ADİL OKAY yazdı: Peki şimdi aklımızda kimler var. Tarihe adlarını onurla yazdıran, dünya halklarının gönlünde yer alan Lorca, Neruda ve Nazım var. Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya var. Mehmet Uzun ve Musa Anter var. Ve diğerleri. Ama onların döneminin diktatörlerini hatır-lamıyoruz bile. Ya da hatırlarsak da lanetle anıyoruz.
ADİL OKAY
İnsan belleği kısadır, ancak kimi zaman hiç ilgisiz ve yararsız gibi görünen bazı olayları, sözleri, anekdotları ömür boyu unutmaz. Bir filmden kareler, diyalog, bir şiirin iki mısrası, herhangi bir roman kahramanının sözcükleri belleğimize kazınır ve çıkmaz.
Sinemanın babası sayılan Ayzenştayn’ın ‘Potemkin Zırhlısı’ adlı filmini çoğunuz görmüşsünüzdür. Dev bir klasiktir o. Dostoveski’nin ‘Kumarbaz’ını, Victor Hugo’nun ‘Sefilleri’ni, Nazım Hikmet’i, Orhan Veli’yi, Rimbaut’yu, Aragon’u büyük olasılıkla okumuşsunuzdur. Ama demek istediğim bu başucu filmleri, roman ve şiirleri değil. Daha az tanınan bir sanatçının sözleri, ödülü olmayan bir filmdeki bir kare veya diyalog allak bullak edebilir insanları. ‘Paris Teksas’ filmindeki yalnızlık, ‘Bağdat Kafe’deki küçük dev kadının pozitif enerjisi, Süleyman Okay’ın iki dizesi ve benzeri…
Muhtemelen bilmediğiniz, hiçbir ödül almayan, yapımcısının adını bile anımsamadığım ‘Subway’ adlı filmde İsabel Adjani ile Cristopher Lambert’in belleğime kazınan bir diyalogunu aktarayım size:
Metroda yaşayan uçuk kaçık, evsiz barksız erkek, mafya-burjuva bir adamla evli kadına sorar, kadın yanıtlar:
“Sizin evde yemeği kim yapar? Aşçı kadın.
Ütüyü kim yapar? Ütücü kadın.
Arabayı kim sürer? Şoförümüz.
Alışverişi kim yapar? Hizmetçi.
(Ve son, beni etkileyen muhteşem soru gelir arkasından.)
Peki, o halde aşkı kim yapar sizin yerinize?
Yanıt yoktur.
Fransızca daha etkileyicidir bu son soru, bir ima ve eleştiriyle karışıktır.
“Et l’amour alors?”
Aşkta ‘kiç’ten söz edilebilir sanırım bu örnekte.
Ancak ‘kiç’ diye tanımladığımız hiçbir çalışma ve ‘eser’ belleğimizde yer tutmaz. Unutur gideriz. Tıpkı ‘kiç aşklar’ gibi.
“Trivial” yazın ve “kitsch”
“Dilimizde harcıâlem, basit anlamında kullanılan, Fransızcadan giren Latince kökenli “trivialis” üç yola ait, herkesçe kullanılabilir anlamındadır. Aşk, macera, cinayet vb sıradan ve aşınmış konu kalıplarının tekrar tekrar ele alınmasıdır. Üslup bakımından bu konuların kurgu, kelime seçimi, cümle yapısı bakımından da basit taklit tarzında dile getirilmesiyle değersizleşir, trivial olurlar. Ucuz piyasa romanları, sığ ve arabesk aşk, sosyete kadın romanları, tefrika romanlar, pembe diziler trivial yazına dahildir.” (Gürsel Aytaç)
Bu gün ortalığı kasıp kavuran polisiye romanlar, pembe dizi senaryoları gibi trivial yazına 18. yüzyıl Avrupa’sında rastlarız ilk olarak. Goethe’nin eniştesi Ch. Vulpius’un haydut romanı Rinaldo Rinaldini’nin (1798) o dönemde Goethe’den fazla satması ve okunması trivial yazının daha değerli olduğu anlamına gelmemiştir. Bu gün Goethe dünyada tanınır ve hala okunurken eniştesi tanınmaz ve okunmaz.
