TÜLAY HATİMOĞULLARI-Diğer Yazıları
Rusya’nın Suriye hamlesi birçok kesim tarafından şaşkınlıkla izleniyor. Rus geleneğine uygun bir soğukkanlılıkla alt yapısı hazırlanmış bu adım Ortadoğu’daki dengeler açısından oldukça önemli. Suriye ordusunun yorgun düştüğü, Hizbullah ve dolayısıyla İran’a göbekten bağlanmaya başladığı bir süreçte, Rusya’nın bu atağı Suriye’yi çok rahatlatacağa benziyor. Bu gelişmenin akabinde Çin’in de Suriye’ye askeri gemiler sevk etmesi, küresel güçlerin Ortadoğu’da fiziki olarak da sahneye çıktığını gösteriyor.
Ortadoğu’nun tarih boyunca savaş bölgesi olmasının en önemli sebeplerinden biri petrol ve doğal gaz zengini bir bölge olmasıdır. Emperyalist güçlerin Ortadoğu’da yüz yıllardır sömürdükleri enerji kaynakları yeniden, değişik bölgelerde zuhur ediyor. “Arap Baharı”nı arkasına alarak emperyal güçlerin Suriye’de başlattığı vekâlet savaşının önemli nedenlerinden biri de budur. Sıklıkla ifade edildiği gibi Suriye, enerji kaynaklarının açığa çıkarılması, sevkiyatı ve daha önemlisi güvenliği açısından stratejik bir öneme sahiptir.
2008’de Doğu Akdeniz’de petrol ve doğal gaz yataklarının varlığı tespit edilmişti. Bunun üzerine Doğu Akdeniz’de etkisi ve yetkisi olan devletler seferber oldu. Öyle ki bu bölgede mevcut olan enerji kaynaklarının Avrupa’nın tamamının 100 yıllık enerji ihtiyacını karşılayabilecek düzeyde olduğu düşünülüyor. Mısır, Türkiye, Lübnan, Suriye, İsrail, Gazze Şeridi, Kıbrıs’ın kuzey ve güneyi bu enerji kaynaklarında kendini hak sahibi olarak görüyor. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) isimli deniz alanları, ülkelerin kendi aralarında belirleyeceği bir anlaşmayı gerektiriyor. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Mısır, Lübnan, İsrail MEB alanlarını belirleyerek sondaj çalışmalarına çoktan başladı.
Bu tabloda emperyalist güçler ve bölgedeki taşeronları bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn etmek istiyor. Doğu Akdeniz’in enerji planı Mısır’dan Samandağ’daki Türkiye-Suriye deniz sınırına kadarki bölgeyi içeriyor. Tek kutuplu dünyanın yerini çok kutupluluğun almış olması bu paylaşımlarda farklı figürlerin de ortaya çıkmasına sebep oluyor. Gelişmelere bağlı olarak küresel sermaye yeni ittifak arayışlarına girse de kutuplardan birinin başını ABD ve ayrılmaz müttefiki İsrail, diğerinin ise Çin-Rusya ortaklığı ve bölgesel müttefikleri İran çekiyor. “Arap Baharı” furyasıyla Libya, Mısır, Irak’ta yaşanan siyasal gelişmeler ve oluşturulan çeşitli yönetimler bu kutupların güç savaşının sonuçlarıdır.
Rusya 2011’de Suriye işgali başladığından beri Suriye’nin yanında yer aldı. Rusya zaman zaman verdiği demeçlerde Esad’ın reformlar yapması gerektiğini vurgulasa da diplomatik alanlarda Suriye hususunda sürekli Esad’lı çözümden yanaydı. Cenevre Konferansı’ndan sonuç alınamadığını görünce yeni arayışların önünü açarak Moskova Konferansı’na ev sahipliği yaptı. Uluslararası dengelerin sıklıkla değiştiği atmosferde “Moskova Suriye’den vaz geçti” yargısını her defasında boşa düşürdü.
Sovyetler Birliği-Suriye ilişkileri kadimdir. Bu ilişkiler 1956 yılında iki ülke arasındaki askeri-teknik alanlarda yapılan ortaklıklarla şekillenmeye başlamıştı. 1971’de imzalanan anlaşmayla Tartus Limanı Sovyetler’in kullanımına açılmıştı. Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra elinde yalnızca Ukrayna’nın Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin Sivastopol (Akyar) Limanı ile Tartus Limanı kalmıştı. Tartus Limanı, yakın zamana kadar Rus gemileri ve askeri donanması için yakıt ikmal, onarım vb. için sınırlı biçimde kullanılmıştı. 2008 Rus-Gürcistan savaşından sonra Rus donanması yenilenmeye ve geliştirilmeye başlandı. Bundan Tartus Limanı da nasibini alacaktı.
