Siyaset Dergisi’nin, hala raflarda olan Aralık-Ocak sayısında, yer alan Yılmaz Yücel’in, ”Sağım Yalan! Ya solum” başlıklı yazısını paylaşıyoruz.
YILMAZ YÜCEL
Türkiye bitmez tükenmez bir tartışma sürecinin içinde… Ya da öyle gösteriliyor… Anayasa tartışmaları… Başkanlık mı olur, yarı başkanlık mı, partili cumhurbaşkanlığı mı polemikleri… Seçim sisteminde ‘’dar bölge’’ tartışmaları vs… Bu tartışmalara daha fazla ilginizi çekenleri de siz ekleyebilirsiniz… El Bab’ da kalınsın mı, AB’ye rest çekmek doğru mu, Merkez Bankası, elindeki dolar rezervlerini piyasaya sürsün mü? Tartışma başlıklarının çokluğuna aldanıp Türkiye’de bir tartışma kültürünün var olduğunu sanabilir, hatta bu başlıklarla ilgili tartışmaların demokratik bir zeminde yapıldığına kanabilirsiniz…
Ne sanılacak, ne de kanılacak bir hal yoktur… Rejim kendi önüne koyduğu hedeflere ulaşmak için tam gaz (tartışmalara bakmaksızın) ilerlemekte, önüne çıkan bariyerlere tosladıkça, bariyerleri dış güçlerin koyduğuna, sonra da bariyerlerin dış güçler olduğuna dair ortalığı velveleye vermekte, varsaydığımız tartışmalar böylesi dönemlerde devreye girmektedir. Bir kısım rejimin akıl hocası, akıl hocası statüsünü yitirmemek adına “Suriye’ye girin dedik ama bu kadar da girin demedik”, “AB’ye rest çekin ama eliniz de güçlü mü bir baksaydınız”, “Şanghay’a doğru tabii ki rejim istediği kadar açılabilir ama AB kıyılarından da uzaklaşmadan” gibi ve benzeri ifadelerde bulunmaktadır…
Cinsel istismar yasası tartışmaları (rezaleti) bir yanıyla Türkiye’de herkesin katıldığı bir kakafoniye dönüştü… Kakofoniye son veren kadınların müdahalesi oldu. Kadınların mücadelesinin yarattığı haklı etki tüm toplumun gündemine oturdu. Son sözü, bakanlarının, yasa tasarısının altına imza atmış olan vekillerinin eline bombayı bırakarak Recep Tayyip Erdoğan söyledi. Yeni yasa tasarısı, ‘’geri çektirdik’’ nidalarıyla raflardaki yerini alırken, rıza yaşını 12’de bırakan tasarı da el altından Meclisten geçirilmiş oldu. Son sözü söyleyen, son sözleri kendisinin söyleyeceğine dair hegemonyayı el çabukluğuyla katmerlendirdi. Eline bomba bırakılan vekiller, bakanlar oralarına, buralarına batan parçaların açtığı yaraların iyileşmesini bekleyecekler ki buna çok alışkınlar.
AKP kendine güvenini yitirdi
Tüm bu tartışmaların odağında olan başkanlık sisteminin, uygun olan her hangi bir biçiminin geçirilmesine dair kararlılık, belirgin bir şekilde AKP’nin siyaseten kararlı ama kendine güvensiz halini de ortaya koyuyor. Yenikapı’dan AKP- MHP blokuna daralan ve bu blokla yapılabilecek en optimum siyasi çıkar gözetilerek örülen süreç, hegemonyanın herhangi bir yerden kırıldığına dair bir görüntü yaratmama isteğiyle süreç götürülmeye çalışılıyor. Kurulan hegemonya çatlak istemiyor. Bu hegemonya bir yerden kırılmaya başlarsa, freni patlayan araba gibi nerede duracağı, nerelere çarpacağı kestirilemiyor. Bu güvensizlik ortamında, devletin “bekası” gibi çok bildik bir gerekçeye sığınan AKP, klasik bir iç tehdit-dış tehdit ikiliğine sarılıyor ve esasında kendi bekasının güvenliğini sağlamak adına en bilinen yollara başvuruyor. Baskı aygıtlarının tamamını devreye sokarak şiddetin dozunu en yukarıya taşıyor, demokratik mekanizmaların topyekün fiziki imhasına dayalı bir politika oluşturmakta beis görmüyor.
