SEÇTİKLERİMİZ – Tülay Hatimoğulları Duvar’a yazdı: “Türkiye Kürtleri ezmek üzere, ABD’den daha fazla ödün koparmaya çalışıyor ve bunu sağlamak için de Rusya kartını kullanıyor. Nitekim Rusya da, hem Suriye Kürtlerini ve DSG’yi, hem Suriye devletini hem de Türkiye’yi gözeten bir politika izliyor.”
S-400 ve F-35’ler üzerinden yürütülen bir dış politika şiddeti, savaşı, yoksulluğu derinleştirmekten başka bir işe yaramaz. Türkiye’nin dış siyasette etkili olmasının yolu içeride demokratikleşmeden geçer. Öncelikle evin içinin toparlanması gerektiğini belirterek, Türkiye siyaset gündemine oturan S-400 savunma sistemine ilişkin Türkiye’nin uyguladığı politikalara dair merak edilen sorulara cevap vermeye çalıştık.
S-400’lerin alımı iç ve dış politikada ne anlama geliyor?
Türkiye’nin S-400’leri alıp almayacağı tartışması kamuoyunu epey meşgul etti. En nihayetinde S-400’ler Türkiye’ye gelmeye başladı. ABD Türkiye’nin S-400 hava savunma sistemini almasını engellemek için birçok yönteme başvurdu. Ama bu alışverişi engelleyemedi. ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası’nın (CAATSA) ne derecede uygulanacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz. Ancak S-400 teslimatı başladığı sıralar ABD yetkilileri tarafından yapılan açıklamalarda Türkiye’nin F-35 programından çıkarıldığı kesin bir dille ifade edildi. Bugünlerde Donald Trump ile Cumhuriyetçi ve Demokrat senatörler arasında yaptırımların hangi boyutlarda uygulanacağı pazarlığı sürüyor.
ABD’li yetkililerin tehditleri arasında S-400’leri alması halinde Türkiye’nin NATO üyeliğinin riske gireceğine ilişkin imalar da bulunuyordu. Buna karşılık NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg “Türkiye F-35 programının bir parçası olmayacak ama Türkiye ile ilişkilerimiz F-35’ten daha derin” diyerek, Türkiye’ye NATO’dan çıkmak üzere kapıyı göstermeyeceklerinin, tam tersine NATO’da tutmak için çabalayacaklarının mesajını verdi.
NATO Türkiye’ye neden kapıyı göstermiyor?
Türkiye, ABD’nin ve NATO üyesi ülkelerin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya dair ekonomik, askeri ve siyasi projeleri için jeostratejik önemini korumaktadır. (ABD Ortadoğu’da yeni askeri üsler kurup, İncirlik Askeri Üssü’ne alternatifler üretmeye çalışsa da Türkiye’nin jeopolitik öneminin farkında.) NATO, Türkiye gibi büyük bir orduya, geniş bir pazara ve bölgesel güce sahip bir ülkeyi Rusya’ya kaptırmak istemiyor ve uzun vadeli çıkarları gözeterek fevri karar almaktan kaçınmaya, Türkiye’yi kendi yörüngesinde tutmaya çalışıyor.
Türkiye’nin de kolaylıkla ‘NATO’dan çıkıyorum’ demesini engelleyen, sadece askeri sisteminin NATO’ya bağlı olması değil; ekonomik ve politik olarak AB ve ABD’ye, Batı Bloku’na olan köklü ve çok yönlü bağımlılığıdır.
Dolayısıyla ne NATO ve Batı Bloku ne de Türkiye bu köklü ilişkiyi kolaylıkla sonlandırabilir.
Türkiye’nin S-400 hamlesi: Hesap hatası mı, gözü karalık mı?
Erdoğan’ın yönetimindeki Türkiye, ABD’nin bütün tehditlerine rağmen S-400’leri alıyor. Halen tartışmasız dünyanın en büyük gücü, Batı dünyasının lideri durumundaki ABD’nin itirazına karşın bu nasıl gerçekleşiyor? Batı emperyalizmine göbekten bağımlı Türkiye buna nasıl cesaret edebiliyor? Bu soruların yanıtı, kısmen Türkiye’yi yönetenlerin (ve Türkiye sermayesinin) yönelimlerinde, ama asıl olarak da dünya dengelerindeki değişimde yatıyor.
