Suriye İç Savaşı’nın başlamasının 10. Yılında Demokratik Birlik Partisi (PYD) Eski Eşbaşkanı Salih Müslim ile görüştük. Müslim Suriye’den kaçan çetelerin Türkiye’ye götürüldüğünü, Türkiye’nin Suriye İç Savaşı’nda başrolü oynayan bir ülke olduğunu, cihatçıların finansmanlarını da Türkiye üzerinden yaptıklarına dair raporlar olduğunu söylüyor. “Türkiye onları bize baskı olarak hala da kullanıyor. Ayrıca yakalananlar arasında itiraf edenler var. Türkiye bunların üstünü kapatmaya çalışıyor. Kimsenin duymasını istemiyor ama gerçek böyledir.”
Dosya: Suriye iç savaşının 10’uncu yılı
Suriye İç Savaşı’nın başlamasının 10. Yılında Demokratik Birlik Partisi (PYD) Eski Eşbaşkanı Salih Müslim ile görüştük.
15 Mart, Suriye iç savaşının yaklaştığı günlerdeyiz, 10 yıl oldu neredeyse savaş başlayalı. Bugün tam da bu konu üzerinden sizinle Suriye iç savaşında Türkiye’nin rolünü konuşmak istiyoruz, özellikle de sizin cephenizden. İlk sorumla başlayayım hemen. Suriye’de karışıklık başladıktan bir süre sonra Rojava bölgesinde öz yönetim organlarını oluşturdunuz ve cihatçı çetelerin saldırıları karşısında halk savunmasını başarıyla gerçekleştirdiniz. Suriye’nin her yanında bombalar patlarken, katliamlar olurken Rojava bölgesi güvenli bir yer olarak görülüyordu. Ardından cihatçı teröristler Rojava’yı hedef aldılar ve kapsamlı bir saldırı gerçekleştirmeye başladılar. Cihatçıların bu saldırısının Türkiye ile bağlantısı var mıydı? Vardıysa bunun nedeni sizce neydi, Türkiye ne yapmak istiyordu?
Salih Müslim: Tekrar selamlar, saygılar. Siz olayların başlamasından, 10 sene önceden bahsediyorsunuz, Türkiye’nin rolünden bahsediyorsunuz, biraz sizi başa götürmek istiyorum. Suriye’de olan bitenler şimdiki değil veya 10 sene öncesinin değil de daha önce Orta Doğu’nun yeniden dizayn olmasının bir parçasıdır ki bu konsept olarak 90’lı yılların başından veyahut da Kuveyt’in kurtuluşundan sonra başlayan bir konseptti. O zaman başladılar yeni Orta Doğu’nun kurulması veyahut da yeniden dizayn edilmesine. 90’ların ortasında başladı bu konsept olarak. O zamandan beri planlanıyordu ve Türkiye de özellikle uluslararası komplodan başladı, sayın Öcalan’ın kaçırılması, o zamanlardan başladı ve Türkiye o zamandan beri bu konseptin içindeydi. Türkiye görünürde değildi ama Müslüman Kardeşler yolu ile 2005’te Suriye Ulusal Meclisi’nin kurulmasında Türkiye’nin eli vardı. Olaylar başlar başlamaz da Türkiye bunun içindeydi ama şöyleydi; Türkiye’nin Türkiye’ye mahsus gizli bir planı, kendi görüşleri vardı, Müslüman Kardeşler’in planlanması, yeniden Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulması gibi. Bunu bir dereceye kadar uluslararası planlarla uyuşturmaya çalışıyordu baştan beri böylece kendi gizli planlarını yürütmeye çalışıyordu. Başından beri bunun içindeydi Türkiye. Ondan sonra zaten Suriye’deki olaylar başlar başlamaz Türkiye Müslüman Kardeşler’i destekledi. Bütün muhalifleri kendi kucağına aldı. Buradaki göçmenlere kamplar açtırdı. Oradaki kamplarda eğitim kampları kurdu, cihatçılar seçti, silahlandırdı, eğitti, içeriye gönderdi. Bunun için de DAEŞ de vardı. Türkiye, DAEŞ’in kurulması, silahlandırılması sürecinde de vardı. Hatta bu planlamanın koçbaşıydı. Onun için baştan beri vardı.