AKP, kendi beka sorununu devletin bekası sorunuyla eşitlemek zorunda kaldığının farkına vardı ve başka kurtuluşu yok. AKP’nin kendi bekasını devletin bekası olarak göstermesi, daimi yedek güç olarak MHP’nin devreye sokulması sonucunu getirdi. MHP’yi ikna etti. AKP ve veya Cumhurbaşkanının altından kayacak halı, bir bütün olarak MHP’yi zora sokacaktı. MHP, 15 Temmuz sonrası, kısmi anayasa düzenlemesi için oluşmuş faşist blokun koltuk değneği olacağına dair güvenceleri sunmakta çekince görmedi. MHP’yi paramparça olmaktan kurtaran 15 Temmuz sonrası süreç, AKP’ye diyetini ödemek için bir fırsattı. Bu fırsat, artık devlete her düzeyde yeniden ortak olabilmenin pazarlığını yapma şansını da beraberinde getirmekteydi. MHP, sür- git fikirleri iktidarda, kendileri ise iktidarın dışında konumlanan statülerine bir son verme, ortaya çıkan siyasi olanaklardan tam boy faydalanma kararını aldı ve sürdürdükleri pazarlıkta, gelecekte kendisine biçilen rolün önemini ve vazgeçilmezliğini garanti altına alma çabası içine girdi. Anayasa paketinin, AKP ve MHP arasındaki tartışma konuları, MHP’nin yerinin, devlete ortaklığının güvencelerinde saklı. Koz almadan, kendini güvencede hissetmeden teslim olmak istemiyor. Bu faşist blokta güvensizliğin boyutunu gösterirken, devlet kliklerinin gelecekteki kapışma olasılıklarının da işaretlerini veriyor. Söz konusu olan devletin bekası bile olsa, devlet kliklerinin güvenle birbirlerine teslim edecekleri bir devletleri de yok.
Kendi geleceklerini, devletin bekası masalının arkasına dizmekten başka yol bulamayan bu iki parti ve oluşturdukları blokun kaybetmeye ne tahamülleri var, ne de kaybetme şansları! Kaybetme olasılığının ortaya çıkması, şiddet sarmalını geliştirmek için daha da kararlı olacaklarına dair öngörüde bulunmayı kuvvetlendirmeye yarayacaktır. Bir referandum hazırlığına karşın, süreç içinde gördükleri her kayıp ihtimali, daha deneyecekleri birçok yol olacağını da bizlere gösterecektir. Referandumdan vazgeçme bir ihtimaldir. Ama kazanmak adına gözlerini karartmaya hazır bu blok, ne pahasına olursa olsun her tür mekanizmayı devreye sokmaktan çekinmeyecektir. Bu ihtimalin içinde, referanduma “gölge” düşürecek her türlü hazırlığı yapmak da vardır!
Sürrealist Fettullah Gülen Cemaati
15 Temmuz ve sonrası ortaya çıkan, devletin isimlendirmesi ile Fettullah Gülen Terör Örgütü (FETÖ), yapılanmasının boyutu ve kurduğu darbe ittifakı ile cümle alemi şaşırtmıştır. Elbette bu yapılanma hakkında geçmişte yapılan tüm ikazlara, değerlendirmelere ve tespitlere karşın, dağın görünen yüzü bile oldukça etkili bir yapılanmayı gözler önüne sermiştir. Bu görünen yüzde Cemaatin uluslararası ilişkileri var mıdır? Vardır. AKP ve MHP ile ilişkileri var mıdır? Vardır. Orduda, yargı kurumlarında ve kamu kurumlarında organizasyonları var mıdır? Onlar da vardır. Ama her şeyden önemlisi Cemaatin toplumun yoksulları ile kurduğu bağdır. Her seçim döneminde bilinmez bir soru olan “Cemaatin ne kadar oyu var” sorusudur. Bu soru, Cemaatin oy potansiyelinin siyasete etkisini sorgularken, onun ötesinde Cemaatin nasıl bir organizasyon olduğu sorusunu da içermektedir. Ki bu da Fettullah Gülen Cemaati’nin ulusal ve uluslararası bağlantıları ile bir cemaatin ötesinde bir organizasyon olduğu gerçeğidir.
