Rojava Kadın Devrimi temalı belgeselin çekimleri için, İstanbul’dan 12 Kasım’da ayrıldım.
Dinlenmek ve bir sonraki kantona geçmek için iki kez toplam bir ay Türkiye’ye gelişimi saymazsak; beş aydır Rojava’dayım.
Bu süre zarfında Cizire ve Kobane kantonlarında planladığım çekimleri bitirdim. Şimdi üçüncü ve son Kanton Afrin’de çekimleri sürdürüyorum.
Türkiye dışı ülkelere seyahat edenler iyi bilir. İçinde yaşarken gördüğünüz ülke ile, gittiğiniz yerden baktığınız ülke arasında hep fark vardır.
Bu nedenle dış ülke seyahatleri, yalnızca gittiğiniz ülkeden edindiğiniz izlenimlerle değil; ülkenize farklı bir açıdan bakarak kazandığınız yeni deneyimlerle de çok yararlıdır.
Ben de bu yolculuktaki amaçlarım bakımından çok verimli bir altı ay yaşadığıma inanıyorum.
Hem Kürt Özgürlük Hareketi’ni bütün yön ve boyutlarıyla tanımak; hem hareketin bütün perspektifini inşa etmeye çalıştığı somut bir süreci gözlemlemek; hem de “kadın devrimi” iddiasını anlamak bakımından ayrıcalıklı bir deneyimi sürdürüyorum.
Yanısıra buradan yani Ortadoğu’nun göbeğinden ve savaşın ortasından Türkiye’ye bakmak da çok öğretici bir süreçti doğrusu.
Tüm bu izlenim ve bilgiyi sindirebildiğim ölçü ve kalitede hem filmle hem de sanat dışı araçlarla paylaşma çabamı sürdüreceğim.
Bu kez gelip oyumu kullanamayacak olmaktan dolayı çok üzgün olduğum seçim sürecine belki bir kaç oy katabilirim umuduyla yazıyorum bu yazıyı.
Önermem ve iddiam da şu; ister ateist olun ister İslamcı, ister laik olun ister seküler, oy vermeye değecek tek program, HDP’nin programıdır.
Neden mi?
Özetlemeye çalışayım.
Türkiye, sandığımız gibi Batı’nın değil Ortadoğu’nun da bir parçasıdır.
Ortadoğu’daki bütün gelişmeler bizi, bizdeki bütün gelişmeler Ortadoğu’yu doğrudan etkiliyor ve etkileyecek.
Küresel Dünya’da sınırların bir önemi kalmadı. Hala kapalı toplumlar olan Ortadoğu’da bile her gencin elinde akıllı bir telefon var ve hepsi Dünya ile iletişim halinde. Bu açıdan sınırlar değil, bildiğin ve konuştuğun diller çok önemli artık.
Ortadoğu’da en çok konuşulan hakim dil Arapça, ikinci dil Kürtçe, üçüncü dil İngilizce, dördüncü dil ise Farsça.
Türkçe diye bir dilin – ne Batı’da ne Doğu’da- bir kıymeti harbiyesi yok.
Bunun anlamı açık, uluslararası siyaset ilk üç dil üzerinden gelişecek.
Kürt toplumu Arapça konuşuyor ve yazabiliyor. Fars toplumu da. Türk toplumu ise İngilizce dışında, yerel siyasetin vazgeçilmezi olan bu toplumlarla kendi dillerinde bir ilişki kuramıyor.
HDP’nin ilk önemi burada ortaya çıkar; O, 5 dil konuşabilen, demokratik, entellektüel, siyasi, kitlesel bir ana akımın adıdır. Dil diyince hepimizin, kültür ve akıl köprüsünden de söz ettiğim ortak kabulüne sahip olduğumuzu varsayıyorum.
Bu avantaj, tıpkı Syrıza, Podemos’la Avrupalı ilişkimiz gibi, Ortadoğu’nun bütün demokratik, entellektüel muhalif kesimleriyle de bir köprü işlevini doğal olarak sunuyor HDP’ye.