Bize gelince, biz bunların arka planlarını bilmiyorduk, bazı şeyleri tahmin ediyorduk. Müslüman Kardeşler’in Türkiye ile ilişkilerini filan biliyorduk ama Türkiye’nin ne yapacağını veyahut da en azından buradaki hegemonik güçlerle ne derece sıkı fıkı olduğunu pek tahmin edemiyorduk ancak, Suriye olaylarından 10 sene sonra her şey açığa çıktı. Anladık ki 2002’den 2010’a kadar başlayan bu dostluk, Esad ve Erdoğan arasındaki kardeşlik ilişkileri, Kapalı Çarşı’da dolaşmaları falan hepsi planlıydı. Türkiye bu planı yapıyordu gizliden gizliye. Esad’la dostluk bağları kuruyordu ama alttan alta da Müslüman Kardeşler’in örgütlenmesini yapıyordu. Bu zamandan beri bunun içindeydi.
İŞİD’in Kobane saldırısı olduğu günlerde uluslararası kamuoyunun baskısı ile Türkiye PYD ile ilişkiye geçmişti. Sizler de Türkiye’ye gelerek görüşmeler gerçekleştirmiştiniz. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre Türkiye, Esad rejimi ile işbirliğine son verip ÖSO’na katılarak rejime karşı savaşmak ve özerklik ilanı gibi tek taraflı davranışlardan kaçındığınız takdirde Kobane’ye destek olunabileceğini belirtilmişti. Recep Tayyip Erdoğan, bu şartları yerine getirmediğiniz takdirde insani yaşam koridoru bile açmayı kabul etmeyeceğini bildirmişti. Yaptığınız görüşmelerde siz bu teklifi kesin bir biçimde reddettiniz diye biliyoruz. Ardından Erdoğan’ın “Kobane düştü, düşüyor” söylemi gündeme geldi. Gerçekten de Kobane düşmek üzereydi o günlerde. Türkiye’nin Kobane’nin düşmesinden beklentisi neydi? Ne çıkarı olabilirdi? Türkiye burada ne yapmak istiyordu? Sizinle görüşmelerde amacı neydi?
Salih Müslim: Türkiye’nin planı içerisinde bir de çökertme planı vardı. Ondan sonra açıklandı zaten bu çökertme planları falan. Ki baştan beri bu çökertmeyi DAEŞ’in eli ile yapmak istiyordu. Şimdiye kadar da bu cihatçıların eliyle yapmak istiyordu. Onun hoşuna gitmeyen veyahut da en azından bizim ayrı bir güç olarak ortaya çıkmamız ve kendimizi savunmamız oluyordu. Görüşme süreçlerinde bir dereceye kadar bizi Suriye koalisyonuna eklemek istiyordu. Bizi ekleyebilirse biz o zaman bu koalisyonun içinde yer alabiliriz. Bunu da Türkiye’nin planlarını saklamak için yapıyordu. Sanki uluslararası güçlere uyuyor, oradaki planlara uyuyormuş, özel planları yokmuş gibi bizi de bu muhalefete eklemek istiyordu. Biz eklenebiliriz, yalnız bir şartla eklenebiliriz, o da şudur; Suriye’nin içinde bir Kürt sorunu vardır, demokratik yollarla bunun çözülmesi gerekiyor. Bu bir antlaşma olarak aramızda imzalanırsa onun bir parçası olabiliriz. Bu şartımızı, ne Türkiye ne de Suriye Ulusal Meclisi ya da her neyse kabul etmediler. Onun için biz kendi başımıza devam ettik ve kendimizi savunmaya başladık. Türkiye de bu uluslararası planlardan sapmamak için, biliyorsunuz DAEŞ’e karşı uluslararası koalisyon kuruldu DAEŞ’le savaşmak için, sanki o da bunun bir parçası olacakmış gibi Kobane meselesinde mecbur kaldı. Kobane düştü düşecek, nasıl olsa bitiyor diye, DAEŞ bir takım yerleri ele geçirmiş bunu da ele geçirecek diye. Daha sonra açıklandı Cerablus’ta DAEŞ’la nasıl takas yaptığı. Sen burayı bana bırak ben de başka yerlerde sana yardımcı olurum gibilerden. Bunu da sonradan yapacaktı. Kobane’ye girdiniz, ondan sonra kahraman pozu ile girip DAEŞ’i ben bitirdim o zaman ben buraları istediğim gibi yapabilirim gibilerden ama olmadı.