“Cemaat” bir devlet kliği olarak iktidarın tepesine oynamıştır. Bir zamanların, çok da ciddiye alınmayan “İslamcıları”, hatta en ciddiye alınmayan Cemaati konumundaki Fettullahçılar, ciddiye alınmaları gerektiğini ortaya çıkan “teşkilatlanma” düzeyiyle göstermiş oldular. Üniversite kantinlerinde, şehir merkezlerinde Zaman gazetesi standı açan ve o zamanlar pek de ciddiye alınmayan Gülenciler, bir Cemaat “canavarı” yaratarak el atmadıkları kamu kurum ve kuruluşu, ticari sektör ve alan bırakmamışlardı. Kendi gizlilik ve organizasyon yapısı ile de nasıl illegal olunurun sağ bir örneğini de ortaya koydular. Devletin kanatları altında illegalitenin adı, bugünlerde “paralel devlet yapılanması” oldu. Bir zamanların masum badem bıyıklıları, öğrenci evlerinde maklube partileri yapan abi-abla imgesi, savaş uçaklarıyla Meclis tarayanların komutanı imamlar gerçeğiyle yer değiştirdi. Tehlikenin bir on yıldır “farkında olup” devleti uyaranlara karşı devlet şurekası “Ne istedilerse verdik, ama kandırıldık” limanına sığındı. Sonuç olarak “devlet ittifakı” kanlı bir darbe girişimiyle sonlandı. Aynı zamanda, solcu, örgütlü gençlerin ebeveynlerinin genel olarak bir tavsiyesi olan ve çocuklarını örgütlü mücadeleden uzak tutmak için önerdikleri “okuyup, iyi yerlere gelmek suretiyle devleti ele geçirme” yolu Fettullah Gülen Cemaati’nin stratejisi çerçevesinde bir sürrealizm örneği olarak tescillenmiş oldu.
CHP’nin sağı-solu, tabanı-tepesi
15 Temmuz sonrası, darbe karşıtlığını demokrasi meselesinin kendisine indirgeyen CHP, darbenin ötesinde ve sonrasında gelişen süreçte tutum almakta ikircikli davranmaya devam ediyor. Yenikapı’da oluşan ruha partisinin tepesini katmak için kendini ortaya koyan Kemal Kılıçdaroğlu, parti tabanını bu ruhla buluşturamadı. Bugün CHP tabanı, partisiyle barışmak için beklediği rolü oynayamasa da faşist blok karşısında kendini güvensiz ve beklenti içinde hissetmektedir. Ancak ne buna uygun bir parti içi muhalefet bulabilmekte, ne de parti merkezinin bu beklentiye cevap verecek siyasi bir cesareti sezilmekte. CHP, tarihsel olarak devletin kurduğu partidir. Bu doğrudur. CHP devleti kuran partidir… Buna da kısmen doğru denilebilir. Her siyasi özne gibi CHP de çeşitli evrimler geçirmiştir. CHP 60’larla beraber ortanın solu, 80’den sonra sosyal demokrasi kavramlarını parti literatürüne sokmuş, sosyalistlerin çoğu zaman “siyasi ilticaları”na bu kavramlar gerekçe oluşturabilmiştir. Bu siyasi ilticaların siyasi kısmının dışında CHP’nin vaat ettiği “istikbal”in de payının azımsanır olmadığı hem iltica edenlerin kendisi, hem de dünya alem için sır değildir. Tüm bunların CHP için karmaşık bir parti toplumsallığı yarattığı söylenebilir. Ancak bu toplumsallık içinde sosyalist-demokratik- devrimci bir