SEÇTİKLERİMİZ – Fehim Taştekin, Gazete Duvar’a yazdı: “Bu kez isyan edenler ‘beyaz’ olunca yönetici elit ‘kapa çeneni, pislik’ diyemedi.”
FEHİM TAŞTEKİN
Fransa’da merkez sağın ve solun çöktüğü bir düzlükte, devletin ve tabii mali oligarşinin ‘sihirli çözüm’ olarak dümene geçirdiği Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un fiyakası Sarı Yelekliler (Gilets Jaunes) isyanıyla fena halde bozuldu. Yıkılmadı ama kuşandığı kibrin içinde ezildi. Akaryakıta ek vergi planını askıya almak zorunda kaldı. “2019’da elektriğe zam olmayacak” gibi teskin edici bazı vaatlerde bulundu. Hâlbuki zinhar geri adım atmak niyetinde değildi. Gösteriler dördüncü haftasında da sönümlenmeyince halkı öfkelendiren aşağılayıcı sözlerinden dolayı sözcüsü aracılığıyla özür diledi. Belki Fransız halkı bugün-yarın beklenen açıklamasında bu özrü bizzat kendisinden de duyar.
2005’teki banliyö patlamasından farklı olarak bu kez isyan edenler ‘beyaz’ olunca yönetici elit “kapa çeneni, pislik” diyemedi. Dördüncü cumartesi günü de Fransa genelinde ‘Macron istifa’ sesleri yükseldi.
Hükümet akaryakıt vergisinden geri adım atıp diyalog sürecine girdiğine göre öfke neden dinmiyor? Ve sokaklarda ısrar edenler kim? Eylemcilerin bileşenleri dört hafta içinde bir değişim gösterdi mi? Gilets Jaunes nasıl bir sosyolojik ve siyasal zemine dayanıyor? Banliyölerde unutulmuş insanlar, Afrikalılar, Araplar, işçiler ve işsizler ne kadar katılım gösterdi? Gilets Jaunes’un ‘Beyaz Fransız’ karakteri değişti mi?
***
Genel memnuniyetsizlikler üzerinden hızla gelişen bu tür heterojen hareketleri bir kalıba oturtmak zor. O yüzden, “Gilets Jaunes yabancı ve göçmen karşıtı faşist bir hareket mi? Sol bunun yaması mı? Partiler, sendikalar ve meslek örgütleri işin neresinde?” soruları karşısında devreler yanıyor.
Sokaklarda yansıyan görüntülerden tutarsız çok sayıda tanım çıkarılabilir. Sözün gelişi sınırda göçmenleri yakalayıp polise teslim eden beyaz Fransızların verdiği görüntü aşırı sağdı. Zaten Ulusal Birleşme lideri Marine Le Pen tereddütsüz şapkasını meydana attığından aşırı sağ algısı hemen yerleşmişti. Sol elit “göçmen karşıtı, anti-Semitik, homofobik” diyerek ‘Aşağı Fransa’ klişesine özgü ifadelerle Gilets Jaunes’le arasına duvar örmüştü. Sadece Jean-Luc Mélenchon’un partisi Boyun Eğmeyen Fransa’nın güçlü olduğu bölgelerdeki katılıma bakılarak sonuç çıkarılırsa gözü perdeleyen radikal soldu. Hareketin daha ‘Fransız’, daha korumacı, içe dönük ve milliyetçi taşradan gelişmesi solun önemli bir kısmında tereddüde yol açmıştı. Sonuçta sola göre bunlar ‘mızmız, dırdırcı küçük burjuvazi’ idi. Champs Élysées (Şanzelize) civarında indirilmedik vitrin bırakmayanlar da ‘anarşist’ bir fotoğraf bıraktı. Hükümetin ilk başta itibarsızlaştırmak için herkesin gözüne soktuğu fotoğraf da buydu.
Bunların hepsi göreceli olarak gerçekti ama fotoğrafı tamamlayan başka bir sürü renk ve boyut vardı. Le Pen ve Mélenchon’un partileri dâhil hiçbir siyasi yapıyla kendisini tanımlamak istemeyip ‘Sarı Yelekliler’den başka etiketleri reddeden bir kitle var. Sendika ve partilerin adlarını duymak bile istemiyorlar. Bu aynı zamanda sistemle iç içe geçmiş tüm kurumsal yapılara bir reddiye.
Küçük esnaf ve çiftçiler dâhil vergi yükünden bıkmış orta ve ortanın altında gelir grubundan insanlar, emekliler, zanaatkârlar, asgari ücretle çalışanlar bu isyanın en göze batan özneleriydi. Yani vergi ve prim borçlarını hesapladıktan sonra köleden farkının kalmadığını gören kitleler. İnsanlar ‘enerji dönüşüm’ politikasında hükümetin cambazlık yapmasını affetmedi. Çevreyi en fazla kirletenlere vergi muafiyeti, indirimi ve erteleme gibi nefes borusu takılırken neden asgari ücret ya da az üstünde maaşı olan ya da kendi yağıyla ancak ayın sonunu gören alt ve orta sınıf temiz geleceği finansa etsin? Öfke boşalmasında yırtılma noktası burası.
