Erdoğanın Ömer El Beşir konumuna düşürülmesi ve bu uluslarası kompleks hamleyi bir adım sonra AKP’nin, 28 Şubat sürecinde RefahYol iktidarının yıkılmasını sağlayan DYP’nin bölünmesinin izlemesi güçlü ihtimallerdir. CHP yönetiminin, bir yandan Cemaat ve Gül’le ilişkisi, öte yandan AKP ve MHP’den aday devşirmesi böyle bir operasyonun hazırlığı olarak da okunabilir.
Ortada olan nedir? 17 aralık operasyonuyla iktidarın bağırsakları dışarı dökülmüş.. Pisliğin kesif kokusu memleketi sarmış.. Muhalefet bu kokunun içinde sadece “koku var” diyor.. Memleket adeta koku-tutulmasına kapılmış..
Manzara bu değil mi?
Başka ülkelerde olsa ne olurdu? Olanları bir düşünün.. Mısır’ı, Tunus’u.. akla getirin.. Bu halklar şaşkınlıkla bakıyorlardır bize..
ÇÖZÜLMENİN DAYANILMAZ AHLAKSIZLIĞI
Bu iktidar, yalnızca AKP ve cemaat ittifakına dayanmıyordu. Bütün İslamcı tarikatları ve onlarla içiçe gelişen yeşil sermayenin ekonomisini oluşturduğu geniş bir blok. ABD ve AB’nin stratejik desteği ile kurulan bir iktidar. Düne kadar geleneksel sermayenin desteklediği, küresel sermaye ile bütünleştikleri, Türkiye emekçi sınıflarının kanını emen; devleti ve toplumu kendi islamcı ideoljilerine göre dönüştürmekte irade birliği yapmış bir kolaisyon…
İşte bu iktdar bloku, 1) yeni-Osmanlıcı sömürgecilikle valilik bile ihdas ederek Suriye içlerine başlattıkları seferde Suriye halklarının direnişi ile bozguna uğradı; 2) Haziran direnişi ile kimyası bozuldu: 3) Erdoğan’ın 3. dönem seçim kazanmasının verdiği güvenle iktidarı kendi tekelinde yoğunlaştırma eğilimi iktidar paylaşımı üzerinde iç rekabetin yükselmesine yol açtı. Ve şimdi bu üç ana etkenle çözülüyor. İç rekabetin iki yıl önceki ilk raundunu (MİT krizini) atlatan Erdoğan, dindar nesil yetiştirme erkini de kendi tekeline almaya karar verip dersanelere el atınca, bu kez 17 Aralık operasyonu başına patladı ve tam bir panik içine girdi. Operasyona öncülük eden Cemaatin emniyet ve yargı içindeki güçlerini, “paralel devlet” olarak niteledi. Rüşvet soruşturmasını milli iradeye saldırı, küresel komplo, yargı darbesi, ihanet, suikast.. gibi kavramlarla adalandırdı. AKP temsilcileri ve iktidar medyası bu silahlarla saldırıya geçtiler..
Erdoğan ve AKP, eşzamanlı olarak bütün iktidar gücünü yolsuzluk soruşturmalarını karartmak, oradan çıkacak ikinci paralel devletin ilişki ağlarını örtbas etmek için kullanıyor. Eminiyeti hallaç pamuğu gibi atıyor. Muhafız birliği kurma hazırlığında. HSYK’yı adalet bakanlığına bağlayarak burjuva hukukunun son kalıntılarını da temizlemeye çalışıyor.. 11 yıllık ortaklığın bütün suçlarını Cemate yıkma gayretinde..
Öyle bir gayretkeşlik ki, evrensel değerler bir yana, dinsel ahlaki değerleri, bizzat mukadesatçı bir iktidar sıfatıyla kendi çıkarları için bu denli ayaklar altına alan bir yöneticiye, örnek aldığı atalarının tarihinde bile bulmak zordur. 90 yıllık cumhuriyet tarihinde, bir bankanın genel müdürünün, bir bakanın oğlunun evlerinde ayakkabı kutuları içinde bulunan milyon dolarlardan tek laf etmeden, bunu mahremiyete bir saldırı olarak gören, rüşveti ve hırsızlığı cansıparene bir şekilde “Paralar hazineden çıkmadı” diyerek meydan meydan savunan, sonra da hırsızın iz bırakmasına hayıflanması misali “kutular hataydı” diyebilen bir başbakan görülmemiştir.