toplumsallaşmaya yatkın, hatta kendini bu tanımlarla niteleyen bir tabanın olduğu muhakkaktır. Meclis kürsüsünde yemin töreni sonrası sol yumrukların havaya kalkmasının CHP tabanının yüreğine soğuk sular serpmesi boşuna değildir. Solun CHP’ye bir iltica nedeni de budur. Entrizm hevesi ile gidilen CHP, iltica edenleri yutmuştur… Ve ele geçirilen CHP’den ziyade ele geçirilen “sosyalistlerle” dolu bir parti bulunmaktadır. Eski şucu, bucu il, ilçe başkanları ile, CHP’nin kapısı, “ele geçirilmediği” müddetçe kapısını makul yerlerde sola açık tutmuştur, tutacaktır. Kılıçdaroğlu’nun yaveri bile “bizden” çıkmamıştır. Böyle bir CHP sosyolojisi, analizin ötesinde bir siyasi görev olacaksa mesele bu görevi ortaya çıkarmaktır. Yoksa devleti kuran partiden ne devlet vazgeçer, ne de bu kadar iltica sonrası CHP sol açısından önemsiz bir hale gelebilir. Sonuç olarak bize düşen “somut koşulların somut CHP’sini” değerlendirmektir.
Yenikapı’ya karşı Kartal ruhu
Birleşik Haziran Hareketi’nin (BHH) hazırlıkları ile başlayan ve esas olarak CHP ve HDP kitlesinin yan yana gelmesi muradı taşıyan Kartal Mitingi (Teslim Olmayacağız- Biz Kazanacağız) solun ortak mitingine dönüştü. CHP’nin önce katılım kararı aldığı, son anda katılmaktan vazgeçtiği mitinge yirmi bin civarında insan katılırken, CHP’nin “katılmayın” mesajına uymayan milletvekilleri, pm üyeleri ve CHP tabanı da alanda kaldı. CHP kitlesi alanda HDP kitlesi ile fotoğraf vermiş oldu. Sol tüm bileşenleri ile neredeyse alanda yerini aldı. Sahneye söz alarak çıkmak noktasında CHP merkezi etkili oldu. Mitingde hiçbir CHP’li konuşmadı. BHH adına yürütme kurulu üyesi Erkan Baş, HDP adına il eşbaşkanı Doğan Erbaş, İstanbul Emek ve Demokrasi Koordinasyonu adına Güven Gerçek konuştu.
BHH’nin HDP ile olan mesafesinin miting dolayısıyla kısalması sonrasında, bu zeminin geleceğe taşınması için yapılan vurguların nasıl bir gerçeklik kazanacağını hep birlikte göreceğiz. Ancak bu birlik zemininin ileriye taşınmasına dair bir beklentinin açığa çıktığı açık. CHP’nin toplumsal kesimleri ve muhalefetin ortak mücadelesine dair adım atmaması CHP’yi Yenikapı ruhu ile Kartal ruhu arasında bıraktı. Esas soru ise, BHH’nin Kartal ruhuna sahip çıkıp çıkmayacağıdır. Kartal mitinginin görüntüsüne bakarak bazı BHH’liler “yıllardır görmedikleri çocukları karşısında, bu çocuk benim mi” diye soran anne-baba hissiyatına kapılmış olabilirler. Miting öncesi ile miting sonrası arasında oluşan farklılığı yaratan benzer bir duygu dahi olsa, içleri rahat olabilir; hepimiz biliyoruz ki bu çocuk sizin de çocuğunuz.
Emek ve Demokrasi Güçbirliği’nden çekilen BHH’nin, sonrasındaki bu ilk yan yana gelişin ruhunu ileriye taşımakta üzerine düşeni yapması siyasi sürecin bir gereği olarak ortada durmaktadır.
