Tarihi bir yara derken, imparatorluk yıllarına kadar gitmeyeceğiz. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına kısaca değinerek “Bugün neredeyiz, nereye gidiyoruz?” sorusuna cevap arayacağız.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında sağlıkta hizmetin sunumu, hizmeti verecek kadroların yetiştirilmesi, kurumların inşası, örgenlerin oluşturulması konusunda devlet görevli kılınmıştı ve toplum sağlığı alanında önemli adımlar atılıyordu. Ne ki bu adımlar, benzer biçimde sağlıkta devletin görevli kılındığı SSCB ve gelişmiş ekonomiler ile kıyaslandığında çok geride kalıyordu. Görevin ifasında bölgesel farklılıklar bir diğer olumsuzluğa işaret ediyordu (Kürdistan coğrafyasında belirginleşen farklılıklar).
Bununla birlikte özellikle Verem Savaş dispanserleri aracılığıyla yürütülen Verem Savaşı; Sıtma Savaşı gibi konularda, toplum sağlığı alanında ciddi adımlar atıldı. Bütün bunlara rağmen, bebek ölüm hızı, anne sağlığı, aşı ile korunulabilir hastalıklar, temiz su kaynakları, gıda sağlığı, çevre sağlığı ve nihayet hasta bireylerin tedavisi ve rehabilitasyonu alanında, hiçbir zaman gelişmiş ülkeler standardı yakalanamadı.
1980 ve sonrası: Yaranın büyümesi
12 Eylül askeri darbesi ile birlikte devletin sağlık alanındaki rolü “görev”den düzenleyici-denetleyiciliğe doğru değişime uğradı ve bu tarif anayasal düzenlemeler içinde yer aldı. Böylece sağlık vatandaş için bir “hak” olmaktan çıktı; çeşitli argümanlar kullanılarak satın alınabilir ve alınması gereken bir emtia haline getirildi. Takip eden süreçte, meta’nın ekonomi politik zemindeki bütün unsurları sağlık yasaları ile düzenlendi.
1981 yılında sağlık yatırımları teşvik kapsamına alındı: Böylece kamu fonları özel sektöre aktarılmış; tedavi hizmetlerinde, “katkı payı” adı altında sağlık hizmetlerinden para alınmasının temel taşları döşenmiştir.
1987 yılında çıkarılan Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu ile, kamu ve özel sağlık kuruluşlarına devletin aynı mesafede durması; kamu sağlık kuruluşlarının işletme haline getirilmesi; hizmetlerin sınıflandırılıp fiyatlandırılması; sağlık çalışanlarının sözleşmeli hale getirilmesi; sağlık çalışanlarının performansa dayalı olarak ücretlendirilmesi gibi meta ekonomisinin bütün unsurlarının -işletme, kârlılık, hizmet ve finansmanın birbirinden ayrılması- hukuki alt yapısı oluşturulmuştur. Genel Sağlık Sigortası (GSS), Özel Sağlık Sigortası, Ek Sigorta, Fak-Fuk-Fon, Yeşil Kart, katkı payı vb sağlık meta ekonomisinin manivelaları olarak kullanılmıştır. 1992 yılında GSS Kanunu ile bu süreçte önemli bir adım atılmıştır.
1992-1993’te birinci basamak sağlık hizmetlerinin piyasalaştırılması argümanıyla Aile Hekimliği gündeme getirilmiş, 1995-2000 yılları arsında SSK Hastaneleri gasp ve tasfiye edilerek devlet hastanelerine bağlanmıştır.
Günümüz AKP iktidarına gelinceye kadar 12 Eylül faşist darbesi; ANAP hükümetleri; DYP, SHP, DSP, ANAP, MHP partilerinin oluşturduğu koalisyon hükümetleri günümüz sağlık sisteminin hukuki alt yapısının hazırlanmasında üstlerine düşen görevi fazlasıyla yerine getirdiler. SHP ve DSP’nin esasa ilişkin olmayan itirazları biraz zaman kaybına neden oldu, o kadar.
2002 ve sonrası: Yaranın derinleşmesi
AKP’ye, piyasalaştırılmış sağlık sektörü üzerinde birkaç rötuş yapmak düşüyordu. Kamu hastanelerinin işletme haline getirilmesi ve kamu-özel ortaklığı adı altında Şehir Hastanelerinin büyük sermaye gruplarının işletmesine devredilmesi için çıkarılan birkaç yasa, yönetmelik, genelge tablonun tamamlanması için yetiyordu.
Şimdi artık kamu hastaneleri tam bir kapitalist işletme halindedir; tepede, olması gerektiği gibi CEO’su vardır. Sağlık emekçileri sözleşmelidir ve bu sözleşme 1 yıl için geçerlidir. 1 yılın sonunda performansından memnun olunmayan sağlık çalışanlarının sözleşmesi feshedilebilir. İşletme kârlı değilse, CEO ve mütevelli heyeti Bakanlık tarafından işten el çektirilebilir. Kârlı işletmeler özelleştirilebilir, kiralanabilir. Hizmet satın alan vatandaşların, bağlı olduğu sosyal güvenlik kurumunun yaptığı ödeme dışında yapacağı “ek ödemenin” miktarı, şimdilik Bakanlık-Hükümet’çe belirleniyor ama ilerde muhtemelen CEO-mütevelli heyeti tarafından belirlenecek. Özel sektör sağlık kurumlarında ek ödemeler sürecin başında yüzde 0 iken bugün yüzde 197-200’lere gelmiş durumda. Siyasi iktidar vatandaşa “GSS şemsiyesinin yetmeyeceğini “ ek sigorta yoluyla daha nitelikli sağlık hizmeti alabileceğini” söylüyor.
İlk anlaşmaları yapılan Şehir Hastaneleri süreci, sağlık alanında boy gösteren küçük-orta sermayeli özel sağlık kurumlarının çökmesi, sağlık alanının büyük tekel gruplarına terk edilmesi ile sonlanacak bir süreçtir. Zaten bu alana yönelenler, uluslararası büyük sermaye ve yerli ortaklarıdır.