“2023 yılına ve bu yıl için belirlediğimiz hedeflere ulaşmamıza şurada artık sadece 9 yıl kaldı..” diyor Erdoğan. Hırsızlığı, rüşveti adeta islamın 6.cı şartı haline sokan bir anlayış içinde amaca ulaşmak için ‘Hırsızlık yapmak mübahtır, anlayın, yola devam’ mesajı veriyor.. Fetvası da çıkıyor: “Devletten ihale alanların, gönülsüz bile olsalar hayır kurumlarına bağış yapmaları cazidir” (Hayrettin Karaman)
Hırsızlığın savunmasına, kendi istikbal savaşına İstiklal Savaşı diyecek kadar alçalan bir kadroyla karşı karşıyayız. Ahlak için ‘kızlı-erkekli’ evleri basmaya kalkanlar, ahlaksızlığın gayya kuyusuna sürüklenirken, siyaseti, hukuku, adaleti, vidanı, tüm değerleri, bütün toplumu bu kuyuya çekmeye çalışıyor. Çünkü, “yakalayın hırsızı diye bağıran hırsız”a güçlü bir itiraz yükseltmeyen bir toplum, ve hangi gerekçelere dayanıyor olursa olsun, yol vermeye duran bir siyaset çökmeye mahkumdur.
İşledikleri suçu yeni bir mağduriyete çevirmeye, ihanet olarak, komplo olarak, sadaka ve biat kültrüyle köleleştirdikleri tabanlarına tercüme ediyorlar. O taban “biatsa biat, itaatse itaat, söz verdik liderimiz için ölümüne mücadele edeceğiz” söylemleriyle tavaf ettiriliyor. Kendisini ‘ölümüne’ seven, kefen giyerek karşılamaya gelen iman dolu güruhuna gururla gülümseyerek bakıyor Başbakan. Tıpkı Mussolini’nin Kara Gömleklliler’ine baktığı gibi. Bir sure sonra “Allahın (Erdoğan’ın) askerleriyiz” diye slogan atamaya başlarlarsa şaşmayalım.
İşte bu güruhla, her bir parçası klonlanmış tufeylilerden oluşan medyasıyla 11 yıldır iktidar ortaklığı yaptığı illegal bir yapıyı şimdi “bu bir çete, bir paralel devlet” diyerek suç ortaklığından sıyrılma planları yapıyorlar.
Mesele sadece suç ortaklığı mıdır? Ya da ortada sadece bir paralel devlet, bir çete mi var? Öncelikle bu adlandırmaların propaganda taktiği olduğunu söyleyelim. Ortada bir paralel devlet yok. İllegal bir örgüt var. Dünyanın neresinde görülmüştür bir “sivil toplum” örgütüyle bir siyasi partinin ittifak kurup iktidar olduğu? Sivil bir toplum hareketi olduğunu kabul etsek bile, iktidar ortağı olarak doğrudan devlet düzeyinde siyasetin içine giren her yapı, kendini açık bir siyasi parti olarak kurmadıkça, illegal bir yapı olarak işler. Cemaatin durumu budur.
AKP DE BİR SUÇ ÖRGÜTÜNE DÖNÜŞMEDİ Mİ?
Ben daha büyük bir suç örgütünü örtbas etme gayreti içinde olduklarını düşünüyorum. Çünkü iktidarlarını sadece içte değil, bölgesel çapta bir uluslararası suç örgütü şeklinde örgütlediler. Medyanın parça parça yansıttığı isimleri bir bütünün parçaları olarak düşünmeye başladığımızda.. Yasin El Kadı’ları, Rezza Zarrab’ları, Babek Zencanı’leri, Dubai ve Körfez şeyhlerini.. ve baş kesen, katliam yapan El Kaide, El Nusra, islami cephe, OSO gibi örgütleri,. Müslüman Kardeşler örgütüyle ideolojik ilşikileri.. Bu örgütün bölgede iktidar olması için sarfedilen diplomasiyi.. Mürsi’nin devrilmesiyle dökülen gözyaşlarını.. Adana’da tesadüfen yakalanan içi mühimmat dolu kamyonu, Hatay’da yakalanan ve aratılmayan MİT’in TIR’ını.. Altın kaçakçılığını, kara para aklama işini.. 3 yıl içinde bir çok defa medyaya yansıyan Türk subaylarının Suriye’deki çetelere komuta ettikleri yolundaki iddiaları.. Bütün bunların birbiriyle ilintisi kurulduğunda, rüşvet ve yolsuzluk şebekesinin yalnızca ülke içinde değil uluslararası çapta yürütülen, şeriatçı terörü finanse eden, mezhep çatışmasını kışkırtan daha büyük bir suç örgütüyle karşı karşıya olduğumuzu anlamak zor değildir.
