşan insanlar ve aralarındaki bağlantı kayboldu. Başka bir dünyanın mümkün olduğu, sömürünün ve tahakkümün sürdüğü ancak 2009 ekonomik buhranından sonra yavaş yavaş tekrar anlaşılmaya başladı.
Luxemburg’dan faydalanacağımız şeyler geçmişin hatıralarından çok daha fazlası. Onun çalışmaları bugün için çok önemli: Anlattığı gibi kapitalizmin “hamlığı ve çılgınlığı” sürüyor. Kapitalizm kendi temellerini yani doğa ve insan emeğini yağmalıyor. Ekolojik krizi de göz önüne aldığımızda farklı bir üretim sürecine geçişin gerekliliği, Lüksemburg’un zamanındakinden daha da acildir. Kapitalizm kapitalist olmayan alanlara doğru genişler. Luxemburg kendisinden sonraki pek çok yazar gibi, bu süreci işgal olarak tanımlar. Kapitalizmin kısa ömürlü olması bu nedenle kapitalizmin yıkılacak olmasına bel bağlanılamaz. İşte burada Luxemburg’un değişime olan umudu emekçilerin çarka müdahalesiyle yeniden sahaya çıkıyor.
Pek çoklarının günümüz anlayışı
Luxemburg kapitalist üretim tarzındaki gelişmeleri ve askeri operasyonların küresel sömürüyle etkileşimini dikkatle inceledi. O zamanlar olduğu gibi günümüzde de hala bu durum geçerliliğini koruyor. Luxemburg üretici güçlerin devrimcileşmesinde sadece dünya pazarının genişlemesinin değil, aynı zamanda mevcut üretim ilişkilerinin çelişkisinin krizin sebebi olduğunu da fark etmişti.
Nihayetinde işçi sınıfının yeniden tanımlanması gerekecekti: Eğer üretici güçlerin teknik ve bilimsel devrimleri dijitalleşme olarak tanımlanıyorsa, üretim ve çalışma şekli bu bakımdan değişiyor ve sınıf farklılaşıyorsa, Luxemburg’un eğitim ve örgütlenmeye ilişkin fikirleri daha acilleşmiş hatta daha da zorlaşmış demektir. Kişinin kendi konumu ve hareket etme yeteneğinin farkında olması için eylemler ve grevlerdeki siyasi eğitim ve deneyimler bir kez daha önemini arttırıyor.
Sosyal demokrat partilerin hala pasifist olarak kalmaları ve pazarı siyasal olarak düzenlemek yerine düzensizleştirdikleri gerçeği, Rosa Luxemburg’un tarihe not düştüğü hatalar silsilesinin sadece başlangıcıdır. SPD tarihi komisyonunda da büyük oranda seçmen kaybetmeleri nedeniyle maliyetleri kısmış olmaları, eğitimin kendi teşkilatlarındaki önemsizliğini göstermektedir. Bu eğitimler bir şekilde başka oluşumlarda gerçekleşmelidir.
Aksi takdirde, bugünün kitleleri bir kez daha kahraman ve kurtarıcı mitine yönelecek, yani otoriter bir güç, özellikle de erkek liderler arayacaktır. Kapitalizmin krizleri ve kırılmaları toplumsal ayaklanmalara ve toplumda güvensizliklere neden olur. Fukuyama dahi sosyalizmi özlüyor. Bu krizlerin ve protestoların bir sonucu olarak demokratik sosyalistler aslında birçok ülkede siyasi sahnede yeniden ortaya çıkıyorlar. Bu bir tesadüf değil, şans değil, bir köstebek işi. Bunu Rosa Luxemburg’daki gibi güçlü kılan şey, farklı bir üretim ve yaşam tarzının düşü ile pek çoklarının günümüz anlayışının bağlantısıdır.
Örneğin Rosa’nın çoğunlukla istatistiklerle desteklenen ve insanları kendileri için düşünmeye ve ticaret ve gümrük politikalarını yorumlamaya çağıran gazete makaleleri de bu şekilde okunabilir. Emeğini satarak yaşamlarını sürdüren insanların deneyimleri, koşulların değiştirilemez olduğunu kabul etmeyen ve tahakkümün her şeklini deşifre edecek bilimsel yöntemlerle dönüştürülmelidir.