Hayatında ilk kez bir gösteriye katılan çoktu. Sendikalar yoktu ama sendika üyeleri vardı; partiler yoktu ama katılımcılar sağdan sola bütün partilerin seçmenleriydi. Aralarında Macron’a oy verenler de vardı.
Ya katılmayanlar? Yekpare olarak işçi sınıfı, eşitsizlikten mustarip Kuzey Afrikalılar ve Araplar, varoşlara tıkılmış göçmenler, hatta işsizler yoktu. Kırsal ve taşradaki küçük burjuvazinin ‘pahalı mazot’ derdi daha alttakileri ilgilendirmiyor gibiydi.
Fakat neticede şöyle bir şey ortaya çıktı: Eğer sokakta yankılanan haklı talepler için mücadele edilmezse Marine Le Pen’in faşizan kanatları havalanacak. İkincisi zaten son zamanlarda sol tabanını Le Pen’e kaptırmak gibi bir trajedi yaşayan sol partiler ve birkaç yılda on binlerce üye kaybeden sendikalar toplumsal meşruiyetini ve dayanaklarını daha da yitirmiş olacak. O yüzden tüm sendikalar ve partiler destek açıklamasında bulundu. Lise öğrencileri cumartesileri beklemeden her gün eylem yapar hale geldi. Demiryolu çalışanları, ambulans sürücüleri de ses verdi. 8 Aralık’ta küçük küçük gruplar kapitalizmin mabedi Champs Élysées’ye girmek için bütün girişleri zorlarken Rêpublique Meydanı profildeki değişim hakkında azcık fikir veriyordu.
Nation’dan hareket eden çevreciler ‘Yeşil Yelekleri’ ile Rêpublique’e yürürken yaklaşık 30 bin işçi de Saint Lazere’den alana giriyordu. Temmuz 2016’da Paris’in dışında bir kasaba olan Beaumont-sur-Oise’de karakolda öldürülen Adame Traoré adlı Afrika kökenli genç için adalet arayan Adame İçin Gerçek Komitesi, Sarı Yelekliler’e katılım çağrısı yaptı.
Paris’teki son gösteride tek tük siyah ve esmer tenlileri de görmek mümkündü. Ama bu bizi bu kesimlerin etkin ve kitlesel olarak katıldığı sonucuna götürmüyor. Uzayan talep listesi bu kesimleri de ilgilendirmekle birlikte onlara has dertler Sarı Yelekliler’in gündeminde değil. Eşitlik, eğitim ve iş isteyen bu kesimleri de kapsayacak bir dilin bulunduğu söylenemez. İki kesimin yüzleştiği sorunlar aynı düzlemde değil. Henüz siyahların da haykırabileceği bir olgunlaşma gerçekleşmedi.
Neden bitmiyor?
Araçlarda kaza halinde acil durumlarda fark edilmek için taşınması zorunlu olan reflektörlü sarı yelekleri giyinerek, “Görün bizi, biz karanlıkta kalanlarız” dediler, sonunda hükümet gördü ama kulak verdi mi? Gösterilerin devam ediyor olması kulak verilmediği sonucuna götürüyor. Hâlbuki dördüncü haftaya girerken artık gösterilerin sönümleneceğine dair bir beklenti oluşmuştu. Hükümet, “Derdiniz yakıt vergisi mi, işte çektik” dedi. Lafı “Bundan sonra sokağa çıkan şiddet yanlısı istismarcı aşırılıkçılardır” demeye getirdi. Ve polisin çok sert davranacağına dair korku salındı. Doğrusu dördüncü haftada polis daha hazırlıklıydı, meydan girişlerini tutmakla yetinmeyip gruplaşmalar oldukça mobilize halinde müdahalelerde bulundu. Göz açtırmadı. Bu cevvallik gözaltına alınan insan sayısına yansıdı.
Vergi artışı 2019’da dondurulduğuna göre daha ne istiyorlar? Evet akaryakıt fitili ateşleyen şeydi ama son damlaya gelinceye kadar o bardağı dolduran bir sürü şey vardı. Mesela zenginlerden alınan ‘Dayanışma Refah Vergisi’nin (ISF) kaldırılması altta kalanların canını acıttı. Macron bu şekilde zenginlere 4 milyar euro bırakmış oldu. Dahası hükümet emekli maaşlarındaki artışı enflasyona endeksli olmaktan çıkardı. Yetmedi 1200 euro üzerindeki emeklilik maaşlarından alınan Genel Toplumsal Katkı (CSG) vergisi artırıldı. Güya bu kesinti asgari ücretlilere aktarılmak üzere yapıldı. Zaten alım gücü düşmekte olan yaşlıları sokağa çeken de bu.