Bu olguların iç bağlantılarını, Savcı Muammer Akkaş’ın görevden alınmasına yol açan operasyonun 2.dalgası ile ilgili dosyada da görebiliriz. Soruşturma dosyasında -nedense üstünde durulmayan- El Kaide ile ilgili ilşkiler bölümünde şöyle deniyor:
“Uluslararası alanda El Kaide finansörü olduğu gerekçesiyle aranan şahsın, Türkiye’de Albaraka Türk ve BİM’in gizli ortağı olduğu tespit edilmiştir. Bu şahıs, arandığı dönemde Başbakanlık inisiyatifiyle Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası yaptırımlara aykırı olarak, Türkiye’ye defalarca geldiği belirtildi. Başbakan Erdoğan ve kendisine en yakın isim olan B.E. ile gizli ticari ortaklık içerisinde şirketler kurarak faaliyet gösterdiği ve Başbakanla yapılan gizli görüşmeler gerçekleştirdiği tespit edilmiştir. Bu şahsın oğlu ile B.E.’nin ortakları arasında bulunduğu Bosphorus 360 Şirketinin, inşaat sektöründe imar sorunu yaşayan işadamlarına rüşvet karşılığı yardımcı olduğu belirlenmiştir. Rüşvet bizzat Başbakanın Talimatı ve Bilgisi dahilinde gerçekleşmiştir. İşadamları aldıkları kamu ihalelerine karşılık, rüşvet olarak Erdoğanların Aile Vakfı olan TURGEV’e bağış adı altında yardım yapmışlardır.”
İşte bunun içindir Erdoğan’ın ‘en iyi savunma saldırıdır’ taktikleri. Bunun için hukukun son kalıntıları, yürütmeyi denetleyecek mekanizmalar (kuvvetler ayrılığı ilkesi) tasfiye edilmeli, HSYK, Danıştay yürütmeye (hükümete) tabi kılınmalıdır. Medya bütünüyle kontrol altına alınmalı, internet sansürlenmelidir. Erdoğan ve AKP için açık diktatörlüğe yelken açmaktan başka yol yoktur bu durumda.
ABD ERDOĞAN İÇİN KARARINI VERDİ
ABD’ye efelenmenin altında da bu var. Bu noktada Erdoğan, Cemaati uluslarası güç odaklarının (esasta ABD’nin) işbirlikçisi olarak suçlamakta haklıdır. Meseleye ABD açısından baktığımızda, Erdoğan’ın tasfiyesi için bir strateji belirlenmiş görünüyor. Cemaatin de bu stratejide rol aldığı anlaşılıyor.