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla beraber tek kutuplu (ABD merkezli) bir dünyaya geçildiği algısı yayılmıştı. Ancak bugün çok kutuplu bir dünyaya doğru gidildiği neredeyse herkesin ortak görüşüdür. Çin ekonomisinin büyük bir hızla güçlenmesi ve bu ülkenin ABD’nin küresel rakibi olarak ortaya çıkması, başta Hindistan olmak üzere Asya sermayesinin palazlanması, Rusya’nın ekonomik, askeri ve siyasal olarak toparlanıp yeniden güçlenmesi, bir dönem gerçekleşebilecekmiş gibi görünen “ABD İmparatorluğu” hayallerini yerle bir etti. ABD askeri güç bakımından hâlâ açık ara önde olsa da ekonomik ve siyasal gücünü ve buna bağlı olarak hegemonik konumunu tedrici biçimde kaybediyor.
İşte Türkiye’yi yönetenler hesaplarını bu eğilimin üzerine kuruyor. Türkiye’nin sermaye sınıfı ve yöneticileri, bu güç kayması olgusuna uygun olarak manevralar yapmaya, ABD ile ilişkileri yeniden düzenlemeye, Rusya ve Çin ile ilişkileri güçlendirmeye çalışıyor.
Evet, ABD eskisi kadar kudretli değil. Ama hâlâ Türkiye’yi “ağır biçimde cezalandırmak” için elinde çok büyük kozlar tutuyor. Erdoğan yönetiminin hesaplarının tutup tutmayacağını önümüzdeki aylarda/yıllarda göreceğiz.
Öte yandan Türkiye’nin S-400 füze savunma sistemini almasındaki önemli faktörlerden biri de iç siyaset dengeleridir. Tayyip Erdoğan, eski iktidar ortağı Fethullah Gülen Cemaati’ni tasfiye ederken ortaya çıkan boşluğu MHP ve Ergenekoncular ile kurduğu ittifakla doldurdu. Bu yeni iktidar ortakları ise (özellikle Ergenekoncu devlet kliği) Avrasyacı bir çizgiye sahip. Erdoğan’ın uzun zamandır Şanghay Beşlisi ile flört ettiği de göz önünde tutulunca, S-400’lerin alınmasının, esasen Türkiye’nin yeni dünya dengeleri içinde bulduğunu varsaydığı yeni manevra alanlarından yararlanma hamlesi olarak görülmesi gerekir.
S-400’lerin alımında Kürt sorununa yaklaşımın etkisi nasıl?
Türkiye’nin dış siyasetinin (sadece Ortadoğu değil, Batı ve ABD ile ilişkilerinde de) bir sarkaç görünümünde olmasında, sürekli zikzaklar çizilmesinde Kürt sorunu başat rol oynamaktadır. AKP iktidarı Kürt sorununu onurlu barış ve demokratik yöntemlerle çözme olasılığını bir yana atıp, on yıllardır süregelen klasik devlet politikasında ısrar ediyor: Sorunu silah ve kitlesel şiddet yöntemiyle bitirmeye çalışmak. İktidar ülkenin deneyimlerine bakarak bu sorunun baskı ve zor yöntemleriyle bitirilemeyeceğinin farkında olsa gerektir. Buna rağmen bu yöntemde ısrarın altında ulus devlet anlayışının tekçi yaklaşımının yanı sıra AKP’nin Neo-Osmanlıcılık hayalinin yattığını belirtmek gerek.
AKP iktidarı, içeride olduğu gibi bölgede de Kürtlerin en basit kolektif demokratik hakkını kullanmasını bile tüm olanaklarıyla engellemeyi, Kürtlerin özyönetim doğrultusunda elde ettiği kazanımları yok etmeyi tüm faaliyetinin merkezine koyuyor. Son yıllarda Türkiye, en büyük dış tehdit olarak (Kürtlerin başını çektiği) Demokratik Suriye Güçleri’nin (DSG) Suriye’nin kuzey ve doğusuna hakim olan siyasal oluşumunu görüyor. Türkiye dış politikasını belirleyenler, bu bölgede bir özyönetim deneyiminin varlığını sürdürmesini önlemek için gözü kararmış biçimde davranıyor.