HDP ise bunun avantajlarını görebilecek bir zihniyete sahip olduğunu düşündürdüğü gibi; bu zihniyeti zenginleştirecek kesimlere cazibe merkezi olmaya da aday görünüyor.
İzmir mitingi şimdiden HDP’nin, Avrupa solu ile Ortadoğu solu arasında çok önemli bir köprü işlevi görebileceğini kanıtladı.
Bu iddianın HDP lilerin bile bir kısmına abartılı geleceğinin farkındayım.
İddiayı Ortadoğuyla sınırlı tutsam zaten katılacaktınız.
Asya desem yine katılacaktınız.
Ancak, Avrupa’yı dahil ettiğimde, başta CHP li dostlarım, eminim tebessüm ettiler.
Paris ordaysa arşın burda. Bunun için basit bir mukayese yeterlidir.
İki de çok önemli kanıt sunabilirim.
Birincisi BDP’nin, (https://yenianayasa.tbmm.gov.tr/calismalara_iliskin_belgeler.aspx)
(https://yenianayasa.tbmm.gov.tr/yabanciulkeler.aspx) TBMM Anayasa Komisyonu’na sunduğu taslak.
İkinci ve daha önemlisi ise, HDP’nin kardeş partisi PYD’nin Süryani, Ezidi, Arap, Türkmen, Ermeni, Asuri topluluklarıyla birlikte, 2012’de kabul edip, uygulamaya soktuğu Rojava Anayasası. (http://unalhaluk.com/2015/04/16/rojava-anayasasi)
Bu toplumların temsilcilerinin tamamıyle yaptığım konuşmalarda anayasanın ruhunu Öcalan felsefesiyle açıkladıklarının da canlı tanığıyım.
Söz konusu program ve anayasa dört temel fark yaratacak bakış üzerinde yükseliyor. Cinsiyetçi, erkek egemen toplumun eleştirisinden kadın merkezli bir kurguya ulaşıyor; doğaya egemen olma zihniyetinin eleştirisinden hareketle ekolojik bir ekonomi anlayışına ulaşıyor; tekçiliğin, merkeziyetçiliğin ve devletçiliğin eleştirisinden hareketle özyönetimci (adem-i merkeziyetçi), çoğulcu, konfederal bir Ortadoğu anlayışına ulaşıyor; kapitalizmin eleştirisinden ekonomik demokrasi ve adalet anlayışına ulaşıyor.
Bir çok Avrupa ülkesinden bile önce 1934 yılında kadınlara seçme seçilme hakkı tanıyan bir ülke olmakla övünmek hakkımız.
Ama o gün bu gün devletin izlediği politikalar sayesinde, kadın cinayetlerinde, ev içi şiddette, ensest ve tecavüzde Dünya şampiyonlarından biri haline geldik.
Ancak bu konu yalnızca bu sorunlarla sınırlı değil.
Bütünüyle parçası olduğumuz sistemin erkek merkezli kurgulanmış olmasına dair beşbin yıllık bir mesele.
Para ve erkek 5 bin yıldır güç ve iktidarın iki temel bileşeni.
Bununla mücadele etmenin yolu, her iki bileşenin de panzehirini bulmaktan geçiyor.
Panzehiri ise ahlak ve kadın merkezli bir yaşam kurgusu.
Bükülmüş bir demiri doğrultmak, tersine bükmekle mümkün olur.
Erkek merkezli kurgunun bütün sorunlarını önce kadın gözü görebilir, çare üretebilir. Biz de kolayca değişime katılabiliriz.
Böylece, büyük insanlığa, insanın insanileşmesine giden yolu açabiliriz.
Bugün özellikle Ortadoğu, bir çok kesiminde geleneksel feodal kültürle kapitalizmi harmanlamış bir coğrafya.
Ve bu bölgenin tek seküler, çoğulcu, kadın yanlısı gücü ve sigortası, HDP ile kardeş partisi PYD ve onun silahlı kadın kolu YPJ.