Kobane’de direniş çok küçük bir alana sıkışmışken uluslararası kamuoyunun baskısıyla Türkiye Kobane’ye yardım koridoru açmak zorunda kaldı ve Irak Kürdistan’ından Kobane’ye ulaştı. Bütün bu gönülsüzlüğe rağmen aslında Türkiye’nin bunu yapmak zorunda kalmasının belli nedenleri vardı? Siz bu nedenleri nasıl yorumluyorsunuz? Hangi güçler Türkiye’yi baskı altına aldılar ve Türkiye’yi insani yardım koridoru açmak zorunda bıraktılar?
Salih Müslim: O zaman şöyleydi; Türkiye “ben bunların yanındayım, DAEŞ’in yanında falan değilim” pozu içindeydi. Nasıl olsa DAEŞ buraları ele geçirecek o zaman en azından görünüşte ben onlarla olmayayım gibi hareket ediyordu. Suriye Özgür Ordusu’nu bırakabilirim, peşmergeler yardım ederse yapabilirim diyordu biz de kabul ettik. Peşmergeler Türkiye üzerinden gelebilirler, Suriye Özgür Ordusu da gelebilirler. Biz kucağımızı açtık eğer yardım etmek istiyorlarsa. Hatta Uluslararası Koalisyon’la da yardımlaşabiliriz. Biz kapıyı açık tuttuk herkese. Türkiye o zaman mecbur kaldı. Türkiye daha başka sözler de vermişti, Kobane’yi savunacak güçler için yolu açacaklarını söylediler, yolu açmadılar. Hatta “biz silahlandırabiliriz” dediler, yapmadılar. Kendi verdikleri sözleri bile tutmadılar. Ama bu Peşmerge meselesine, Özgür Suriye Ordusu meselesine gelince, onlar nasıl olsa yardım edebilirler ki onlar da ciddi değildi. Sembolik olarak 200 Peşmerge geldi. Bu nasıl DAEŞ’le savaşabilecek? Bizim için bir fırsattı, en azından araç gereç, bazı silahları onların yoluyla yetiştirebiliriz diye. Özgür Suriye Ordusu, 60-70 kişi geçti, ondan sonra kaçtılar, kimse kalmadı. Kimse DAEŞ’le savaşmak istemedi. Gerçek budur. Biz kapıyı açtık, kimse gelmedi. Onun için biz kendi başımıza, bizim halkla, yardım edenlerle, bizim gençlerimizle, her yerden gelen hatta Kuzey’den gelen, Güney’den gelen, Doğu Kürdistan’dan gelen gençlerle biz savaştık ve öyle kazandık. Yoksa başa şey değildi aslında.
Söylediğiniz gibi aslında, sonraki dönemde de Türkiye’nin Kürtlerin Rojava’da statü sahibi olmasına kesinlikle karşı olduğu da net bir biçimde ortaya çıktı. Bunun nedenlerini de konuşmak istiyorum sizinle. Sınırın iki yanında aynı halkın insanları arasında akrabalık ilişkileri varken Rojava Kürtleriyle dostluk siyaseti izlemek Türkiye’nin de Kürt sorununu çözmenin manivelası olabilecekken Türkiye’nin başka bir tutum sergilediğini görüyoruz. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz? Sizce bu tutumun nedeni ne?