Suriye savaşı sona yaklaşırken, ABD Suriye masasında söz sahibi olabilmek için DSG’yle taktik işbirliği yapıyor. Bir yandan Türkiye’yi küstürüp uzaklaşmasını engelleme, bir yandan da Suriye pazarlık masasındaki yerinden olmamak için DSG’yi gözetme hassas dengesini korumaya çalışıyor. Türkiye ise Kürtleri ezmek üzere, ABD’den daha fazla ödün koparmaya çalışıyor. Türkiye, bunu sağlamak için de Rusya kartını kullanıyor. Nitekim Rusya da, hem Suriye Kürtlerini ve DSG’yi, hem Suriye devletini hem de Türkiye’yi gözeten bir politika izliyor. DSG’yi Suriye rejimiyle uzlaşmaya zorlamak ve Türkiye’yi bölge ve dünya dengeleri içinde kendi yanına doğru çekmek için önce Cerablus/El Bab, sonra Afrin operasyonlarına izin verdi.
Türkiye ise, başka birçok nedenin yanı sıra, S-400’leri alarak hem Rusya’ya minnet borcunu ödemiş, hem ABD’ye bir çalım atmış oluyor.
Peki, bu yaklaşım tutacak mı? Kürt sorununun onurlu barış ve demokratik yöntemlerle çözülmemesi Türkiye’nin dış siyasette ayağındaki prangadır. NATO üyesi olduğu halde NATO’nun silahlarına karşı geliştirilmiş Rus yapımı S-400 hava savunma sistemini alacak kadar büyük bir garabete sürüklendi.
Çözüm neden S-400’lerde değil?
En nihayetinde AKP iktidarı, dış siyaseti ABD ve müttefikleri ile Rusya ve müttefikleri arasında şantaja dayalı olarak yürütüyor. Bu, zaman zaman kazandıran bir siyaset biçimi gibi görünse de S-400 teslimatının başlamasıyla birlikte görüldüğü gibi büyük bir hızla duvara toslama riskini barındırıyor. ABD’nin uygulayacağı yaptırımları henüz bilmiyoruz. Ağır bir ekonomik kriz içinde bulunan Türkiye için AKP’nin uyguladığı bu siyaset tarzı Türkiye’nin siyasal ve ekonomik sorunlarını derinleştirmekten öteye gidemez.
Çözüm siyasal/ekonomik/askeri blokların yanında saf tutmak değil, bunların tümünden bağımsız bir rota çizmektedir. S-400 ve F-35’ler üzerinden yürütülen bir dış politika şiddeti, savaşı, yoksulluğu derinleştirmekten başka bir işe yaramaz. Türkiye’nin dış siyasette etkili olmasının yolu içeride demokratikleşmeden geçer. Öncelikle evin içi toparlanmalıdır.
Bir ülkenin güvenliği sürekli daha fazla savaş uçağı, füze sistemi, uçak gemisi, savaş gemisi, tank alınarak veya üretilerek gerçekleştirilemez. Bugün Türkiye tarihinin en ağır ekonomik krizine doğru sürüklenirken, işsizlik oranı ve hayat pahalılığı rekorlar kırarken, insanlar yoksulluk ve sefalete gömülürken S-400’lere ve/veya F-35’lere milyarlarca dolar harcanması, yöneticilerin hedeflediği “güvenlik”in halkın değil, bir avuç sömürücü zümrenin güvenliği olduğunu gösteriyor.
Tek adam rejimi ile üst boyuta taşınan tekçi anlayışla ülkenin sürüklendiği durum ortadadır. Türkiye’nin kadim sorunlarından biri olan Kürt sorunu ancak demokratik yöntemlerle ve onurlu bir barışın inşasıyla çözülebilir. Bugün demokratik parlamenter sistem ve demokratik bir Anayasa’ya ekmek, tuz kadar ihtiyaç var.
Gerek Türkiye’de gerekse bölgede barış ve huzur ortamının ortaya çıkmasının tek yolu halkların demokratik haklarına saygı gösterilmesinden ve demokratikleşmeden geçiyor.