Korkut AKIN yazdı: Yazarlar, kendilerini anlatırlarken yarattıkları kahramanlara sığınıyorlar. Kendilerine yakıştırmakta zorluk çektiklerini oluşturdukları karakter üzerinden aktarıyorlar. Kimi zaman da o karakterlere söyletiyorlar en zor olanı.
İnsanın kendini anlatması zordur, hele birileri sorduğu zaman. Ne diyeceksiniz? İyiyim deseniz olmaz, kötüyüm demezsiniz zaten… Döner dolaşır aynı sözcüklere sığışır anlatımınız. Yani gerçekten kolay değildir.
Yazarlar öyle mi ya; onlar kendilerini anlatırlarken yarattıkları kahramanlara sığınıyorlar. Kendilerine yakıştırmakta zorluk çektiklerini oluşturdukları karakter üzerinden aktarıyorlar. Kimi zaman da o karakterlere söyletiyorlar en zor olanı. Büyüyünce ben de yazar olacağım, kendimi anlatmak için…
Oyunu bozan zor…
Pelin Özer, bir zorlu mücadeleye girişmiş. Tanımadığı (ama belki de en çok tanıdığı, çünkü romanlarını arka arkaya birçok kez okuduğu) bir yazarla söyleşi yapmak istemiş. Yayıncısı aracılığıyla ulaştığı Latife Tekin -iyi ki sevmişler birbirlerini, düş(ünce)leri uyuşmuş- ile konuşmuş, konuşmuş, konuşmuşlar. Yeni bir ‘dil’ denemiş Pelin Özer bu nehir söyleşide. Kendisi hiç girmemiş veya girdiyse de çıkarıp atmış sorularını da… Latife Tekin’in kendinle konuşmasından oluşmuş kitap.
İlginç. Gerçekten ilginç. Okurken, bir yandan bunu hangi (veya ne tür) soru karşılığı söylemiş diye saik arıyorsunuz ister istemez. Bir yandan da anlatımın akıcılığına kapılıp yazarın romanlarını da anımsayarak (muhakkak yeniden okumak gerek Latife Tekin’i, bu anlattıkları ışığında bambaşka nitelikler kazan/dır/mak için) anlamlılıklar kuruyorsunuz roman gerçeğiyle hayatın arasında…
Her sayfada başka bir isim…
İnsanlar var… Memet Fuat, en çok, ilk kitabının yayıncısı olmasının etkisiyle. Atıf Yılmaz var (“Bir Yudum Sevgi” filmini unutmak olmaz), Nâzım Hikmet de, Barış Pirhasan da… Hepimizin, torunlarının bile Cevat Hoca dediği, Cevat Çapan (Latife Tekin “Amca” diyor, yakınlaştırıyor kendisine…) da. Onat Kutlar da var, yeri doldurulamayan. Her sayfada bir başka isim çıkıyor karşınıza ve yeni bir sayfa açıyor bu kez sizin zihninizde.
Yazmak kolay sayılır mı?
“Okumak gerek, falanı filanı bırakıp okumak…” diyor Şair, şiirce. Yazmaya başlamadan önce okumak gerek muhakkak ki. Çok okumak gerek. Sonrasında kendi cümlelerinizi kurabilmek için çok yazmak… her şeyi, her şeyi yazmak gerek. Tabii, gözlemlemek, irdelemek, araştırmak gerek. “Arkadaşlarım sessiz sinema oynarken ben yazıyordum” diye anlatıyor Latife Tekin ve nasıl da bozduklarını -bile isteye olmadığına inandığım- sonrasında bir de temizlemeyle, silmeyle uğraştığını.
Gözlemlemek, okumak, yazmak…
“İnancı olan kuş yeraltında da uçar”sa, isterseniz yazarsınız da. Başka şeyleri değil, yaşadıklarınızı yazın. Göreceksiniz ki, önemli, önemli olduğu kadar belirleyici cümleler sıralanacak. Latife Tekin de kendi yaşamının izlerinin, annesinin özellikle, yer aldığını söylüyor. Kitaplarını bir kez daha okumak gerekliliği için bir neden daha… 12 Eylül sürecinde, arandığı dönemde, aranan işçi önderleriyle yaptığı konuşmalar var, görenin politik buluşma sandığı, ama tepeden tırnağa edebiyat, roman dokulu konuşmalar. Muhakkak ki romanını güçlendiren, anlattıklarını gerçek kılan, okurunu duygulandıran…
Kadın dili…
12 Eylül öncesinde bir kadın örgütlenmesi içerisinde olduğunu, ama günümüzde (15 yıl geçmiş bile söyleşiden bu yana) kadın örgütlenmesinin, kadın dilinin, politik olarak güçlenmesinin önemini vurguluyor. Bu, bugün daha bir önemli, İstanbul Sözleşmesi’ne imza atmasına karşın itiraz eden erkek egemen erkin durumunu kavramak açısından.
Pelin Özer’in, “Diriliş” başlığıyla yazdığı sonsöz, aradan geçen yıllarla birlikte pandemi belasının yaşamı ne denli etkilediğini işaret ediyor. Ama asıl olarak da yazmanın gerekliliğini bir kez daha vurgularken bugüne dek kalemi eline almaktan kaçınan okura, hiç değilse ‘not alma’ isteği veriyor.
Latife Tekin Kitabı
Pelin Özer
Can Yayınları
Ağustos 2020
208 sayfa