HDP, 2012 yılında kurulduğundan bu yana 11 seçim ve 1 referandum geçirdi. Şüphesiz en karmaşık strateji ve taktikler, üç gün sonra gerçekleşecek 12. seçim için izleniyor.
Kimse de bir sorumluluk almadan, kimin tarafından detaylandırıldığı belli olmayan herkesin tuttuğu yere göre tariflediği bir “kazan-kazan” stratejisi anlatılıyor. Aslında tam olarak da anlatıldığı söylenemez belli bir belirsiz bir kazanç üzerinden oy isteniyor.
Bugüne kadar Kürdistan’da kazanma, Batı’da ise kaybettirme üzerine inşa edilmiş stratejik oylar, detayları yalnızca belli kişiler tarafından bilinen ve puslu, karmaşık bir atmosferde değer kazanmaya çalışılan bir taktik etrafında toplanıyor.
Bu oyların gerçek öncüsü, bugüne dek hatasız yürütülen süreçlerin mimarı, puslu havaların en parlak pusulası olan HDP ve üçüncü yol stratejisi tarafından belirlenmiştir. Ancak bugün, aynı strateji temel alınarak farklı bir taktikle ilerlemenin doğruluğunu savunma çabası, çeşitli anlatımlarla karşımıza çıkıyor. Dahası, geçmiş taktiklerin ve seçimlerin başarısını da kabul ederek bu yolu izliyor. Bu durum, netlikten yoksun ve puslu bir atmosfere katkıda bulunan bir parti görünümünü ortaya çıkarıyor ve kafa karışıklığına hizmet ediyor.
Burjuva propagandasının temel ayrım noktası, seçmenleri detaylı bir anlatıma gerek duymaksızın yalnızca o seçim için oy vermeye ikna etmeyi yeterli bulmasıdır. Bu yaklaşım, sadece algıları yöneterek demokrasi görünümü altında azınlık iktidarını pekiştiren bir yapıya hizmet eder.
Sosyalistler ve demokratlar için durum ise tam tersidir. Onlar, temas ettikleri her bireyi, anlattıkları planın bir parçası haline getirmeye çalışır. Bu yüzden, algı yönetimi işe yaramaz; çünkü ihtiyaç, sadece kitlelerin oyları değil, aynı zamanda kitlelerin kurucu gücüne ve yaratıcılığının örgütlenmesine dayanır. Sosyalistlerin asıl amacı, kitleyi örgütlü bir güç haline getirmektir.
Gerçekler ve planlar, her ne kadar kitleler tarafından her zaman tam anlamıyla benimsenmese de (ki çoğunluk tarafından sahiplenilmesi gerçekten zordur çünkü iktidarını kaybetmemek için herşeyi yapabilecek neredeyse sınırsız imkana sahip bir azınlık tarafından kör edilen milyonların fikrini değiştirmek gerekir bunun için), eğer programa ve amaca inanılıyorsa, strateji ve taktiklerde yapılacak düzeltmelerle hedefe sadık kalınarak ısrarla ilerlenmelidir.
Günümüzde teknolojinin ulaştığı nokta, algı yönetimi alanında iktidara olağanüstü imkanlar sunmuş ve insan aklının sınırlarını zorlayacak düzeylere ulaşmıştır. Yapay zeka teknolojilerinin gelişimi ve internet üzerinde bıraktığımız devasa veri miktarı, sosyal medya gönderilerine maruz kalmamız gibi etkenler, milyonlarca insanı tek tek etkileyebilecek kapasitededir.
Acaba gerçekten bir simülasyonda yaşıyor olabilir miyiz?
İnternette bir fenomen haline gelmiş ‘simülasyonda yaşıyoruz’ teorisi, ne kadar şaka malzemesi olarak ele alınsa da, günümüzdeki karar alma süreçlerimiz ve karşımıza çıkan seçeneklerin tüketilmesi, bu teorinin özünü doğrular niteliktedir.
2012 yılında ABD’deki Target perakende zincirinin Minneapolis şehrindeki bir şubesinde geçen bir olay veri işleme ve analiz derslerinde örnek olarak çok sık anlatılır. Marketin sahibi olduğu öneri algoritması 15 yaşında bir kadın’a hamilelikle ilgili öneri ve indirim kuponları önermeye başlar olayı ilginç kılan ise bu hamilelik durumundan kadın dahil herkesden önce algoritma haberdar olmuştur. Bu algoritma, insanların hamilelikleri sırasında satın alma eğiliminde olduğu belirli ürünleri (koku giderici losyonlar, mineral takviyeleri vb.) temel alarak hamile olduğunu tahmin ettiği müşterilere, durumlarına uygun ürünlerin yer aldığı kuponlar ve promosyon teklifleri göndermesinin sonucunda kişinin kendisinden daha fazla bilgiye sahip olabileceklerini kanıtını sunuyor.