Sağ bir provokasyonla, Aydınlık ve tüm devlet zevatının basın, yayın, sosyal medya yaygaralarına kulak vererek Kartal Mitingi’nden çekilen CHP, hemen ardından düzenlediği Adana mitinginde, sola kapıyı göstermiş, bir ülkücünün açtığı dövize ise selam çakmıştır. Soru dönüp dönüp önümüze gelmektedir; Ne olacak bu CHP’nin hali?
Şimdi sol koalisyonun tam zamanı! Teslim olmayan herkes birleşsin!
Faşist blok OHAL rejimi ile Türkiye’yi yönetmekte kararlıdır. OHAL rejimini Anayasal güvence altına alarak bir başkanlık rejimi ile taçlandırmaya çalışmasına, tüm demokratik siyaset alanlarına ve mücadele örgütlerine karşı topyekün yok etme politikasına karşı, mücadele yollarının tamamını birlikte bulmak, üretmek ve eylemek için gücü şimdi birleştirmek vakti. Öncelikle bu koalisyonun, blokun, cephenin bu rejime karşı duran herkesi kapsayacak bir şemsiyeye ihtiyacı var. Bu şemsiye partiler ötesinde, hareketler ötesindedir. Bu şemsiyenin altına birlikte girme ihtiyacı çok keskin bir şekilde kendini hissetirmektedir. Su gibi ihtiyaçtır. Tersi ölümcüldür. CHP ve HDP’nin bu şemsiyenin altında tüm diğer muhalefet güçleriyle beraber durması elzemdir. CHP’nin sağ bir iktidar varken, solu topyekûn imhaya girişmişken, sağa değil sola bakması gerekmektedir.
Olası bir referandum için, oluşturulacak “HAYIR!” bloku, tüm güçleri şemsiyesi altına alabilecek bu blok, İstanbul’dan, Diyarbakır’a, İzmir’den, Van’a, Konya’dan, Trabzon’a kadar her yerde “HAYIR!” kampanyası yürütebilir. Faşist bloka karşı “HAYIR!”, neden yüzde 60 oy almasın? yüzde 60 “HAYIR!” oyu çıkarmış bir blok, geleceği birlikte düşünmeye neden başlamasın? Adım adım, sağ blokun kalelerini her bir bölgede, şehirde yıkıp, bu hegemonyaya son vermesin? Biz bu faşist bloka mecbur muyuz?
Türkiye’de yeni bir hegemonyayı inşa edecek tarihsel birikim vardır. Bu tarihsel birikimin akıl, eylem ve kurucu bir iradeyle buluştuğu anda başka bir iklim açığa çıkabilir. Demokratik siyasetin temel görevi bu iklimi yaratacak koşulların açığa çıkmasını sağlamaktır. Yeni bir “ittifaklar siyaseti” oluşturmak bu iklimi yaratacak yegane yol olacaktır.
1 Kasım 2016’da Meclis Grup toplantısında HDP Eşgenel başkanı Selahattin Demirtaş bir blok kurulması için çağrı yaparken, “bu kardeşlik ve demokrasi blokunun yaratılması için elimizden gelen ne varsa yapmaya hazırız” dedi. Bu konuşmanın üzerinden 4 gün geçti ve HDP Eşgenel başkanları Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve 9 milletvekili tutuklandı. Bu çağrı yeni bir “ittifak siyaseti”ni oluşturma yolunda bir başlangıç olabilir.
Şimdi Selahattin Demirtaş’ın blok çağrısına kulak vermenin tam zamanı!