Salih Müslim: Önce de söyledim. Söylenen bir şey ama planlanan başka bir şeydi. Ortada bir çökertme planı vardı. Çökertme planı da sadece kuzeydeki Kürtler için değildi tüm Kürdistan halkları içindi. Bütün hareketler içindi ama tehditle yapıyor, bazılarını ben böyle yavaşça bunları kesebilirim, bazılarını da kılıçla kesebilirim, bu mantıktan hareket ediyor ve gerçekten de böyle yapmaya çalışıyor. Şimdiye kadar da öyledir. Hala da Türkiye faşizminin mantalitesi, “iyi Kürt ölen Kürttür”. Böyle düşünüyor. Onun için de buradaki planların oradaki planların bir farkı yok hepsi çökertme planı içindedir. Ki Güney Kürdistan da bunların içinde vardır ama o ikinci dereceden geliyor. Önce bunları bitireyim, sonra sıra onlara da geliyor diye düşünüyor ve gerçekten de öyle oluyor. Kürtler birbirinden ayrı değildir. Bu çökertme planı içerisinde kolların bir parçasıdır. Kürt halkının bunu bilmesi gerekiyor. Diğer halkların da bunu bilmesi gerekiyor. Düşünün, kendi içindeki problemleri çözmüyorsun ki bunların imkanları vardı. 94’ten beri çeşitli ateşkesler olmuş, tecrübe olmuş. Kendi içinde bunu çözmüş olsaydı Türkiye halklarının hali bambaşka olacaktı. Yapmadı hep savaşı dayattı ve sonuçları da biliyorsunuz. Hem bu kadar insanlar ölüyor, Türkiye ekonomisi zaten çökertilmiş ki başka bir şey kalmıyor. Bunun tersini düşünün. En azından son barış süreci olsaydı, gerçekten de bir çözüm süreci gerçekleşmiş olsaydı, ne olursa olsun kendi içindeki Kürt sorununu çözmüş olsaydı, halklar rahatlardı. Suriye’nin çözümünün önündeki en büyük engel Türkiye’dir. Çünkü muhalefeti kucağına almış ve hiçbir zaman onlara fırsat vermiyor ki bir çözüme varsınlar. Yoksa Birleşmiş Milletler’in kararları 2014’ten beri vardır, karar alınmıştır, niye uygulanmıyor? Türkiye’nin dayatmaları sonucu uygulanmıyor şimdiye kadar. Niye? Çünkü dayatıyor, ya benim planlarım geçecek veyahut da bir çözüm olmayacak diye. Bütün dünyayı karşısına almış, nerede bir Kürt varsa demokratik hak elde etmesin diye. Amerika ile araları bozuluyor, Avrupa ile araları bozuluyor ki 25-30 senedir Avrupa Birliği’nin üyesi olmak istiyor sadece bu demokrasi Türkiye’ye gelecek de Kürtler de bazı demokratik haklar elde edecek, onun için kabullenmiyor. Tüm Avrupa’yı elinin tersiyle itti. Neden? Sadece Kürtler yararlanmasın veyahut da demokratik hak elde etmesin diye. Artık Türkiye halklarının bunu görmeleri gerekir diye düşünüyorum.
İblid Şam Devleti’nin yönetimi altına girdi. … Bölgeye yönelik geniş çaplı bir askeri harekat bekliyor musunuz? El Nusra Türk devleti için neden bu kadar önem arz ediyor? Buna ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenmek isteriz.