2014 yılında Facebook üzerinden veri toplamaya başlayan Cambridge Analytica, “kitle davranışını değiştirmek için verileri kullanır” sloganıyla, son yıllarda yaşanan skandallar ve bunun sonucunda gerçekleşen soruşturma süreçleriyle gündeme geldi. Şirket sonunda kendini feshetse de, gerçekleştirdiği çalışmalar algı yönetiminin sınırları hakkında önemli bilgiler sağladı. 2016 ABD Başkanlık Seçimleri ve Brexit Referandumu başta olmak üzere, 2013-2017 arasındaki Kenya Seçimleri dahil birçok seçim ve referandum sürecinde ciddi çalışmalar yürüttükleri üzerine şüpheler var.
Bugün çöpçatan uygulamalarının mottosu “sizi sizden iyi tanıyoruzdur” bu slogan teknolojinin geldiği nokta itibariyle doğrudur. Reklamların ve içeriklerin kişi tercihlerine kadar ayarlanabildiği internet dünyasında iyi ayarlanmış kişiselleştirilmiş içerikler ile algı yönetilmediğini düşünüyorsanız henüz bugünkü dünyayı tam anlamıyla tanımıyor olabilirsiniz.
AKP’nin karakteri ve algı yönetimi
Kuruluşundan ve iktidara geldiği andan itibaren, AKP’nin en az üç ciddi ve birbirinden farklı yönelim gösterdiğini gözlemlemekteyiz. Bu durum, partinin bu konularda yeterli uzmanlığa ve imkana sahip olduğunu düşünmek için yeterli. Bilinmeyen ve muhtemelen asla tam olarak bilinemeyecek olan, hangi seçimlerde ve ne ölçüde algı yönetimi yaptıklarıdır.
Bugün “kazan-kazan” taktiği üzerinden bir yandan yeni bir çözüm süreci başlayabileceği hatta başlama ihtimalinin yerel seçimlerde alınan oya miktarına bağlı olduğu gibi bir söylem puslu havada yol alıyor, kendisine alıcı buluyor. Bu düşünce bizzat DEM Partili kişilerce/adaylarca dillendirilip merkezi düzeyde de destek bulacak şekilde görünür hale getiriliyor. Şimdilerde ise bir kısım bunun bir algı yönetimi olduğunu söylüyor ancak gereği ve karşılığı noktasında bir netlik önermiyor, bu netlik olmadığı için 12 yılın “stratejik oyları” burjuvazinin yönettiği algı üzerinden ilerliyor.
Kimbilir bizde teknoloji sayesinde, farkında olmadan bir algı yönetim sürecine katkıda bulunuyor olabiliriz. Yazdıklarımız aslında demokrasiye hizmet ettiğini düşündüğümüz ama AKP-MHP’ye hizmet eden, “kendi fikirlerimiz” olarak düşündüğümüz görüşler, manipülasyon amaçlı bazı internet içeriklerin etkisiyle şekillenmiş olabilir. Anketler gibi görünürdeki manipülasyon araçlarının ötesinde, kitlelerin düşünce yapısını etkileyebilecek çok daha derin yöntemler olduğunu biliyoruz. Bu tür girişimlerin yapılmadığını varsaymak hata olur; ancak ne yazık ki son seçimlerde bu derecede ustaca bir yönteme bile ihtiyaç duyulmadı.
Kendi “yankı odaları” içinde sıkışıp kalmış bazı arkadaşlarımız, seçimleri sıradan bir yerel seçim olarak görüp, AKP’nin emekli maaşları üzerine yaptığı polemiklere odaklanarak, seçimleri önemsemediklerine ve hatta bunun için gerekli bütçeyi ayırmadıklarına karar verdiler. Bazı arkadaşlarımız ise seçimlerde önemli olan örgütsel kazanımları anlatıp olması gereken budur dedi. DEM Parti’nin sözcüleri de belki olumlama yöntemine yönelerek, seçim kampanyası süresince faşizm tehdidi ve yükseltilen savaş söyleminden dahi bahsetmedi. Bu gibi bir ortamda farklı bir noktaya dikkat çekmek bile zorken üye sayısı 500 geçmeyen bir partinin il örgütünün açıklaması Erdoğan’ın bile diline düştü.
Faşizme kaybettirmekten “kazan-kazan” stratejisine geçişin belirsizliği, faşizmin inşasının kaçınılmaz olduğu ve kendi ifadeleriyle “temizlik” savaşının gerçekleşeceği bir döneme karşı geliştirilecek taktik ve önerilerdeki belirsizlik ile sürmektedir. Bu belirsizlik, iki burjuva kampı arasında bir alternatif olmaya indirgenen “üçüncü yol”u çarpıtıp değersizleştiren sadece bir diğer seçim partisi mottosuna dönüştürüyor.
