MAHİR SAYIN yazdı… “Diyanet İşleri Başkanı, ya da Cumhurbaşkanı tekfirci, cihatçı ya da terör örgütü gibi nitelemelerle anılanlarla aslında aynı iplikten, siyasal İslam ipliğinden dokunmuşlardır; dünyayı kavrayış ve davranış biçimlerinin özü aynı temele dayanır; Erdoğan’ın deyişiyle ‘Aynı menzile farklı yollardan gitmektedirler'”.
MAHİR SAYIN
Toplu katliamlarla sarsılarak 2017’ye doğru ilerleyen Türkiye, yeni yıla AKP beslemesi şeriatçı terör örgütlerinin yeni bir intikam eylemiyle girdi. Yeni yılın yeni bir umut kaynağı olabileceği inancıyla yılbaşı kutlaması yapan Türkiye halkları Reina katliamı ile sarsıldı. AKP iktidarı her zaman olduğu gibi halkın doğru bilgilenmesini engelleyecek yayın yasağı ilan edip, terör dehşetinin, sürdürmek istedikleri OHAL’e gerekçe olmasını sağlamaya yönelik beyanatlarla katliamdan kendisine iktidar desteği yaratmaya çalıştı.
Aslında böyle bir eylemin psikolojik zemini, şeriatçı faşistlerce Noel ve Yılbaşı lanetlemeleri ile çoktan oluşturulmaya başlanmıştı. Bu korkunç nefret söylemine iktidarın en küçük bir müdahalesinin olmasını bir yana koyalım, yandaş medya bütün gücüyle körük çekerken, Diyanet İşleri Başkanı yüzbine yakın camide okutturduğu Cuma hutbesinde yılbaşını İslam'a karşı bir eylem olarak ilan edip halkı tahrik etmekle uğraşmaktaydı. Ertesi gün ise utanmazca sureti haktan görünüp “ibadet yerine yapılan saldırıyla eğlence yerine yapılan saldırının aynı mahiyette olduğunu” söylerken, Hükümet de böyle eylemlerin zaman zaman engellenemediği zırvalamasıyla halka, çoktan ilan ettikleri teslimiyet ve pasifikasyon mesajını aslında bir kere daha tekrarlıyordu:
“Ya başkanlığı bana verirsiniz ya da kaos devam eder!”
AKP terörü engellemez; istese de engelleyemez!
İktidar bu mesajınının yanında bu tür eylemlerin birçoğunu engelledikleri ama aradan böyle birilerinin kaçabildiğini anlatarak da güvenlik görevini yerine getirdiğini idida ederken kendilerine mutlak iktidar verilmediği takdirde halkın aynı tehditlerle yüzyüze olmaya devam edeceğini ima etmiş oluyor. Yani terörün varlığını bir iktidar aracı olarak kullanıyor. Esasında yeni yılın gelişini kutlamayı bile gayrı meşru görebilecek kadar çok nefret, düşmanlık, kin yüklü ortak değeri paylaşanların birbirlerine karşı engelleyici önlem alabilmeleri olanaklı değildir. Bu iğrenç "değerler" ortaklığı birbirlerinin aralıklarında yaşamaya devam etmelerine ve oradan istedikleri zaman bir faaliyeti gerçekleştirmelerine olanak tanımaktadır. Aslında buradaki “değerler” kelimesi çok kötü durmaktadır; değersiz lafının bile yetersiz kalacağı yerde "değer" lafını bir kavram olarak kullanmak sıkıntı verici; aslında yerine alçaklık, şenaat, habaset gibi köklerden gelen bir kavram bulabilmek gerekirdi.
İğrenç hutbenin hazırlayıcısı Diyanet İşleri Başkanı, ya da Cumhurbaşkanı tekfirci, cihatçı ya da terör örgütü gibi nitelemelerle anılanlarla aslında aynı iplikten, siyasal İslam ipliğinden dokunmuşlardır; dünyayı kavrayış ve davranış biçimlerinin özü aynı temele dayanır; Erdoğan'ın deyişiyle "Aynı menzile farklı yollardan gitmektedirler”. Onun için de, her ne kadar karşılıklı olarak birbirlerinin gerçek İslam'ı temsil etmediklerini söyleseler de birbirlerinin içinde üremeleri son derece kolaydır; Bunlar arasındaki ititfakın devam ettiği durumlarda "yapılan adaletsizliklere isyan eden mağdurlar", "öyle ya da böyle alnı secde gören müminler" olarak nitelenmeleri de dışlayıcılığa karşı içermenin ne kadar kolay olduğunu sergiler. İslam Devleti'nin (IŞİD) içerisinde AKP'lilerin kolayca hayat alanı bulması gibi İslam Devleti elemanlarının da aynı Feto Cemaati gibi AKP içerisinde hayat alanı bulmaları kendi yapılarının doğal bir sonucudur.