Salih Müslim: Astana meselesi dolayısıyla paylaşmak için toparladılar, inzibat kurdular. Sonunda bunlar nereye gidecek. Bunların çoğu da zaten Suriyeli değil. Dışarıdan getirilmiş, taa Uygurlardan, Orta Asya’dan gelmiş cihatçılardır. Bazıları Kaide’dir, DAEŞ’in kalıntıları İdlib’e toplanmış. Bağdadi’nin nerede öldürüldüğünü biliyorsunuz. Türkiye’nin kucağındaydı. İdlib’in sınırındaydı. Bunların hepsi toparlanmış. Peki sonuç ne olacak? İdlib öyle kalamaz. Bütün dünya için tehdittir. Avrupa için, Orta Doğu için tehdittir. Bunlar Türkiye’nin himayesindedir. Onları koruyor. Dayatıyor, ya öyle yaparsınız ya böyle diye şantaj yapıyor. Şimdi mesele öyle bir dereceye gelmiş ki Türkiye kendisi de artık bunları bitiremiyor. Bazıları Türkiye’nin emrindedir ama bazı gruplar da değil. Türkiye isterse çetin bir savaşa girişecek onlarla. Onun için gerçekten karışmış olaya. Nasıl çözülecek bilmiyorum ama çözüm için muhakkak hem askeri hem siyasi müdahale gerekiyor. Türkiye de bunlardan yararlanmak için sanki “ben bitirebilirim de yapmıyorum” gibilerinden şantaj yapıyor herkese. Türkiye’nin planlarını göz ardı etmemek gerekiyor. Türkiye her zaman alanını genişletmek istiyor. Afrin’i, Serik’i işgal etti. Kendi planlarını yapıyor. Bir taraftan da asimilasyon yürütüyor. Demografik değişiklikler yapıyor. Kendi planlarını bir taraftan yürütüyor bir taraftan da “çözümde varım” diyor. Sonuçsuz kalacak bir politikadır. Halk da kabul etmiyor gerçekten. Ruslar da ayrı bir konu. Rejimin ilerlemesi için çalışacaklar ama onlar da cihatçı grupların hepsini birden karşısına alamaz.
Görüşmelerin yapıldığını siz de söylediniz. Rusya garantörlüğünde Şam rejimi ile daha önce yapılan görüşmeler söylediğiniz gibi kesintiye uğramıştı. Görüşmelerin de yeniden başladığı belirtiliyor. Bu görüşmelerden bir beklentiniz var mı? Rejimin Suriye’deki Kürt meselesine bakışında özellikle cihatçıların yapmak istediklerinden sonra bakışında bir değişiklik var mı? Böyle bir değişiklik gözlemliyor musunuz?
Salih Müslim: Suriye’nin iradesi yok, bu bir. İradesini Ruslara ve İran’a teslim etmiş durumdadır. İran zaten içinde Kürtler olduğu için sorunu çözmek istemiyor hiçbir zaman. Kürtlerin demokratik hak elde etmelerini kabul etmiyor. Ruslar da zaten bunları kendileri için avantaj veyahut da şantaj olarak kullanıyorlar hem Türkiye’ye hem de rejime karşı. Onun için de ciddi bir çözümü Ruslar da dayatmıyor. Rejimin de artık elinde bir şey kalmamış, istese de bir şey yapamıyor. Bu bir. İkincisi, hala da zihniyet değişikliği olmamış yani hala da bir Kürt varlığı, burada biz artık Kürt meselesinden ziyade başka bir şey söylüyoruz, burada demokratik özerk bölge diyoruz, bunun içinde Araplar da var, Kürtler de var, Süryaniler de var. Artık yeni bir model var. Zaten Suriye hiçbir zaman bunları kabul etmez. Yani orada sadece Kürt meselesi değil Süryaniler meselesi de var, Araplar da var. Onun için bir zihniyet değişikliği, en azından demokrasiyi kabul etmeleri gerekiyor ki, bu bütün Suriye halklarının isteği. Bunun için de savaştılar. Bunun için de devrim mi ne diyeceksek bunun için kalktılar ama bunu kabul etmiyorlar. Hala Rejim’in zihniyetinde 2011 öncesine dönebilirim düşüncesi var. Onun için bu görüşmelerden bir sonuç çıkmadı. Kapıyı kapatmayıp çalanlar biz oluyoruz, konuşalım, bir şeyler yapalım diyoruz, kabul etmiyorlar. Tabii bazı teknik görüşmeler oluyor. Mesela kontrol noktaları için görüşülüyor ama siyasi çözüm için herhangi bir görüşme olmamıştır, bu zihniyetle olmayacak da. En azından bu kadar oluşumların olduğunu kabulleneceksin. Hem inanç bakımından hem de etnisite bakımından bu kadar çeşitli oluşumlar var bunları kabul edeceksin. Bu da demokratik bir zihniyet ister. Bu zihniyet şimdiye kadar Suriye rejiminde bulunmayan bir şeydir. Hala da kapı çalmaya devam ediyoruz ama kapıyı açan yok. En sonunda “şimdilik biz buna hazır değiliz” falan dediler. Son oyunları da biliyorsunuz. Bizden fazla Türkiye rejimi ile koordineli çalışıyorlar. Biz de artık uzmanlaştık, kendimizi nasıl savunacağımızı biliyoruz.