Eğer “üçüncü yol” şu anki strateji ise, bu durumda önceki seçimlerde bu yoldan çoktan vazgeçildiğini veya hatalı uygulandığını gösterir. Eğer önceki seçimlerde elde edilen başarılar “üçüncü yol”un gerekliliğini doğrulamışsa, bugün neredeyse aynı şartlar ve parametreler ile bu yoldaki değişimin doğruluğundan ve eskisinin başarısından nasıl aynı anda bahsedilebilir? Ancak, “üçüncü yol”un anlamında bir çarpıtma ile bu mümkün olabilir. “Üçüncü yol”, en özet anlamıyla, ezilenlerin tarihsel ittifakını en geniş düzlemde kurarak demokratik bir politika zemini ve bir ülke yaratma amacını taşır. Gerçek bir demokrasi ittifakı olması gereken bu yolda, algı yönetimine dayalı belirsiz politik taktiklerin yeri yoktur. Bu çelişkili anlatımı ancak üçüncü yolun gerçek anlamındaki tahrifatla yapılabilir ve bu tahrifat bilinçli yada bilinçsiz iktidarın algı yönetimine hizmet eder.
Belirsizliğin kaynağı
Bu seçimlerde İstanbul seçiminin tam bir referandum havasında geçeceğini ve en önemli sembol seçim bölgesi olduğunu kimse reddedemez. Faşizmin kurumsallaşma sürecinde olmadığını ve bunun sadece normal bir seçim olduğu savında olan arkadaşlar için bu yazıda diyebilecek birşeyim yok bu konudaki itiraz noktası daha temelden başka bir yazının konusu olabilir ancak, İstanbul’da AKP-MHP faşizme nefes aldırabilecek riskleri göze alan arkadaşların bugün söylediği her sözün bir şekilde ileride karşılarına çıkacağına belki bütün hepimiz için hayatlarının en büyük riski olabileceğine eminim.
İstanbul’da gösterilen adaylar oy kullanma seçeneği konusunda bir belirsizliği gidermiş gibi görünse de gerek aday çıkarma sürecinin kendisi gerekse “kent uzlaşı”nın niteliği anlamında ciddi bir belirsizlik ortaya çıkarmaktadır. Kürt illerinde ön seçimler ile belirlenen adaylar eleştirilere rağmen parti içi demokrasi adına önemli kazanımlar sağlarken batı illerinde ise şeffaf olacak denen denen süreç, detayları sadece süreci yürütenler tarafından bilinen bir belirsizliğe tabidir. Bazı yerlerde aday çıkarmak bazı yerlerde çıkarmamak gibi sonuçlar elde eden bu çalışmada bazı yerellerde uzlaşı oldu denmesine rağmen sonradan bozulabilen bir “uzlaşı”nın dinamiklerine dair açıklık bulmak neredeyse imkansızdır.
Böylesi puslu havalarda yol alabilmek için gerekli olan en parlak ışığı sağlaması gereken öncüler sisin katmanına katılmış neyin kazanılacağı belli olmayan bir yola girişmişlerdir. Seçimler sonrasında bizi bekleyen süreçlerin zorluğuna dair ise kimsenin şüphesi yokken buraya hazırlanacak imkanları ve geçmiş birikimi böyle bir belirsizliğe mahkum etmek, demokrasi güçleri açısından da olası en kötü sonuçtur.
2013’den bu yana rejim ve sistemle derdi olan ve varlığını bir sekte borçlu olmayan herkes bir şekilde yan yana gelebilme imkanını zorladı. Bunun ilk nüvelerini “gezi direnişi” yaratırken, HDP’nin barajı aşması için her evden bir oy diyenlere karşılık, bir oy Kılıçdaroğlu’na bir oy HDP’ye söylemi ile devam etti. Hatta Diyarbakır eşi görülmemiş bir teveccühle bu iradeyi sergilerken, faşist Ümit Özdağ ile çoktan masaya oturulmuş, yine Mansur Yavaş kazanabilsin diye aday çıkarılmadığında Meclis’te “anayasaya aykırı ama evet” diyerek eş başkanları cezaevine gönderen süreç çoktan yaşanmıştı.
Bu zemin bütün dezavantajlarına rağmen olası bir anti-faşist cephenin düzlemi olacakken “kazan-kazan” taktiği ile ne yazık ki binbir güçlükle yaratılan birikim akamete uğradı. Üstelik bu işin işaret fişeğini Türkiye Halklarının en parlak demokrasi neferlerinden birisi olan Demirtaş’ın, Başak Demirtaş’ı İstanbul adayı olarak teşvik ederek çaktı. Bir anda, dün ittifakın ve demokrasinin selameti için görünmez olan bugün en önemli ittifaksızlık gerekçesi oluverdi.
Belirsiz olan, zarar görmüş anti-faşist safların nasıl onarılacağıdır. Bunu onarmanın ve kazanmanın tek yolu, faşist bloğun kazanmasını engellemektir. İstanbul’da olası bir AKP-MHP zaferi, yaklaşık 12 yılda kazanılanlardan çok daha fazlasının kaybıyla sonuçlanacağı kesindir. Kayyumları engellemenin, Soma ve İliç katliamlarının hesabını sormanın, savaşı durdurmanın ve hatta üçüncü kutbun inşasının tek yolu, faşist bloğun kazanmasını engellemektir.