Siyasal İslam ilişkileri içinde yaşarken, ne kadar tedbir alırlarsa alsınlar, karşılıklı olarak birbirlerinin eylemlerini engelleme olanakları yoktur; sadece görünür oldukları bir yerden kovarlar, bir başka aralıkta yaşam alanı bulmaya devam ederler; varolanlar tümüyle tüketilseler bile ortak DNA'lar sayesinde yeniden ürerler. Bu içiçeliğin genetik olduğunu, 15 Temmuz darbesinde ya da Rusya Büyükelçisi cinayetinde görüldüğü gibi, eylemin, engelleme görevini üstlenmiş olan güvenlik kuvvetlerinin içinden çıkıp gelmesi kanıtlamaktadır.
Dışarıdan gelen tehdide karşı bir yere kadar tedbir alınabilir ama içerde olana karşı alınacak tek tedbir ortak DNA'ların tümünün birden yok olmasını sağlayacak olan intiharlarıdır.
Katliamlar sürecek
Halep’in teröristlerden temizlenmesiyle birlikte Suriye’de dengenin kesin olarak değiştiği ortaya çıktı. Daha önce Hama, Humus kentlerindeki terörist işgalinin kaldırılmasıyla Esad lehine önemli sayılabilecek bir gelişme sözkonusu olmuştu. Hatta Humus’un Doğu’sunda da hükümet kuvvetlerinin Palmira kentini alması Rakka’nın da sonunun yakın olduğu konusunda bir işaret olarak görülmüştü. Ne var ki, Kuzey’den Rojava güçlerinin ilerlemesini destekleyen ABD uçakları birden Suriye güçlerini “kazara” vurdu ve kentin yeniden İslam Devleti canilerinin eline geçmesine neden oldu. Buna rağmen gerek IŞİD ve gerekse El Nusra güçleri birlikte oldukları diğer örgütlerle ele geçirdikleri alanları kaybedebileceklerini görerek saldırılarını kurtarılmış alanlar olmadan sürdürme taktiklerini de yeniden hayata geçirmeye hazır hale geldiler. Adım adım bu mücadele biçiminin örneklerini sergiliyorlar.
İstanbuldaki eğlence yerine yapılan saldırı işte bu gelişmelerin bir parçası olarak, Halep'in ve/ya El Bab’ın intikamının sadece bir kısmıydı; Dolaysıyla yeni yılda Halep'ten sonra El Bab, İdlib, Rakka ve Musul'un boşaltılması da gerçekleşirse hayatımız bu şeiratçi terör örgütlerinin gerçekleştirecekleri bu tür toplu katliamlarla geçecek demektir.
Yeni yılın ilk gününde yazılacak satırlar değil bunlar ama maalesef hayatımız bu ve görevlerimizin bilincinde olabilmek için hatırlatılması bir zorunluluk. Yeni yılda iyilik temennileri yapılırken, "Kasım, Aralık aylarında gösterilen yeni yıl fragmanları filmin kendisinin nasıl bir felaket olacağını gösteriyor" demiştim ve iğrenç film maalesef yılın ilk saatlerinde gösterime girdi.
Öz savunmanın kaçınılmazlığı
Diğer saldırılara ek olarak Reina katliamı bir kez daha gösterdi ki, devlet kimseyi korumaz, koruyamaz; onun için yeni yılda tek yol özsavunma!
Özsavunmadan söz edince ilk aklımıza gelecek olan, merkezi devletin gücünü esas olarak koruduğu koşullarda kurtarılmış alanlar yaratmak olmamalıdır. Bu özsavunma yapalım diye yağmurdan kaçarken doluya tutulmak, kurtuluşu ararken bir yıkımı davet etmekten başka bir anlama gelmez. Suriye’de merkezi otoritenin çaresiz kaldığı koşullarda (ve tabii arkasında muazzam bir ABD, Birleşik Krallık, Fransa, TC, Suudi Arabistan, Katar vs desteğinin olduğu unutulmadan) tekfirci, şeriatçi güçler kimi kentleri kurtarılmış alan ilan edebilirken, benzer bir başarıyı daha az destekle ama muazzam kayıpları da göze alarak Rojavalılar başarmıştır. Ne var ki, Kuzey Kürdistan’daki deneyimlerin merkezi otoritenin güçlülüğü ve akıl almaz canavarlığı sonucu aynı başarı düzeyine ulaşamadığını, tersine bir demoralizasyona yol açtığını gördük.