Anlaşıldığı kadarıyla Türkiye, Rojava Kürtlerini Suriye rejimini devirmeye yardımcı olacak bir güç olarak da değerlendirmek istedi. Siz bu yaklaşımı benimsemediğiniz için daha sonraki süreçte sürekli olarak Türkiye’nin baskısına maruz kaldınız. Sınırlarınız ihlal edildi. Kimi bölgeler sizin de söylediğiniz gibi TSK tarafından ele geçirildi. Önce Afrin sonra Gri Spi Serekaniye arasında konuşlandı TSK. Erdoğan’ın ağzından da sık sık doğuya doğru harekat yapılacağı konusunda ifadeler duyuyoruz. Bu askeri hamlelerle beraber Türkiye’nin Rojava’da kalıcı olmak gibi bir hedefi var mı? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’nin Rojava’da kalıcı olma planlarına dair neler söylemek istersiniz?
Salih Müslim: Birinci noktaya gelince, 2011’de de söyledim, tarihimiz boyunca hep başkalarının askerleri olduk, herkes savaştı, biz onların yerine savaştık. Çanakkale Savaşı’nda da 150 bin Kürt öldü. Niçin öldü? Türkiye’yi kurtarmak için öldürüldü. Ondan sonra Kürtler ne elde etti? Hiçbir şey. 2011’de bunu söyledik, hep başkalarının askerleri olduk bundan sonra olmayacağız. Kendi askerlerimiz olacağız. Bu projeyi de bunun için geliştirdik. Demokratik bir şekilde yaşayabiliriz, beraber yaşayabiliriz. Savaşmaktan ziyade bunları hayata geçirebiliriz. Bu da hiç kimsenin, Türkiye’nin hesabına gelmeyen bir şeydir. “Kürtler benim askerim olsun, savaşsın ben de gidip namaz kılacağım” diyor. Kürtlere ne? Eskisi gibi sonu ölüm olacak ki Osmanlı tarihinde bu böyledir.
Rojava meselesine gelince, Misak-ı Milliden bahsediyorlar. Misak-ı Milli içinde hem Türkler hem Kürtler var, iki halk vardı, beraber yaşayacaklardı ama şimdi yok. Misak-ı Milliden bahsediyorlar da bunların hepsini Türkleştirmek için yapıyorlar. Bunun içinde Rojava da var. Bazıları kalkıp “Kerkük bizim 82. Vilayetimiz olacak” diyor, bunun için de Halep de var, bütün Rojava’yı kapsıyor. Onun için planları tamamen kalıcı kalmaktır. Ama artık buradaki direniş nereye kadar dayanır, burada kendimizi Suriye’nin sınırları içinde kendimizi nasıl savunuruz o başka bir meseledir. Ama Türkiye’nin planları içinde bütün Rojava’yı katmak ve Türkleştirmek geliyor. Zaten bellidir, altında neler yattığı göz önündedir. Tıgriski’de, Biriski’de, Resulayn’da neler yaptıklarını görüyoruz. Okullar açmak, vali atamak, kalıcıdır gerçekten de. Ama halk ne kadar direnecek, nereye kadar direnecek? Kendi direnişimize, kendi siyasetimize, diplomasimize bağlı bir şeydir.