Tartus Limanı Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki varlığı için en önemli mevzidir. Rusya’nın burada insiyatifini arttırma planı geçmişten beri vardı. Rusya bununla da yetinmeyip Lazkiye’de askeri üs kurma gibi kritik bir hamle gerçekleştirdi. Bu hamlenin zamanlamasını Suriye’deki gelişmeler ve Rusya’nın kendi koşullarının ortak noktada kesişmesi belirlemiştir.
Rusya Lazkiye’nin Ceble İlçesi’nde bulunan Basil Esad Uluslararası Havaalanı’nda hummalı bir genişletme çalışması başlattı. İddiaya göre 3 bin Rus personelin yoğun olarak çalıştığı havaalanı askeri olarak da güçlendiriliyor. Burada hava savunma sistemi de kuruluyor. Aynı zamanda Suriye’ye çok sayıda askeri uçak, gelişmiş tanklar sevk ettiği ifade ediliyor. Bununla da kalmayıp büyük gemiler için yetersiz kalan Tartus Limanı’na destek olarak da Lazkiye’nin Rimeyli mıntıkasındaki limanı da geliştirip faaliyete geçirecek.
Rusya’nın Suriye’deki yeni askeri konumlanışının birden çok nedeni var:
Sıcak denizlere açılan tek kapısı olması; Ortadoğu’da değişen dengeler içinde kendi güvenliğini denizden ve karadan sağlama planı; bölgede güç kazandıkça silah ticaretinde de rolünün artacak olması; Doğu Akdeniz’de doğal gaz ve petrol aramada Rus şirketlerinin önünü açma; aynı zamanda buradaki enerji kaynaklarında söz sahibi olma.
Ayrıca ileriki süreçlerde Rusya’nın başına bela olma olasılığı yüksek bir sorun var ki, o da Suriye’deki muhalif güçler içindeki Çeçenler ve diğer Kafkas halklarından cihatçı/selefi militanların kayda değer varlığıdır. Rusya bu hamle ile bu militanların Rusya’ya dönüp zarar vermesini de engellemek istiyor. Hatta bu gerekçeyi abartarak meşruluk kazanmak için neredeyse yeni açılımının en önemli sebebi olarak sunuyor. Rusya’nın Lazkiye Askeri Üssü aynı zamanda ABD’nin İncirlik Askeri Üssü’nü karşı güçle dengelemeyi, onun etki alanını daraltmayı da hedefliyor. Birçok amacı barındıran bu adımla Rusya, ABD’nin önüne geçmiş durumda.
İran başından beri Suriye savaşının, emperyalist ve bölgesel yayılmacı ülkelerin bu ülke topraklarında yürüttüğü vekalet savaşı olduğunu ve IŞİD, Nusra gibi güçlerin taşeron olarak kullanıldığını savundu. Suriye’ye en açık, güçlü ve doğrudan askeri desteği çoğu zaman Hizbullah aracılığıyla da olsa verdi. Güçlü, derin devlet geleneği ve yeteneği ile bugüne kadar gelmiş, bölgenin en köklü ülkesi olan İran, Suriye denkleminde küresel güçler karşısında tek başına başarılı olamayacağının farkında.
Yakın zamanda Almanya, ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve İran arasında nükleer anlaşma sağlanmıştı. Bu anlaşmanın hemen akabinde Suriye konusunda Rusya ile İran kaldıkları yerden devam etti. Ve karşımıza Rusya’nın askeri hamlesi çıktı. İran ve Rusya’nın İpek Yolu ittifakı önemli oranda yol almışa benziyor.
Bölgede uzun yıllardan beri oyun kuruculuğu yapan iki ülke. Rusya ve İran’ın Suriye’de artan insiyatifine şiddetle karşı çıkacak olan ve ipleri yeniden eline daha sağlam almak için her türlü girişimi yapacak olan ülkeler. ABD ve İsrail Rusya’nın son atağını gerginlikle izledi. Hatta ABD Dışişleri Bakanı’nın Rusya Dışişleri Bakanı ile yaptığı görüşmede Suriye’de Esad ile yola devam etmenin çözüm değil çözümsüzlük yaratacağı vurgusu, aslında Rusya’nın son hamlesinden duyulan rahatsızlığı yansıtmaktadır.