Bir başka örnek vereyim. Yılmaz Erdoğan şair değildir ama ‘trivial – kiç’ şiir kitabı on binlerce satmıştır, usta şair Şükrü Erbaş’ın kitapları ise ancak iki bin satar. Adalet Ağaoğlu’nun “Bir Viyana Yazı-Romantik” adlı romanı on bin satmamıştır. Üstelik bu romanı (bence) her öğretmenin okuması gerektiğini ve Türkiye’deki öğretmen sayısının yüz binler olduğunu düşünürseniz durumun ne kadar vahim olduğunu görebilirsiniz…
Fikret Başkaya’nın son kitabı “Başka bir uygarlık için manifesto”yu kaç kişi okudu acaba? Milyonlarca satması gereken, okuyanın ufkunu açacak bu kitap hangi TV kanalında tanıtıldı. Hiç. Sıfır. Zira Başkaya’nın çalışması; birincisi “kiç” değil, ikincisi de fincancı katırlarını ürküten, gerçekleri belgelerle anlatan bir kitap.
Bir de politikada “kiç”ten söz etmek gerekir.
Bu güne kadar böyle bir kavram, benzetme yoktu. Ancak ülkemizde yaşanan son gelişmeler beni böyle bir deyim icadına götürdü. Siz başka bir tanımı tercih edebilirsiniz tabii.
OHAL’den sonra onlarca dergi, gazete, TV kanalı kapatıldı. Kapatılmayan kanallar da sansür ve oto-sansür nedeniyle sıkıntı yaşamaya başladılar. Darbe girişimi öncesi, aklı başında, tamamıyla aynı görüşte olmasak bile dinlenecek, bizi düşünmeye sevk eden araştırmacılar da davet ediliyordu bu kanallara. Ara sıra eşitlik, denklik olsun diye 4 konuşmacıdan biri muhalif bir bilim insanı veya politikacı olabiliyordu. Dönem dönem HDP’li vekiller de çağrılırdı bu kanallara.
Şimdi ise iktidara yaranmak adına, reklam pastasından daha çok pay almak aşkına bu kanallarda (başta Haber Türk, CNN ve NTV) hiç görmediğimiz, tanımadığımız “uzmanlar” peydah oldu. Seviye yerlerde hatta yerin altında. Vıcık vıcık bir iktidar yalakalığı. Bırakınız sol, sosyalist ve yurtsever gruplara, yazarlara, HDP’ye saldırmayı, CHP’ye bile hakaret eden uzmanlar baş tacı ediliyor. İhbarcılık “vatanseverlik” sayılıyor. Dönek FETÖ’cüler önce bir geçmişlerine küfrediyor, sonra “kandırıldık” deyip tüm AKP muhalefetine verip veriştiriyor. Yalan haber, yalan bilgi yani dezenformasyon gırla gidiyor.
Şimdi de “Evet” korosu oluşmuş. Adlarının başında Prof., yazar, gazeteci unvanı olan “tetikçi uzmanlar” papağan gibi aynı sözcükleri sıralayıp duruyorlar.
Biz bu filmi daha önce görmüştük. Latin Amerika’da onyıllar boyunca ülkelerini kana boğan diktatörlerden biliyoruz. Kenan Evren’i alkışlayan, ona şilt veren rektörlerden biliyoruz. (Sahi rektör ve dekanların yanı sıra AKP iktidarı da Evren canisine şilt vermişti. Hatırlayanınız var mı?)
Peki şimdi aklımızda kimler var. Tarihe adlarını onurla yazdıran, dünya halklarının gönlünde yer alan Lorca, Neruda ve Nazım var. Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya var. Mehmet Uzun ve Musa Anter var. Ve diğerleri.
Ama onların döneminin diktatörlerini hatırlamıyoruz bile. Ya da hatırlarsak da lanetle anıyoruz.
Ekranlar şimdilik onların
Unutmayınız zamanının Adalet Partisi de % 50 den fazla oy almıştı. Onların danışmanları, uzmanları nerede şimdi? Kaçını anımsıyoruz. Meclis’te Behice Boran’a saldıranların, Çetin Altan’ın kafasını tabanca kabzasıyla kıranların, DEP milletvekillerini yerlerde sürükleyenlerin isimlerini hatırlayan var mı? Bu yapılanları savunan “uzmanlar”ın adını hatırlayan var mı?
Demem o ki bu “kiç” uzmanlar da diğerleri gibi tarihin çöplüğüne atılacaktır.
Ekranlar şimdilik onların.
Ceplerini doldurmak için satmayacakları değer yoktur.
Bunların aşkı da kiç’tir, ahlakı da, inancı da…