Sözünü ettiğimi öz savunma esas olarak günlük hayata müdahale ederek toplumun bünyesinde bir hegemonya ve yeni yaşam tarzı oluşturmaya çalışan güçlere karşı günlük yaşamın savunulması amacına yönelik olarak gerçekleştirilecek olan örgütlenmelerdir. AKP iktidarı kendi varoluşunu başka türlü devam ettirebilmenin başka yolu olmadığını, iktidardan düştüğü takdirde kendisini ulusal ve uluslararası yargı karşısında bulacağını bildiğinden dolayı klasik faşizmin İslami bir türünü üretmenin peşine düşmüş, esas olarak ele geçirdiği devlet aygıtının yukarıdan denetim gücüne ek olarak toplum bünyesindeki hegemonyayı gerçekleştirmek üzere, başka kurumlar yanında günlük hayata doğrudan şekil vermeye çalışan paramiliter örgütlenmeleri de adım adım kurmaktadır. Mevcut durumda öz savunmanın hedefi bunların kurmaya çalıştığı hegemonyaya izin vermemek ve bir karşı hegemonyanın geliştirilmesine çalışmak olmak durumundadır.
Paramiliter güçlerden/örgütlenmeden söz edince ille de akla kara veya kahverengi gömlek giymiş, neredeyse düzenli birlik konumuna ulaşmış klasik faşist yapıların gelmesi gerekmiyor. Bunların üniformasız ve düzensiz görünümlü olmaları da mümkündür, hatta faşizmin dünya çapında lanetlenmiş olması dolaysıyla da aynı adla anılmamak için bu görüntülerden birçok durumda bilinçli sakınıldığı da düşünülmelidir. Kuşkusuz zamanla askeri birlikler gibi daha disiplinli yapılar oluşturabilirler. Ama bu görüntü ortada değil diye varolmadıklarına hükmetmemek gerekiyor. Alperenler, Ülkü Ocakları, AKP Gençlik Kolları, Osmanlı Ocakları, cami çevresindeki örgütlenmeler gibi oluşumların bu paramiliter yapılanmanın ilk biçimleri olduğunu ve 15 Temmuz darbe girişimine karşı nasıl bir sokak hakimiyeti oluşturduklarını, caminin, Diyanet İşleri'nin nasıl bir rol oynadığını görmek gerekir. Neoliberalizmi egemen kılabilmek amacına yönelik olarak 70’li yıllar boyunca da hangi fonksiyonu yerine getirdiklerini 5000 insanın ölümüne malolan çatışmalarda Kontrgerilla ile birlikte Ülkü Ocaklarının oynadığı rolde gördük, yaşadık ve nasıl mücadele edilmesi gerektiği konusunda, eksik kalmış olsa da kimi deneyimler edindik.
Varolana alternatif olabilecek sosyalist toplum yaratma amacını bir an bile akıldan çıkarmadan, eylemimize kılavuzluk etmesini ihmal etmeden antifaşist özsavunma örgütlenmelerinin gerçekleştirilmesi faşist kuşatmanın kırılması amacına yönelik olarak tüm antifaşist toplum kesimlerini demokratik ve çoğulcu ilkeler etrafında toplayıp harekete geçirmeye çalışırken, başarılı olabildiği ölçüde de karşı hegemonyanın demokratik bir iktidar hedefine ilerletilmesinin de aracı olabilirler. Bu örgütlenmeler dünya deneyimi ve kendi tarihimizde görüldüğü gibi hiçbir mücadele ve örgütlenme biçimini dışlamaz ama bunların hedeflediğimiz amaca o momente ne ölçüde hizmet edip etmediğinin akıldan çıkarılmamasının varoluş/yokoluş meselesi olduğunu bilir.
Katliamcı politikaların gün be gün yaygınlaşması, AKP iktidarının, Kürdistan’da sergilediği akıl almaz zulüm politikaları, onun iktidarda olmaya devam edebilmek için bölgeyi ve Türkiye’yi yangın alanına çevirmekten imtina etmeyeceğini gösteriyor. Artık güvenlik güçlerinin güvenlik kelimesiyle hiçbir alakasının kalmadığının bilinci içerisinde yığınların kendi güvenliklerini kendilerinin gerçekleştirmesi gerektiğinin bilincinin yaygınlaştırılmasının ve bunun somut pratiklerine öncülük etmenin zamanıdır. Bir zaman sonrası ise geç kalmış olmak olacaktır.
02.01.2017, Basel