Biraz da çetelerin konuşlandığı yerlere gelelim. Buralara dair gerçekten İnsan Hakları Gözlemevleri’nin medyaya yansıyan korkunç raporları var. Türkiye’nin Rojava’ya müdahalesi sonrasında her dönem kendi örgütledikleri cihatçı çeteler sayesinde oldu çoğunlukla buradaki insan hakları ihlalleri. Bu cihatçı çetelerin Suriye iç savaşında da bir rolü var ve Türkiye’nin bu çetelerin örgütlenmesindeki fonksiyonu neydi size göre ve şu anda bu insan hakları ihlallerine dair de yorumlarınızı almak isterim. İşgal altındaki bölgelerde durum ne? Yürütülen bu savaşta yüzlerce belki binlerce cihatçı savaşçı sizin tarafınızdan da ele geçirildi. Bu savaşçıların ifadeleri yer yer basına da yansıdı. Bu ifadelerde Türkiye’nin bu cihatçıları organize ettiği, lojistik olarak desteklediği, yönlendirdiği yönünde yorumlar da var. Sizin elinizde de bu ve benzeri yüzlerce ifade olduğunu tahmin ediyoruz aslında. Bu ifadelerde yer alan hususların bir kısmı aslında savaş suçlarını da içeriyor kanımızca. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bunu? Bu hakikate, uluslararası kuruluşlar, devletler nasıl yaklaşıyor? Ciddiyetle ele alınıyor mu yoksa bir umarsızlıkla mı karşı karşıyayız? Böyle geniş kapsamlı bir soru sordum. Geniş kapsamlı bir cevap bekliyorum sizden.
Salih Müslim: Zihniyet olarak bu cihatçıların, savaşçıların zihniyetleri hepsi birdir. Yaptıkları da aynı şeylerdir. Şimdi zaten Gri Spi’deki, Resulayn’daki, Afrin’deki cihatçılar da aynı zihniyetten gelmiş, ad değiştirmişler veyahut da en azından biçim değiştirmişler yoksa aynı zihniyettir. Ki bunların içinde de DAEŞ’in kalıntıları vardır. Şimdilerde “uyuyan hücreler” falan diyorlar. Yakalananlar var. Yakalananlar da Türkiye ile ilişkide olduklarını, talimat aldıklarını ifade ediyorlar. Zaten kaçan da oraya kaçıyor. Hala Türkiye ile ilişkileri kesilmemiştir. Çeşitli yollardan, işgal edilmiş yerlerden onları yürütüyor. Resulayn’da olsun, Gri Spi’de olsun oradaki hücreler yoluyla buradaki “uyuyan hücrelere” silah gönderiyorlar. Daraldıkları zaman kaçırmaya da çalışıyorlar. Zaten pratikte de kaçan çetelerin hepsi Türkiye’ye götürülüyor. Türkiye bu konuda başrol oynayan bir ülkedir. Finansmanlarını da Türkiye üzerinden yaptıklarına dair raporlar var. Türkiye onları bize baskı olarak hala da kullanıyor. Ayrıca yakalananlar arasında itiraf edenler var. Siz ne derece takip ediyorsunuz bilmiyorum ama buradaki yayın organlarımızda bunlar yazılıyor. Türkiye bunların üstünü kapatmaya çalışıyor. Kimsenin duymasını istemiyor ama gerçek böyledir. DAEŞ, Kerkük’te, Deyr el Zor’da ne yaptıysa aynılarını başka çeteler başka adlarla Afrin’de yapıyorlar. Şengal’de Ezidilere yapılanların aynısı Afrin’deki Ezidilere de yapılıyor. Ayrıca kadın meselesi, çocuk meselesi, kaçırma meselesi, fidye meselesi, her şey uygulanıyor. Aynı zihniyet aynı kafa devam ediyor. Ayrıca “Yeni Osmanlı” diyorlar ya, bu Osmanlı entrikaları filan daha önceki Osmanlılardan farklı değil. O zaman da Delikanlı Birlikleri filan vardı, orduların önünde giden her yeri yakan, talan eden, bu gruplar da aynı gruplardır, aynı şeyi yapıyorlar. Onun için bu zihniyet de aynıdır. Aynı Osmanlı zihniyeti; kır, dök ondan sonra da ele geçir. Beş yüz seneden beri uygulanan bir şeydir. Şimdi de bu Yeni Osmanlı diye bunları uygulamaya çalışıyor. Elinden ne geliyorsa onu yapıyor. Hepsi de bu çökertme planının parçalarıdır. Yalnız Kürtler değil, Araplar da yok edilmek isteniyor. Müslüman Kardeşler’i kabul etmeyen herkesi dışarıya atıyorlar. Kürtlerden başka Araplar da var, Ermeniler de var, Süryaniler de var, hepsi yerinden edilmiş.