IŞİD’in Kobane saldırıları sırasında ABD önderliğinde IŞİD ile mücadele etmek üzere koalisyon güçleri oluşturulmuştu. Ancak ABD IŞİD’in üslerini tek tek bilmesine rağmen sınırlı sayıda ve etkide bombardıman gerçekleştirdi. Bu durum hiç kimsenin gözünden kaçmamış olacak ki Lavrov bu tespiti kamuoyu ile paylaştı. ABD’nin bu tutumunun nedeni, IŞİD tarafından iyice hırpalanmış, İsrail’in güvenliği için tehlike olmaktan çıkmış, bölgede etkinliğini yitirmiş bir Suriye istemesiydi. Ancak şimdi ABD’nin bu planını bozacak büyük bir güç devreye girdi.
Aynı gerilim İsrail için geçerli. Suriye kendi savunmasını yapmakla meşgulken İsrail Golan Tepeleri üzerinden sözde muhaliflere her anlamda destek sağladı. Zaman zaman Suriye’ye operasyonel müdahaleler dahi yaptı. Şimdi ise karşısında gelişmiş hava savunma sistemine, tanklara, savaş uçaklarına sahip; Rus ve İran istihbaratından/stratejik aklından faydalanan moral ve güç kazanmış bir Suriye var.
Türkiye, Suriye konusunda başından beri yenilgi üzerine yenilgi yaşayan bir politika izledi. Uluslararası dengeleri ve bu karmaşa içinde Suriye’nin rolünü yeterince hesaplayamadı. Cihatçı/tekfirci güçlere kapıları ardına kadar açtı. Her türlü desteği sağladı. Strateji merkezlerine ev sahipliği yaptı. Eğitti, donattı savaşa gönderdi.
Türkiye, Suriye’de savaşın başladığı ilk günden beri Suriyelileri Türkiye’ye gelmeleri konusunda teşvik etti. Bunu “insani” sebeplerle yapmadığı su yüzüne çıktı. Amaç kılıfını bularak Rojava paralelinde tampon bölge kurmak ve Suriyeli sığınmacıları buralara yerleştirmekti. Böylece Türkiye’deki Kürt bölgesi ile Rojava’yı fiilen ayıracaktı. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Türkiye bu alanda başarısız olmanın yanı sıra oldukça ciddi bir problem olan mültecilik sorunu ile karşı karşıya kaldı.
Eğit-Donat Projesi’nin başarısızlık yaşaması da Türkiye’yi hayal kırıklığına uğratan diğer meselelerden biridir. ABD Merkezi Komutanlığı (CENTROM) 25 Eylül’de yaptığı açıklamada bu projenin başarısızlığını ima edilip yeniden gözden geçirilmesi gereken durumların oluştuğunu ifade etti. Türkiye bu projenin en önemli rol üstlenicisiydi ve elinde patladı.
Davutoğlu yeni yaptığı açıklamalarda “güvenli bölge” önerisini yineledi. Cerablus ve Azez arasında 100 bin kişilik kentler kurup, mültecileri buralara yerleştirmeyi öneriyor. Sınırları güncellenerek ifade edilen “Güvenli bölge” fikri Rusya’nın son hamlesiyle beraber daha da imkânsızlaşıyor.
Türkiye’nin ısrarla demokratik yöntemlerle çözüme kavuşturmaktan kaçındığı Kürt sorunu bölgede de karşısına çıkmaktadır. Ve Türkiye’nin hareket alanını daraltmaktadır. Kürtler; Suriye’de, Irak’ta hatta Türkiye’de IŞİD’e karşı ciddi anlamda mücadele ederek ve somut başarı kazanarak bölgede nüfuzunu, dünyada meşruiyetini genişletti. Türkiye bu gerçekliği gören bir açıdan yaklaşmak yerine Dolmabahçe Mutabakatı’nı rafa kaldırarak Kürtlere fiilen savaş açtı.
Bütün bu yanlış politikaları nedeniyle Türkiye bölgede ciddi insiyatif kaybı içinde. Rusya’nın son hamlesini şaşkınlıkla izleyen Erdoğan’ın “Suriye sorununun çözümünde geçiş süreci Esad’lı olabilir” açıklaması bütün bir Suriye politikasının açık iflasının itirafıdır.
(Bu yazı Ortadoğu Arap Halkları Araştırma Enstitüsü’nün sitesinde yayınlanmıştır)