IŞİD, Ortadoğu’da başgösteren münferit bir terör vakası değil. Küresel bir savaşın yeni karargahının adı.
El Kaide ile başlayan bu yolculuk bugün IŞİD olarak vücud bulmuş durumda.
Bu savaş müslümanların yaşadığı bütün coğrafyalarda elde edilecek bir siyasal askeri egemenliği hedefliyor. Selefi/Vahabi İslam akımının bütün İslam dünyasında galebe çalması anlamında da okuyabilirsiniz.
Bu açıdan Türkiye bu devlet için egemenlik kurulacak en önemli coğrafyalardan birisi. Egemenlik kuramasa bile müttefik olması gerekenler listesinde.
Bu güçle müzakere edemezsiniz, ya savaşırsınız ya teslim olursunuz.
Şu ana kadar Rojava dışındaki bütün güçler, bu devletin askeri karşısında ya kaçtı, ya yenildi ya da teslim oldu.
Oysa PYD güçleri IŞİD’i ilk askeri bozguna uğratan güç olma onuruna sahipler.
İşin romantik ve destansı kısmını bu yazının muhtemel okuyucularının iyi bildiğini düşünüyorum. Tekrar etmeyeceğim.
Ancak, işin siyasal yanının iyi kavrandığından emin değilim.
IŞİD’in askeri zaferi veya yenilgisi küresel alanda seküler dünya ile dinci dünyanın savaşı, yani medeniyetler savaşı olarak tezahür etti.
Barzani güçleri dahil Irak, Suriye (Esad) kimse karşılarında duramadı.
Kürtlerin bir kesimi PKK ve PYD’nin silahlı güçleri ise ateş gücü itibariyle aralarında uçurum olmasına rağmen, bu gücü durdurduğu gibi binlerce kilometrelik alanı geçtiğimiz üç ay içerisinde temizlediler.
Temizlemeyi de sürdürüyorlar.
Koalisyon uçaklarından hiç sözetmeyin. Onlar olmasa da sonuç gecikecek, bu güçler çok daha büyük kayıplar verecek, ama sonuç değişmeyecekti.
Bunu, biraz araştırma yapan, tarafsız ve askerlik yapmış herkes görebilir.
Bu savaşta, daha önceki günlüklerde de sıkça belirttiğim gibi, zaferin belirleyeni YPJ oldu.
Basit ve hakiki bir nedenle, bu güç kazansa herkes kaybedecekti, ama kadınlar on kez kaybetmiş olacaktı.
PYD’nin genç kadın ve erkek savaşçıları ise birlikte yalnızca anavatanlarını değil, anayasalarını da yaşamlarıyla, bedenleriyle savunduklarının bilincinde olarak öldüler, ölmeye devam ediyorlar.
Bir illiyet kurmak mümkünse, yalnızca Gezi isyanında barikatlardaki genç kadın ve erkeklere benzetebiliriz onları.
Yani bugün HDP mitinglerini dolduran milyonlarca gençle eşdeğerler.
Böylece HDP (PYD) program ve perspektifine sahip onbinlerce genç, seküler, çoğulcu, ekolojik, cinsiyetçi olmayan bir gökkuşağı için, küresel sermayenin selefi jokerine karşı birlikte döğüştü ve döğüşüyorlar.
Rojava düşseydi 7 Haziranı görebilir miydik acaba?
Bugün herşeye rağmen neo liberal İslamcıları bir seçimle defetmeyi umuyorsak; hiç kuşkunuz olmasın bütün seküler, demokrat Dünya için savaşan HDP ve PYD lilere borçluyuz bunu.
Türk Devleti’nin insanlık dışı engellemelerine rağmen, insani koridor açmamak için elinden geleni ardına koymayan hükümete rağmen, sınır tellerinde ölümle dans eden Kürt gençlerine borçluyuz.
Usul içeriği belirler. Araç amacı belirler.
Farkında mısınız?
HDP’li temsilciler, size de sanki on yıllardır birlikte siyaset yapan, gelişen bir partinin olgun, süzülmüş, uyumlu, samimi, dürüst, yüksek bir dil ve şuur birliğine sahip üyeleri gibi görünmüyorlar mı?