Yılmaz Yücel
*Selahattin Dermirtaş’ın 1 Kasım 2016 tarihli Meclis grup toplantısı konuşmasından bir bölüm…
Yapabiliriz…
Bu zattan bir beklentimiz yok. Mesele bizim ne yapacağımızdır. Dayanışma tabii ki önemli. Yan yana durmak tabii ki çok önemli. Teslim olmamak tabii ki çok önemli… Hep savunmada kalmanın da bir anlamı yoktur. Bizim bunları yenmemiz, alt etmemiz, tepetaklak etmemiz lazım… Türkiye toplumu Türküyle, Kürdüyle, Alevisiyle, Sünnisiyle ben bu gidişattan memnun değilim, çocuğumun, ailemin, kendimin geleceği için artık büyük bir korku yaşıyorum” diyen herkesin karşı hamle yapması gereken bir dönemden geçiyoruz. Sadece ayakta kalmak da yetemez. Devirmemiz lazım…
Açık söylüyorum! İlk sandık önümüze konulduğunda güçlü bir muhalefet bloğuyla, alternatif bir demokratik iktidar seçeneği sunmamız lazım! Biz bu faşist bloğa mecbur muyuz ya? Şu faşist blok kendinde bu cesareti görüyor da, biz yüzde 50 oy alırız diyor da, eşitlikten, özgürlükten, adaletten, birlikte yaşamdan, kardeşlikten yana olanlar, bizler neden yüzde 60 oy alamayacak mışız? Neden bir araya gelip alternatif bir demokratik seçenek sunamayacak mışız! Bunun zamanı geldi, geçiyor bile. Biz HDP olarak bu tür demokratik muhalefet bloklarına, ilkesel düzeyde hiçbir zaman kapalı değiliz. Ve görüyorsunuz ki sokaktaki taban da buna kapalı değil. Ama maalesef bazı partilerin yönetimleri, yöneticileri kendi dar çıkarları, koltuk çıkarları çerçevesinde bütün bu imkânları hep heba ettiler. Geçen dört seçime bir bakın. Bizim tutumumuz açıkça ortadaydı. Türkiye’de demokratik bir alternatif sunalım. Yerel yönetimlerde, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, genel seçimlerde karşılaştığımız tutum neydi? O günlerde adı öyle konulmamıştı ama Yenikapı ruhu adı altında milliyetçi, faşist blok tercihinde bulundular. Her seferinde bunu yaptılar…. ve AKP’ye şans veren, prim veren, fırsat veren, ana muhalefetin hataları, yanlışları oldu. Bundan bir ders çıkarmışlar mı diye bakıyoruz. Buna dair en küçük emare de yok. Tabanın tamamı beklentisini bu yönde ifade ediyor. Demokratik muhalefet bir blok çerçevesinde, ittifak, işbirliği… Birleşmeden söz etmiyorum. Ülkenin geleceği bu kadar büyük bir tehlike altındayken, temel ilkelerde birlikte mücadele etmekten söz ediyoruz.. Buna bile gelmeyenler, ülkenin geleceği ile ilgili nasıl laf söyleyecekler.
Allah aşkına ben merak ediyorum, Yenikapı’da sahneye çıkan ana muhalefet partisinin sayın lideri sen orda konuştuğunda senin partinden tek bir kişi acaba kalabalığın içinde var mıydı? Merak ediyorum! CHP genel başkanı orada konuşurken tek bir CHP’li meydanda var mıydı? Yoktu. Senin tabanın başka bir ruhun peşinde. Sen başka bir ruhun! Diğer partiler için de bunu söylüyorum. Parlamento dışındaki bunu söylüyorum: Parlamento dışındaki demokrasiden yana özgürlükten yana partiler için de söylüyorum. Artık bazı eksik yetmezliklerimizi, önyargılarımızı bir tarafa bırakmamız lazım… Bugün eğer bu mücadeleye, ayağa kalkmış bir halkın faşizme, zulme karşı, tecavüz ordularına karşı, Türkiye’deki bu dayatmacı, ırkçı anlayışa karşı rengarenk çiçek bahçesi gibi birarada duran ve direnen HDP’nin yanında olmayacaksınız da, kimin yanında olacaksınız; Saraydan artık size bir şey çıkmaz görmüyor musunuz? Saray birlikte yola çıktığı can yoldaşlarını sata sata oralara geldi. Siz kim oluyorsunuz ki? Sizi idam sehpasına gönderirken gözünüzün yaşına bakmaz. Bunu anlamıyor musunuz?
