Ali Emre ECER yazdı: Kitlelere her şeye rağmen “dur” diyenlere ise çok önceden en doğru sözü devrimcilerin yıkılmaz önderi Maximillien Robespierre söylemişti: “Halk baskı altındaysa, kendine kendinden başka bir şey kalmamışsa, ona ayaklan demeyen alçaktır.”
Sosyalistler için tartışmalarda veya bir durumu analiz ederken düğümlenen noktaları açan bir soru vardır. Bu soru “Hangi sınıf için?” sorusudur. Sorunun kendisine verilecek doğru cevaplar birçok kapıyı açan anahtar vaziyetindedir. Kavramları tartışırken de tartışılan şeyin hangi sınıf için ya da hangi sınıfın yararına olduğu kafaları daha berrak bir hale getirir. İşin siyaseti de şüphesiz sınıflar mücadelesini gören bir yerden oturtulmak zorundadır. Şimdi biz benzeri soruları “provokasyon” kelimesi üzerine de sormak zorundayız. Çünkü elbette bu sorulardan çıkaracağımız cevaplar bizim açımızdan tamamen farklıdır.
Provokasyonun kelime anlamı “kışkırtıcılık” olarak geçmekte. Herhangi bir eylemi gideceği rotadan saptırmak ya da olası bir eyleme zemin hazırlamak ise genelde kelimenin hep karşılaşıldığı durumları oluşturur. E tabii bunları yapan kişi veya kişiler de provokatörlerdir. Sistemin devrimcileri provokatörlük ile suçlaması ve emekçilerin bu provokasyona gelmemelerini salık vermesi yüzyıllardır karşılaşılan bir söylemdir. Bu söylem gücünü düzene olan inancından ve bu düzenin aparatlarından almaktadır. Düzen kendini devam ettirmeli ve yaşanan her türlü olumsuzluklar ise bu düzenin sınırları içerisinde kalmalıdır. Sömürü çarkı usulca dönsün diye sürekli bir saldırı ve temkin kelimesine dönmüştür provokasyon. Sadece iktidarın değil esas itibariyle devletin bizzat kendisinin koruma siyasetinin bir parçasıdır ve devletin içerisindeki birçok klik de son tahlilde devletin bekası perspektifiyle bu can simidine sarılırlar. Öyle ki, bu provokasyona gelme belası “sol”un içerisini de dönem dönem etkilemiş onu hantallaştırıp ihtilalciliğini köreltmiştir. Ortaya çıkan düzen solu hayatın birçok noktasında sosyalistlerin karşısına bu sözle dikilmiştir. Provokasyon denilerek ısıtılıp ısıtılıp önümüze konan şey “sisteme zarar verecek şeyler yapmayın” sözünün diğer adıdır. Biz sorumuzu yine soralım: Yapılan provokasyon hangi sınıfın yararına? Bu sömürü çarkı dönsün diye mi yoksa kırılsın diye mi?
Tarih boyunca sınıf savaşının içerisinde kitlelerin biriken enerjisini açığa çıkarma, bardağa düşüp onu taşıracak son damla olma adına devrimciler kitleleri kışkırtmıştır. Onları baskının had safhada olduğu ya da düşmanın moral-motivasyon olarak üstünlük sağladığı anda sarsıp galeyana getirmişlerdir. Var olan sömürü çarkını kıracak bu minvaldeki sarsma, hareketlendirme ve yıkıcılık-kırıcılık adına yolu saptırma hamlelerine provokasyonun devrimci biçimi yani devrimci provokasyon diyebiliriz. Bu, ayaklanma anlarında kitleyi doğru hedefe kanalize etmede, ekonomik talepli bir işçi mücadelesinin siyasal boyutunu ortaya döküp öfkeyi körüklemede ya da gezi direnişinde barikatlarda soluk almada yaşanmıştır. Kuşkusuz olası bir hareketlenme durumunda devrimci provokasyon kitle ile bağı olmadığı takdirde karşı devrimin her türlü manipülasyonuna açık hale gelme tehlikesi de taşımaktadır. Yaşam alanı yani onun havuzu kitlenin kendisidir. Kitle ile birlikte ancak kesinlikle onun bir adım önünde. Aksi halde yapılacak kışkırtma rotasız kalır ve boğulur. Lenin’in örgütü 1905’ten Ekim Devrimi’ne olan sürede Çarlık despotizminin her türlü saldırısına ve baskı koşullarına karşı taktik-stratejik pozisyonunu belirlerken kitleleri en doğru çizgiye saptırmış, yönlendirmiştir.
İçerisinde bulunduğumuz süreç baskı koşullarının durmaksızın arttığı, iktidarın kendi geleceğini korumak adına her türlü baskı aygıtına başvuracağı bir süreç. İktidarın bunu kesinkes başaramayacağı ve gidici olduğuna dair yapılan değerlendirmelerin ise saflığın ötesinde kabul edilir yanı yoktur. AKP-MHP iktidarı yönetme konusunda ciddi tökezlemeler yaşadı, daha ağırlarını da yaşayacaktır. Ancak hala seslendiği bir taban ve kotarma becerisi devam etmekte. Önümüzdeki süreçte “zor”un çıtasını yükseltmek iktidarın olmazsa olmaz yönelimi olacaktır. Faşist çeteler ise toplumsal alanda ön açma görevi ile mücadelenin önünde duranların karşısına dikileceklerdir. Son olarak üniversitelerdeki sistematik saldırılar buna örnektir. Açıktan ve örtülü yapılan askeri-operasyonel organizasyonlar ise RTE’nin olası bir toplumsal hak arama karşısında 15 Temmuz’a atıfta bulunduğu gibi önde duran “halk”ını oluşturacaktır.
Okulundan sokağına, sandığından meclisine sopalı bir durum bizleri bekliyor. İşçiler ve ezilenler son yılları katmerli bir şekilde yoksulluk, sömürü ve katliamlar üçgeninde yaşarken iktidarın sessiz sedasız bir şekilde gitmeyeceğini çok iyi kavradılar. Ancak durum bu iken göz göre göre kitlelerin en tabii haklarından biri olan sokağa çıkma hakkına provokasyon diyen Kılıçdaroğlu da kitleleri düzenin içerisinde tutma gayretiyle “karşı-devrimci provokasyonun” bir unsurudur. Bu gibi, düzeni restore etmek isteyen restorasyoncu güçler AKP-MHP iktidarı ile hep bu çizgide kavga edeceklerdir. Ta ki kitleler bu bentleri yıkana kadar. Ekonomik, siyasal ve toplumsal krizin derinleştiği bu cenderede sosyalistlerin görevi sokağın ve sınıfın siyasetini bir bütün olarak ele alıp ajitasyon ve propagandanın esas vurgularından birisi haline getirmektir. Kitleleri yoksulluğa ve zulme karşı devrimci bir çizgide provoke etmek bugün proletarya sosyalistlerinin görevidir. Kitlelere her şeye rağmen “dur” diyenlere ise çok önceden en doğru sözü devrimcilerin yıkılmaz önderi Maximillien Robespierre söylemişti: “Halk baskı altındaysa, kendine kendinden başka bir şey kalmamışsa, ona ayaklan demeyen alçaktır.”