Yetmedi Macron, Rekabet ve İstihdam İçin Vergi Kredisi (CICE) adı verilen vergi indirimiyle büyük şirketlerin kasasına yılda yaklaşık 40 milyar euro aktardı. Bunun bahanesi de şirketleri rahatlatarak daha fazla istihdam yaratmaktı. Dar gelirliler için ayrılan konut katkı payı da aşağı çekildi. Küçük yerlerde hastaneler, okullar, kreşler, tren istasyonları, posta ofisleri ve mahkemelerin kapanması unutulmuşluk hissini güçlendirdi. Onlar için Macron zenginlerin adamı; mali oligarşinin, bankaların…
“Yasak” denildiği halde ısrarla, geleneksel eylem yeri olmayan ve sadece 14 Temmuz Ulusal Günü’nde askeri geçit törenleri için kullanılan Champs Élysées’ye çıkmalarının nedeni bu. Orası tam da Macron’un temsil ettiği elitlerin bulvarı. Şatafatıyla aşağıdakileri ezen bulvar. İnsanlar ezildikleri yeri çiğnemek istedi. Macron’un kibri ancak burada ayaklar altına alınabilirdi.
İsyanda ısrarın nedeni özetle, mazot ve benzin dışında geri kalan taleplere dair hükümetten yeni bir yaklaşım görülmemesiydi.
Peki, talepler neydi? 30 bin kişinin katılımıyla yapılan ankete dayanarak 42 maddelik bir talep listesi çıkartıldı. ‘Sıfır evsiz’ kodlamasıyla konut sorununun çözümü, daha kademeli gelir vergisi, net asgari ücretin 1150 eurodan 1300’e çıkarılması, konutlar için ısı yalıtımı projesi, büyüklerden büyük küçüklerden küçük vergi alınması, herkes için aynı sosyal güvenlik sistemi, emeklilik maaşlarının 1200 euronun üzerine çıkarılması, maaşların enflasyona endekslenmesi, büyük şirketler için vergi indiriminin kaldırılması (CICE), sığınmacıların barınma, beslenme ve eğitim gibi sorunlarının çözümü, hakiki entegrasyon politikası, engellilere mali ödemenin artırılması, gaz ve elektrik tesislerinin tekrar kamulaştırılıp fiyatların aşağı çekilmesi, küçük yerleşimlerdeki kamu hizmet binalarının kapatılmasına son verilmesi, emeklilik yaşının 60’a çekilmesi, gemi ve uçak yakıtına vergi getirilmesi listede öne çıkan talepler arasında.
Bu talepler ‘neoliberal proje’ Macron’un önüne giyotin koymaktan farksız. Fakat bazı yorumculara göre Macron servet vergisini geri getirmeyi kabul ederse gösteriler önemli ölçüde sönümlenebilir. Bu sefer de, onu zembille koltuğa oturtanlara ihanet etmiş olacaktır.
***
Bu süreç daha geniş bir açıdan bakılırsa bir sistem tartışmasını da körükleyebilir. Bu gösterilerin alt metninde başkanlık sistemini getiren Beşinci Cumhuriyet ile bir hesaplaşma görenler de var. Meydanlarda kimsenin “Beşinci Cumhuriyet’e karşıyım” dediği yok. Fakat merkez sağ ve sol alternatiflerini tüketen sistem tıkanmış durumda. Macron bu tıkanmayı aşmak ve sistemi sağ ve solun aşırı uçlarından korumak için geliştirilen bir B planıydı. Kararnamelerle üstün yetkiler kullanmasına rağmen, destekçilerinin arzu ettiği yönde sistemi dönüştürürken ‘aşağı Fransa’ya tosladı. Yüzde 20’lere varan oy alıp da parlamentoda orantısız bir şekilde az temsil edilen Le Pen ve Mélenchon kanadı cumhurbaşkanının yüzde 24 oyla bütün yasal ve yürütme mekanizmalarını tekeline alması dolayısıyla ‘Beşinci Cumhuriyet’i sorguluyor. Tam nispi temsil sistemine geçilmesi isteniyor vs.
Öfkenin gittiği bir diğer yer; Fransa’nın AB’deki yerini tartışmaya açan ‘Frexit’ taraftarları için de ortamı elverişli hale getiriyor. Le Pen ve Mélenchon’u buluşturan nokta, ikisinin de euroya veda etmekten yana olmaları.
Henüz sokaklarda Trump’ın “Önce Amerika” sloganına özenerek “Önce Fransa” diyen yok ama hareket bu söyleme de selam çakıyor. En kritik soru: Aşırı sağ ve solun önünü kesecek şekilde Sarı Yelekliler bir alternatife dönüşebilir mi? Bu isyanın halk desteği yüzde 77-82 bandında. Yani potansiyel büyük. Haftalardır sözcü seçemeyen, geçen hafta seçilen dokuz kişilik komitenin de temsil yetkisini sorgulayan toplumsal devinimin içinden şimdilik Movement Citoyen Gilets Jaunes (Sarı Yelekliler Vatandaş Hareketi) diye bir hareket çıktı. Bu gerçekten bir harekete ve siyasal partiye dönüşebilir mi kestirmek zor. Biraz daha bekleyip görmek gerekecek.