Türkiye Esad rejimini devirme hayalleriyle müdahale etmeseydi Suriye iç savaşı bu boyutlara ulaşır mıydı? Ya da bir tür cephe gerisi olan cihatçı gruplar Türkiye’den destek almamış olsaydı Suriye’de iç savaş yaşanır mıydı? 10 yıl sonra dönüp, sizin de söylediğiniz gibi daha öncesine de dayanan bir süreci var Suriye iç savaşının ama bugün durduğumuz yerden geçmişe dönüp baktığımızda nasıl bir değerlendirme yapacaksınız?
Salih Müslim: Baştan beri Türkiye’nin rolü olmasaydı, Türkiye bunu yapmasaydı gerçekten Suriye sorunu çözülürdü. Dış güçlerin bazı planları vardı şu şekilde ya da bu şekilde ama en sonunda Suriyeliler karar verecekti. Zaten baştan beri hem rejim gitmek istemedi hem de Türkiye başka birilerini silahlandırdı. Suriye rejimi ne kadar suçluysa o kadar Türkiye rejimi de suçludur. Çünkü bu savaş en sonunda iki tarafın içinden geçti. Bir tarafta Müslüman Kardeşler, Türkiye destekliyor öbür tarafta Suriye rejimi diktatörlükten vaz geçmek istemiyor. Bu savaş böyle oldu. Onun için Suriye halkının bir sözü falan kalmadı. Tek biz kaldık özgür düşünmek, Suriyeli olarak düşünmek, kendi projemizi geliştirmek açısından. Biz arada kaldık, iki taraf da şimdi bizi kabul etmiyor. İkisi de bize düşman. Şimdi öyle bir duruma düşmüşüz. Halklar bizden yana. Halklar demokrasi istiyor, beraber yaşamayı istiyor ancak ne Türkiye rejimi bunu kabul ediyor ne de Suriye rejimi kabul ediyor. Türkiye olmasaydı en azından bir taraf yok olurdu, o zaman Suriye meselesi çoktan çözülebilirdi. Uluslararası güçler de bu kadar rol oynayamazlardı çünkü Türkiye’yi koçbaşı olarak kullanmışlar şimdiye kadar. Arada kaybeden Suriye halkları oluyor. Özellikle Kürt halkı tabii. Binlerce insanımız şehit düştü. Evlerimiz yıkıldı, şehirlerimiz yerle bir oldu. Kime zararı dokundu? Halklara. Durum böyledir. Biz ne kadar kaybetmişsek onlar da kaybetmiştir. Türkiye’nin durumu acınacak bir durumdur, hem siyasal olarak hem de ekonomik olarak. Çöküştedir artık, nereye gideceği de belli değildir. Kendisi de kaybediyor. Savaş herkese zarar veriyor. Biz de kaybettik ama diğerleri de kaybediyor. Sonuç umarız ki halkların zaferi olur. Halklar en azından bu diktatörlükten, bu düşünceden, planlardan kurtulmuş olacaktır diye düşünüyorum.