Hükümet by-pas durumdadır. Zaten fiili başkanlık Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası devreye girmiş durumdadır. Adına fiili başkanlık diyorlar da hani başkanlık rejimini bilmesek, yutturacaklar. Dünyada bir çok başkanlık sistemi örneği var. Bunun yaptığı hangisine uyuyor. Hiçbir tanesine… Uydukları yok mu? Eee var. Onların da adı diktatörlük. Sen niye başkanlık diyorsun? sen biraz mert ol; de ki ben diktatör olmak istiyorum. Çocukken hep hayalim buydu. Diktatör olacağım. Bunu açık söyle yav… Bakın başkanlık tartışması yapılıyormuş gibi toplumun kandırılmasına müsade etmeyelim. Ortada bir başkanlık sistemi tartışması yok. Fiilen ele geçirdiği devleti, diktatörlük yetkilerini anayasal garantiye almak için uğraşıyorlar. Yoksa toplumda gerçekten ciddi, samimi, düzeyli kaliteli bir başkanlık tartışması olsa, modelimiz başkanlık mı olsun, özerklik mi olsun, başka modeller mi olsun diye özgürce tartışabilsek bu kadar kamplaşma, kutuplaşma toplumun kendi içerisinde bu kadar düşmanlaştırma olmasa, her model demokrasiye çıkacaksa tabii ki tartışılabilir….
Bugünler hep böyle devam etmeyecek. Bunların hepsi bir gün gelip geçecek. Her diktatörün siyasi bir ömrü vardır. Bunlar bitecek.Ne kadar hızlı mücadele eder, karşı hamleler yaparsak o kadar da çabuk bu zulümleri bitiririz. İşte KHK’lerle rektörlük seçimleri kaldırıldı biliyorsunuz. Ya seçim deyince, adamın aklına sadece kendinin seçilebileceği bir mekanizma geliyor. Kendisi dışında birinin işbaşına gelebileceği şeye seçim demiyor. Ona halk iradesi demiyor. Tahammülü yok. Rektörlük seçimi, genel seçim, yerel seçim bunların hepsini düzenleyecektir, göreceksiniz. Sadece kendisinin kazanabileceği bir seçim yöntemine, özellikle seçim konusunda bir değişiklikle buraya gidecektir. Eğitim sisteminde yaptıklarına bakın; açığa alınan öğretmenler… Bunların birçoğu demokrasiye inanan, laikliğe inanan, özgürlükçü, temiz öğretmenler. Okullara, müdahale adı altında yapılanlara bakın. İşte proje okulları adı altında müdahaleyi gerçekleştirdiklerinde aynı zamanda mağdur olan direnen aileler, öğrenciler burada… Devlet okullarında nitelikli eğitim yapılabileceğini kanıtlamış öğrenciler, öğretmenler bunlar. Yani bol para dökmeden de biz çocuklarımıza iyi eğitim, laik, demokratik eğitim verebiliriz. Ne yapıyor? Tahammül edemiyor. Benim dışımda bir eğitim anlayışı gelişiyor diye müdahale ediyor. Oralara şimdi kendi kafasına göre müdürler atıyorlar. Geri kalan öğretmenleri Türkiye’nin her tarafına dağıttılar. Her yerde illa imam hatip açacağız diyorlar. Ve proje okullarına müdahaleyi de bu şekilde yapıyorlar…..
Kenan Evren darbeyi gerçekleştirdikten sonra o yıllarda doğan erkek çocukların üçte birine Kenan ya da Evren adı konulmuş. Çünkü insanlar kendilerini güvence altına alma hissiyatıyla, korkuyla, panikle hareket etmişler. Ya bu bana dokunmasın, ne yapalım bir çocuğumun adı da Kenan olsun, Evren olsun diye… Kusura bakmayın Kenan’lar ve Evren’ler ama babalarınız, anneleriniz bu korkuyla bu isimleri koymuşlar. Fakat bu Kenan Evren denilen adam öldüğünde acaba cenazesinde kaç tane Kenan ve kaç tane Evren vardı. Ölmezsek seni de göreceğiz…
Selahattin Demirtaş