Seçtiklerimiz – Alptekin Dursunoğlu
Yaklaşık üç ay önce Musul’da IŞİD’e rehin bırakılan konsolosluk görevlilerinin serbest bırakılması ile ilgili yapılan resmi açıklamalar, 49 rehinenin sağlıklı bir şekilde yurda dönüşünün yarattığı sevinci gölgeleyecek belirsizlikler içeriyor.
Gerek Başbakan Davutoğlu’nun gerekse Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın rehinelerin serbest bırakılması konusundaki açıklamalarında ‘kurtarma’ ve ‘milli operasyon’kavramları öne çıktı.
Yapılan açıklamalara göre IŞİD’e herhangi bir fidye ödenmedi, örgütün herhangi bir şartı kabul edilmedi, üçüncü bir taraftan yardım alınmadı ve MİT’in TSK ile sürdürdüğü koordineli‘operasyonu’ ile rehineler ‘kurtarıldı’.
Başbakan Davutoğlu’nun 49 rehinenin başka bir ülke, örgüt veya istihbarat servisinden destek alınmadan kurtarıldığına dair ifadeleri, ‘operasyonun’ yerlilik veya milliliğini açıklamaya yetiyordu.
Rehinelerin örgüte hiçbir şey verilmeden ‘kurtarılmasını’ sağlayan ‘operasyon’un niteliği ve içeriği konusundaki belirsizlik ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları sayesinde kısmen giderilmiş oldu.
IŞİD’e karşı ‘diplomatik operasyon’
“Operasyon denilince sadece uçaklar, tank, top geliyor. Bunların olması anlamına gelmez. Diplomatik bir siyasi çeşidi de vardır onu yaparsınız. Şu an yapılan ikinci söylediğimdir.”diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, IŞİD’e uygulanan ‘operasyon’un niteliğini açıkladı.
Rehinelerin örgütle maddi pazarlıkla kurtarılmadığını vurgulayan Erdoğan, “Ama siyasi noktada, diplomatik bir pazarlıktan bahsediyorlarsa burada tabii ki siyasi, diplomatik bir pazarlık kesinlikle söz konusu. Zaten bu diplomasi zaferidir” diyerek ‘operasyon’un içeriğine dair bir fikir vermiş oldu.
20 Eylül’den beri yapılan resmi açıklamaların ‘operasyon’ kelimesinin anlam bakımından büyük bir evrim geçirmesine neden olduğundan kuşku yok. Ancak ‘milli operasyon’ ile IŞİD’e karşı kazanılan ‘diplomatik zaferin’ arka planını oluşturan ‘diplomatik pazarlıkların’ içeriği hala çok belirsiz ve tartışmaya açık.
101 günlük sürece dair sorular
Başbakan, “gelin bari bugün bu sevinci paylaşın, artık spekülasyonları bırakın” diyerek, herkesi rehin alınan 49 vatandaşını sağ salim ‘kurtaran’ bir hükümetin zaferini kutlamaya çağırdı. Halbuki 101 günlük sürecin mazisi ve yapılan ‘diplomatik pazarlıklar’ ile ilgili şu sorular, sevinç ve güven değil kaygı yaratacak cinsten.
1- Irak’ın en büyük ikinci ili olan Musul’da 12 Haziran’da neden sadece Türkiye’nin konsolosluk görevlileri rehin alınabildi?
2- Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani’nin ve Musul Valisi Esil Nuceyfi’nin konsolosluğun boşaltılması yönündeki uyarıları neden dikkate alınmadı?
3- Maddi bir pazarlık yapılmadığına göre IŞİD’le nasıl bir ‘diplomatik pazarlık’ yapıldı?
4- Musul konsolosluğundaki devlet sırrı niteliğindeki belgeler IŞİD’in eline geçti mi?
12 Haziran’daki ‘ihmal’den 20 Eylül’de zafer çıkarmak
İlk iki soruya verilen veya verilemeyen cevaplar, 12 Haziran’ın ‘ihmal’, ‘hata’ veya kasıt’ gibi kavramlarla açıklanmasına neden oluyor.
En iyimser ihtimalle ‘ihmal’ ve ‘hata’ yüzünden yaşanan 12 Haziran’ın, 101 gün sonra nasıl zafere dönüşebildiği hükümet tarafından bile cevaplanması zor bir soru olarak ortada duruyor.
12 Haziran’ı ‘kasıt’ ile açıklayanlar ise bunu Türkiye’nin IŞİD’i desteklediği iddialarına argüman olarak kullanıyor.
Rehinelerini en vahşi yöntemlerle öldürmesiyle tanınan bir örgütle maddi pazarlık son derece anlaşılabilir olmasına rağmen 20 Eylül’ün ‘diplomatik pazarlık’ ile açıklanması, üçüncü sorunun örgütün son dönemdeki Ayn el-Arab (Kobani) saldırısıyla ilişkilendirilerek cevaplanmasına neden oluyor.
IŞİD’le yapılan ‘diplomatik pazarlığı’ 49 rehinenin sağ salim geri dönüşünü, “Suriye’deki Kürtlerin kanı üzerinden yapılan bir pazarlığın sonucu” olarak okuyanlar da Türkiye’nin IŞİD’i desteklediği yargısına varıyor.
Rehineler serbest; ama dış politika hala rehin
Yukarıdaki sorular içerisindeki en vahim soru ‘Musul konsolosluğundaki belgeler IŞİD’in eline mi geçti?’ sorusu.
Bu soruyu ‘evet’ olarak cevaplayan Iraklı gazetecilerin söyledikleri 12 Haziran’ı da 20 Eylül’ü de açıklayan bir senaryoya dayanıyor.
Bu senaryoya göre Türkiye, IŞİD’in saldırmama yönünde verdiği garantiden dolayı Musul konsolosluğunu kapatmadı.
Ancak ya örgütün karar değiştirmesinden veya örgüt içindeki farklı bir kanadın Ankara’ya verilen garantiyi hiçe saymasından dolayı Musul konsolosluğu ele geçirildi.
Ancak örgüt, sadece konsolosluk görevlilerini değil, konsolosluğun tüm belgelerini de ele geçirdi. Bu belgeler arasında Türkiye’nin Irak’ta kimlere hangi kanallarla yardım yaptığını ve desteklediğini gösterenler de bulunuyordu.
Türkiye, IŞİD karşıtı uluslar arası koalisyon konusundaki tavrıyla örgüte güven verdi, örgütün 12 Haziran öncesi Ankara’ya garanti veren kanadının emriyle 49 rehine serbest bırakıldı.
Çünkü sosyal medyada yayımlanması durumunda skandallar yaratacak belgeleri elinde tutan örgüt, zaten Türk dış politikasını rehin almıştı.
(Yakın Doğu Haber – 23 Eylül 2014 – Alptekin Dursunoğlu)