Türkiye Mayıs 2013’den beri eşine az rastlanır iki büyük olayın etkisi altında yaşamaya devam ediyor. Gezi direnişi zamanın ruhunu isyandan yana dönüştürdü. Artık herkes biliyor ki, her adaletsizliğe isyan etmeye hazır milyonlar var; haksızlığa, zulme, yolsuzluğa karşı bayrak açan hiç kimse yalnız kalmayacak.
60’lı 70’li yıllarda kaldığı sanılan isyan geri geldi.
İkinci büyük olay ülkeyi soymak üzere koalisyon yapmış olan Erdoğan ve Gülen çeteleri ganimeti paylaşırken kavgaya tutuştular ve hiçbir devletin tarihinde görülmemiş ölçüde büyük sahtekarlıklar ortalığa saçılmaya başladı.
RTE asla altından kalkamayacağı bir gayya kuyusuna doğru yuvarlanmakta. Kuyunun dibine ulaşmamak için elinin uzandığı her şeye sarılıyor. Eski düşmanlarından medet umacak hale geldi. Ergenekoncuları tahliye edip onların desteğini sağlamaya çalışıyor. Kürtleri zar gibi sucuk dilimleriyle dolandırmaya gayret ediyor.
Bir yıl öncesine kadar %50’nin üstünde seyreden RTE’ye ne oldu? Neden birden her şey altüst oldu?
AKP, ABD’nin bölgemizde uyguladığı “ılımlı İslam” özel politikaların misyon partisiydi. O misyonun yerine gelmesi için muazzam bir ABD ve AB desteği arkasına yığılmıştı. Ne var ki, ABD’nin bölgesel ve küresel politikalarının değişmesi RTE’nin misyonunu ve ayrıcalıklı konumunu da ortadan kaldırdı. RTE’nin misyonunun ortadan kalkması ille de tepetaklak gitmesini elbette ki, gerektirmezdi. Ama elde ettiği desteklerle öylesine kibirlenen (bu kibri sermaye açlığı olarak okumak daha doğrudur) bir RTE ortaya çıktı ki, hem efendilerinin hem de efendisi olmaya çalıştığı Türkiye halklarının tahammül sınırlarını zorlamaktan kendisini alamadı. Bu öylesine bir kibir idi ki, milyonlara “yeter artık!” dedirtirken, devletin, emniyet ve eğitim gibi çok önemli kurumlarını kendisine teslim ettiği ortağının da isyan bayrağı açmasına yol açtı. Bu isyan da hepsinin birden efendisi olan ABD’den bağımsız bir tutum olarak görülemez. Aslında RTE çok önce Obama’nın beyzbol sopasını yemişti!
Efendisinden, ortağından, efendisi olmaya kalkıştığı halktan gördüğü tepkilerin hepsi zamandaş olunca RTE tam anlamıyla dengesini kaybetti. Haklı olarak geldiği gibi gideceği korkusuna düştü.
Bu dehşet onu itiraz meydanlarını kana bularken, ileri demokrasi vaadini, özünde yatan faşizmle ikame etmeye sevketti. Tam bunların cereyan ettiği momentte yerel seçimler de geldi çattı. Yolsuzlukların fırtınasından kurtulabilmek için yargıyı yürütmenin denetimi altına soktu. Emniyeti hallaç pamuğu gibi attı. Hızını alamayıp patronu ABD’nin 21. Yüzyılda kitap yakma olarak tesmiye ettiği “Twitter mwitter hepsini yasaklama” hezeyanına sürüklendi. Ama bunların da yetmeyeceğini biliyor. Daha büyük bir yangın çıkarmak gerekir ki, insanlar sadece canlarını kurtardıklarına şükredecek bir duruma sürüklensinler; ölümü görüp sıtmaya razı olsunlar!
Aslında RTE bu savaşa sadece şimdiki sıkışmış hali dolaysıyla karar vermedi. O arkasına aldığı desteklerle bölgenin hegemon gücü olabileceğini umarak, Şam’da Emeviye Camii’nde Cuma namazı hayallerini çok önceden beyan etmişti. Ama şimdi hayalle zaruret bir araya gelince artık savaşı kaçınılmaz görüyor. Ne var ki, yayınlanan dinleme kasetlerinin gösterdiği gibi devlet bir türlü bütünlüklü hale gelip bu savaş arzusunu kuvveden fiile çıkaramıyor. Davutoğlu bunun nedeninin devlet kurumları arasındaki uyumsuzluk olduğunu söylüyor. İçlerinde beynini kullanmaya gayret eden tek insan MİT müsteşarı; “Türbe için alacağımız savaş kararını ona göre çok daha önemli olaylar için neden almadık?” sorusunu ortaya atıyor. Bu bir soru değil, bölgenin konjonktürünü oluşturan faktörlerin hatırlatılmaya çalışılması aslında. Açıktan söylemiyor ama “ABD, Rusya, İran bu işe ne diyecekler? Bunların geliştirecekleri tutumlara karşı gereken direnci gösterebilecek miyiz?” sorusunu sorduğuna kuşku yok.
RTE’nin Emeviye Camii’nde namaz kılma hevesinin fiiliyata dönüşememesinin önünde şimdiye kadar bölgede çıkarları olan diğer güçlerin diktiği engeller durmaktaydı. Aynı engeller bugün de aynıyla yerindedir ama RTE de şimdi “ ölmüş eşek kurttan korkar mı?” moduna girmiş görünüyor. Postunu kurtarmak için savaş yangınını artık daha kararlılıkla körüklüyor. Eğer karşısında dikilen güçlere rağmen böyle bir maceraya atılırsa kurtarabileceğini sandığı postunun paramparça edilmesinin yanında Türkiye’nin ödeyeceği faturanın da akıl almaz boyutlara ulaşması ihtimali daha yüksek görünüyor.
Ama bu macera yine de mümkün. Hem RTE’nin kendisini çaresiz hissetmesinden, hem de dinlemelerin ortaya koyduğu üzere Genel Kurmay’ın böyle bir maceraya teşne görünmesinden dolayı.
Savaşı durdurabilecek tek güç Gezi Ruhudur; Gezi isyanıdır…