Çelik Özdemir yazdı: Siz “Türk ve Müslüman değerlerinizle!” yaşayacaksınız diye bizim yani Kürtlerin, Ermenilerin, Romanların, Rumların, Alevilerin, LGBTİ+lerin, kadınların, mültecilerin bu topraklarda sizinle birlikte yaşamamıza engel olamayacaksınız.
Dünden beri hayat iyice zorlaştı bizim mahallede. Bizim mahalle dediğim yer burası. Ülkemin tamamı. Ben hala öyle görmek istediğimden böyle bir giriş yaptım sanırım. Çocukluğumdaki haliyle bizim mahalle. Herkesin komsu, dost, ahbap, dayanışmacı, saf, çocuk olduğu bizim mahalle.
Dun 80’lerin üzerinde hayatını kaybetmiş bir kadının cenaze haberleri düştüğünde içimi derin bir titreme aldı. Yaz sıcağında içimde ürperti gibi bir titreme oldu. Xatun Tuğluk’ un “ burada şehitler yatıyor, Ermeni mezarlığı değil burası, gömemezsiniz” direktifiyle gömüldüğü yerden çıkarılıp başka bir yere defin için süreç başladığını öğrendiğimde önce diğer Kürt anneleri aklıma geldi. “Çocukları yüzünden!” hem hayatları perişan olmuş analar hem de öldükten sonra bu ıstırabı yaşamaya devam eden analar. Gözaltında kaybedilen oğlunun kemiklerini bulmak için 19 yıl mücadele veren Cumartesi Annesi Hediye Coşkun, oğlunun kemiklerini bulup kokladıktan 3 yıl sonra yaşamını yitirdi haberini hatırlayıp kadının resmine baktım. Gözlerine bakmaya utanıp zorladım kendimi. Sonra, Berfo Ana ve Asiye Karakoç’u hatırladım ve onların resimlerini aradım. Bir tur yüzleşme için aradım. Ardından bir Cumartesi Annesinin sözlerini hatırladım. Bingöl’de gözaltına alındıktan sonra kaybedilen 18 yaşındaki Hüseyin Morsümbül’ün annesi Fatma Morsümbül “Oğlumun kemiklerini bulsam omzumda taşıyacağım. Çünkü kokusunu çok özledim” demişti.
Sokağa çıkma yasağı ve operasyonların sürdüğü Şırnak’ın Silopi ilçesinde 20 Aralık tarihinde vurulan ve cansız bedeni bir hafta boyunca sokaktan alınamayan 11 çocuk annesi 55 yaşındaki Taybet İnan geldi sonra aklıma. Cenazesini izletmişlerdi bir hafta boyunca 55 yaşında bir Kürt kadınının çocuklarına.
Emel Annenin oğlu Ali İsmail’in ardından “keşke bir kursunla öldürselerdi” dediği aklıma geldi. Sonra, gecen ay kaybettiğimiz anneannemin 37 boyunca yasadığı acıyı hatırladım. Dayımın işkencede öldürüldüğünü büyük bir sır gibi ondan nasıl sakladığımızı, dayımın vurularak öldürüldüğünü anlattığımızı hatırladım. Onların da resimlerine baktım. Korkmadan, bütün cesaretimi toplayıp, bir otopsiye girer gibi, bir arkadaşımın ölmüş bedenini teşhis etmeye girer gibi tek tek baktım gözlerine.
Yıllarca, bu ülkede, çocuklarının parçalanmış cesetlerinin köy meydanında serili olduğu halde ağlayamayan Kürt annelerini düşündüm sonra. Çocuklarını gece yarısı mezara gömen Kürtleri düşündüm. Teşhis için mezralarda bekletilen o cesetlere bakıp “Hayır, benim çocuğum değil” demek zorunda bırakılan anneleri düşündüm. Düşündüm. Düşündüm.
Ve dun. Kızı hak mücadelesi veren, tutsak bir milletvekili olan Xatun Anne. Aysel Tuğluk’un 80ninden büyük annesiydi o. Kızını okutup hukukçu yapmıştı. sadece müvekkillerinin değil ezilen bütün halkların hakkını savunmak için milletvekili olmuş, yıllarca Kürt halkının mücadelesine katkı vermiş bir kadındı Aysel Tuğluk. Rehineydi devletin elinde. Kürt olduğu için, kadın olduğu için, mücadeleci olduğu için tutukluydu. Devletin taşeronu 50 kişilik bir grup simdi ona hayati boyunca yasadığı bütün fiziksel işkencelerden daha büyüğünü yapıyorlardı. Aysel Tuğluk’un annesinin gömülmesine izin vermediler önce. Sonra da mezardan çıkarmakla tehdit ettiler. Aysel, mecbur kaldı. Kendi elleriyle çıkardı anasını üstüne toprak atılmış mezardan. “Güvenli” bir yere defnedileceği açıklandı ardından.
Yani mahalle artık eski mahalle değildi. Her yeri güvenli değildi artık mahallenin. Ölüler için bile güvenli değildi çocukluğumun mahallesi artık.
“Burada şehitler yatıyor" diyen zavallı devlet taşeronlarına belki daha iyi anlayabilecekleri çok bilinen bir örneği hatırlatmak isterim. Atatürk, 1934 yılında Çanakkale’de evlatlarını bize karşı giriştikleri bir savaşta kaybeden Anzak Annelerine yazdığı bir mektupta şöyle demiştir: “Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.”
Ve son olarak da “Burası Ermeni mezarlığı değil” diye övünen Müslümanlara İslam Peygamberinin bir gayri-Müslim’in cenaze geçişi sırasındaki tutumunu hatırlatarak bitirelim. Bir defasında Medine’de Müslümanlarla birlikte otururken önlerinden geçen bir cenaze önünde ayağa kalkmıştır. Onun bu tutumu karşısında “Ey Peygamber o ölen bir Müslüman değildi” denilmesi üzere “o da bir can taşımıyor muydu?” diye yanıt vermişti.
Son tahlilde, siz “Türk ve Müslüman değerlerinizle!” yaşayacaksınız diye bizim yani Kürtlerin, Ermenilerin, Romanların, Rumların, Alevilerin, LGBTİ+lerin, kadınların, mültecilerin bu topraklarda sizinle birlikte yaşamamıza engel olamayacaksınız. Biz biliyoruz ki dirilerimiz eşit değil su kertede. Ama bir gün bu topraklara kalıcı ve kesin barış, demokrasi ve adalet geldiğinde en azından ölülerimiz eşit olacak ölülerinize.
Çelik Özdemir – 14 Eylül 2017 – İstanbul