Taşeron sistemi sayesinde, işverenini tanımayan işçilere alışmıştık. Şimdi işçinin kendisi tek kişilik taşeron şirket haline geldi…
Orta Vadeli Program’da “Rekabete dayalı iş gücü piyasası yaratmak temel amaçtır” diyorlardı. Bu saptama amaç olmaktan çoktan çıktı, iş gücü piyasasında neredeyse işverenini bilen, tanıyan işçi bulamayacağımız bir noktaya geldik.
İşçi Kocaeli’de bir ilçe belediyesinde beş yıldır çalışıyor, SGK kayıtlarında işveren olarak görünen işyeri Bursa’da. Beş yıldır işvereni olarak görünen şirketin ne bir yetkilisini görmüş, ne bu şirket elamanından talimat almış, ne de tanıyor. Bu işçilerce yapılan iş belediyenin, hastanenin asıl işi. Sizi belediyede karşılayan evrak kayıt memuru sandığınız bir çalışan, bir temizlik işçisi, hatta özel kalemde çalışan memur zannettiğiniz kişi, merkezi çalıştığı yerden kilometrelerce uzakta bir şehirde bulunan bir limited şirketin işçisi olarak kayıtlarda gösterilebiliyor.
Gerekçe ise 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 67. maddesinin belediyenin asli işlerini alt işveren sözleşmesiyle verebilmesine olanak tanıması. İş belediyenin. Alet ekipman belediyenin. Hizmet, belediyenin vermek zorunda olduğu bir hizmet. İşçi taşeronun. Belediyeyle taşeron arasındaki sözleşme de alt işveren-asıl işveren sözleşmesi. Torba yasanın tartışıldığı bir toplantıda Adana’dan gelen bir meslektaşım haykırıyor: “Bunun nesine alt işveren sözleşmesi diyeceğiz, açıkça avanta sözleşmesi.”
Kamu, rekabetçi iş piyasasını benimserse özel sektör ondan geri kalır mı, kalmıyor elbette. Üstelik kamudan bir adım daha ileri gidiyor, taşeronu da aradan çıkartıp işçinin kendisini taşeron olarak gösteren adına “hizmet alımı” veya “hak edişli sözleşme” gibi ilginç isimler takılan sözleşmeler yapıyor.
İş artık sözcüğün tam anlamıyla çığırından çıktı. Sanayi, hizmet sektörü, hastane, okul, belediye, market, fabrika, kamu, özel sektör artık hiç fark etmiyor. Her yerde taşeron var. Üstelik işleri taşerona vermekle de yetinmiyorlar, tek tek işçilerle hizmet alım sözleşmesi adı altında her bir işçi ile eser sözleşmesi yapıyor, her bir işçiyi bağımsız işveren olarak gösteriyorlar.
Kreş çalışanı. Kreş bir kamu kuruluşuna bağlı derneğe ait. Bu kreş çalışanıyla hizmet alım sözleşmesi yapılmış. SGK primlerini kendisinin yatırması gerekiyor. Her yıl kağıt üzerinde ihaleye çıkılıyor. Bir gün çalışana “Siz ihaleyi kaybettiniz, geçmiş olsun” diyorlar. SGK primlerim, kıdem tazminatım, fazla çalışmam, ihbar tazminatım ne olacak denildiğinde, siz işçi değilsiniz ki, sizden ihaleyle hizmet satın aldık deniliyor.
Çok ünlü bir hastane. İşinde ehil bir doktoru kadrosuna katıyor. Hastanenin sitesinde doktorun ismi hastanenin doktoru olarak yer almış. Siz hastanede bu doktordan hizmet alırken doktorun hastanenin çalışanı olduğunu sanıyorsunuz. Doktor da öyle sanıyor. Doktorla yapılan sözleşmede aynen şöyle yazıyor: “…hizmet karşılığı iş ortaklığı/gelir paylaşımı sözleşmesi olup, İş Kanunu çerçevesinde hizmet sözleşmesi olarak yorumlanamaz. X sağlık grubu, hekimin işvereni durumunda olmadığı için ona karşı hiç bir yasal ve akdi mükellefiyeti de bulunmamaktadır.” Aynı sözleşmede doktorun çalışacağı günler, çalışma saatleri, doktoru çalıştıran hastaneye karşı yükümlülükleri, işi nasıl yapacağı, kısaca iş sözleşmesinde bulunması gereken her şey yazılmış, ancak bu, iş sözleşmesi değildir denilmiştir. Sözleşmede hastane işveren değildir denilerek, iş yasasının getirdiği tüm yükümlülüklerden sıyrılmak istenmiştir. Doktorumuzla hastane yollarını ayırdığında geriye kıdem ihbar tazminatı, fazla çalışma yıllık izin hakkı gibi işçilik borçlarının hiçbirisinden sorumlu olmadığını ilan eden bir hastane ile SGK primleri dahi yatırılmamış, mahkemelerde gerçekte yapılanın iş sözleşmesi olduğunu kanıtlamaya çalışan bir doktor kalıyor.
Bu işin mucidi bildiğim kadarıyla Amerikalılar. Meşhur Silikon Vadisi’nde on yıl on beş yıl geçici iş sözleşmesiyle çalıştırılanlara ilişkin federal mahkeme böyle geçici çalışma olmaz, diye dur deyince, işverenler her bir işçi için işyeri numarası alıp bu işçileri kendi nam ve hesaplarına çalışanlar olarak kaydetmişlerdi. Adlarına “kalıcı geçici işçiler” denilen bu grup bir anda işçi olmaktan çıkıp kendi nam ve hesabına çalışana döndü.
Şimdi tüm bunlara bakıp, Orta Vadeli Program’da “rekabetçi işgücü piyasası yaratılması amaçtır” cümlesini bir kez daha düşündüğümüzde insan korkmaktan kendisini alamıyor. Bu kadar esnek, bu kadar rekabete açık, işe alıp vermenin maliyetinin sıfıra indirilmiş olduğu, sosyal güvenlik primlerinin dahi çalışana yıkıldığı bir iş gücü piyasasındaki rekabeti yeterli görmeyerek daha fazlası amaçlandığına göre, taşeronu mumla arayacağız demektir.
Bu yazı Evrensel Gazetesi’nin 8 Kasım 2014 tarihli nüshasından alınmıştır.