Milletvekili profilini değiştirmediler mi?
Bugüne kadar hangi partide milyonlarca lira sahibi olmaksızın milletvekili adayı olabilen insan gördünüz?
Hangi partinin yoksullardan, ücretlilerden oluşan 550 aday çıkarttığını gördünüz?
Bunların yarısının kadın olduğunu hangi partide gördünüz?
Bir tesadüf değil, dip akıntıları, yüzeydeki dereler, birleşti bir nehir oldu belli ki.
Solun değişim sürecinde yeni bir vücud bulma zamanı gelmiş.
Höykürmeden, küfretmeden, hakaret etmeden, mizahla, taşlamayla, türküyle, rengahenk iki büyük kampanya yaptılar.
Kampanyalarının dili, rengi, tonu da kendileri gibiydi.
Bütün sözcüleri, temsilcileri sevdik, güvendik.
En karşıt fikirliler bile Demirtaş hayranı.
Bütün bunların sahip oldukları felsefe ile, yöntemsel yaklaşımla bir alakası yok mu sizce?
Buna bütün ülke olarak ihtiyacımız yok mu peki?
Bu ülke kuruldu kurulalı, seçimler bir ihale, bütün partiler küresel kapitalizmin bu ülkeye sunduğu yol haritasını icra etmek için ihaleye katılan firmalardır.
Bugün de değişen birşey yok.
Hangi partinin neoliberal polilitikalara radikal eleştiri ve alternatifler öneren bir yaklaşımı ve programı var?
Hangi parti kapitalizmi ve parayı hizalamadan, insanı merkezine alan bir ekonomi perspektifi sunuyor.
Hangi parti, daha az çalışma süresi, daha çok teknoloji yatırımı, inovasyon talep ediyor.
Hangi parti, ekonomide demokratikleşme kavramını temel alıyor?
Hangi parti başarı tanımının merkezinden para ve kar unsurunu çıkartıp atmak istiyor?
Bütün partilere bakın, para merkezli tanımı tartışmadıkça, bu toplumun %90’ı kaybedenler kulübünün üyesi. Başarısız, beceriksizler ordusu.
Oysa bunlar dili kahverengi olmuş, başarıyı, yetenek, liyakat, zeka, alınteri gibi unsurların dışında tanımlayarak varolanlara çalışıyor.
Bakmayın işçi, köylü ağam paşam yalanlarına. Gündelik hayatları böyle.
Meclise girdikleri ilk gün markalarla insan ölçmeyi öğreniveriyorlar.
Milletvekilliği ise iş takipçiliği.
Bu değişmeden burnumuz bu pislikten kurtulur mu sizce?
İktidar olursa bunu değiştirebileceğini kanıtlamış tek parlemento grubu HDP milletvekillerinden oluşuyor. HDP bu konuda yalnız değil. Syrıza, Podemos kadar PYD nin de varlığıyla anlam kazanıyor.
Bu özellikler yalnızca HDP’nin değil bütün Kürt Özgürlük Hareketi’nin de ilkesel kabul ettiği nitelikler.
Bir partiye oy vermek geleceğe yatırım yapmaktır.
Böyle bir geleceğe yatırım yapmayacaksanız diyebileceğim bir şey yok.
Ama diyorsanız ki, haklısın ama yine de güvenemiyorum Kürtlere; o zaman da kendinize sorun lütfen.
Siz kendinize çok temel konularda hiç ihanet ettiniz mi?
Etmediyseniz; HDP yöneticileri neden sizden daha kalitesiz insanlar olsun?
Sonuç olarak 8 Haziran ülkemizdeki bütün vatandaşların önüne yukarıda doğrudan ya da dolaylı olarak ifade etmeye çalıştığım gündemi koyacak.
Gönlünüzdeki parti bu gündeme hitap ediyorsa ne mutlu size; yok etmiyorsa öyle bir parti var: HDP.
Afrin, Suriye