Alan Makovsky; Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsünün eski Türkiye Masası Şefi. ABD’deki en önemli Türkiye uzmanlarından biri olarak tanınıyor. Milli Görüşçüler tarafından 28 Şubat sürecinin akıl hocası olduğu ve Refah-Yol iktidarının onun belirlediği strateji dahilinde devrildiği öne sürülen kişi. Washington’un “Erdoğan sonrası döneme hazır olduğunu” söylüyor. “AK Parti’nin demokrasi ve İslam’a ılımlı yaklaşıma bağlı olması temelinde, Türkiye’nin Ortadoğu’da bir model olması fikri, geri dönülmez bir şekilde zarar görmüştür” diye konuşan Makovsky, ‘Erdoğan uzun süre başbakan ya da cumhurbaşkanı olarak kalsa bile, Obama yönetimi gözünde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Ortadoğu’da model olabileceği fikrinin tamamen zarar gördüğünü ve bunda kısmen Mısır’daki Müslüman Kardeşler deneyiminin etkili olduğunu’ belirtti. (http://www.endişeli.org/detail/endişeli-/3248/abdlı-türkiye-uzmanı-makovsky-washington-erdoğan-sonrası-döneme-hazır)
Pentagonun ve Bush’un danışmanlarından, Neocon’ların önde gelen sözcülerinden Michael Rubin ise: Erdoğansız bir geleceğin daha iyi olacağına dair büyüyen bir görüş var’, “Obama, Erdoğan’ın telefonlarına çıkmıyor ” dedikten sonra “Görünen o ki, Erdoğan’ın Gezi protestoları ve sonrasında Mısır darbesine yaklaşımı -ve özellikle dillendirdiği komplo teorileri- Obama’nın ilişkiyi gözden geçirmesine yol açtı.” tespitini yapıyor. (http://www.endiseli.org/detail/endiseli-/3245/pentagon-danismani-erdogansiz-bir-gelecegin-daha-iyi-olacagina-dair-buyuyen-bir-gorus-var)
Bu operasyonlar öyle işliyor ki, alıntıda görüldüğü gibi, bir başka ‘paralel devletin’, gizli savaş örgütünün profili çıkıyor ortaya. ABD, TSK içindeki ulusalcı generalleri tasfiye planında, ki AKP-Cemaat koalisyonun kuruluş nedenidir bu, Cemaati tetikçi olarak kullandığı gibi, şimdi de, çizmeyi aşan Erdoğan kliğini tasfiye etmek için kullanıyor. Aradaki fark şu, Ergenekon, Balyoz, KCK, Devimci Karargah davalarında delil üretilmesine rağmen, herşey görünürde hukuk çerçevesinde oluyordu, o mahkemeler yasa ile kurulan mahkemelerdi. Şimdi de aslında Cemaat öncekinden daha meşru bir zeminde, rüşvet gibi toplumun duyarlı olduğu bir alandan hareket ederek iktidarın kendisi hukuk-dışı, yasadışı bir zemine itiliyor..
ERDOĞAN KLİĞİ ULUSLARARASI SUÇ ÖRGÜTÜ İLAN EDİLEBİLİR
Erdoğan bunun farkında olup risk alıyor olsa da hesaplamadığı, bu zeminin, kendisinin uluslararası düzeyde suçlu ilan edilme hazırlıklarına katkıda bulunmasıdır. Bu koşullarda Erdoğan kliğinin yönettiği AKP uluslararası bir suç örgütü olma iddiasıyla yüzyüze gelecektir. Krizi tetikleyecek bu iki başlı olgunun ilkini Mustafa Sönmez’in şu satırlarında bulabiliriz:
“RTE’nin soruşturma ekibini değiştirme ve yönetmelik değişikliği ile kontrol altına alma çabası, karaparanın aklanması ile ilgili mücadele konusunda OECD düzeyinde ‘gri liste’ içinde bulunan Türkiye’yi kara listeye doğru sürükleyebilir. ABD, bunu isteyebilir. Kara para içeren yargıdaki soruşturmayı, yürütme ile kontrol altına alınmak istenmesi, hazmedilir şey değil. Bu, Türk bankalarına uluslararası blokaj uygulamasını getirebilir. Türkiye’nin gırtlağına basılması demektir, bu. Ne dış yatırımcı iştahı kalır, ne dış dünya ile ticarette güven. Hele ki, RTE-Davutoğlu ikilisinin El Kaide’yi koruyup kollamak gibi bir sicili var ise ,”terörün finansmanı” suçlamasıyla ABD’ye gün doğdu demektir. Kara para aklayıcılıkta sicili iyice kabararak kara listeye alınmak, doğrudan krize koşar adım gitmek , dövizin, hiçbir MB müdahalesinin kâr etmeyeceği biçimde hızla tırmanması demektir.” (http://www.endiseli.org/detail/endiseli-/3106/mustafa-sonmez-turkiye-terorun-finansmani-suclamasi-ile-karsi-karsiya)
İkinci ve farklı bir vektor olarak Erdoğan kliğinin Suriye’deki şeriatçı terörü desteklediğine dair belgelere sahip olduklarını söyleyen Suriye Ulusal Koordinasyon komitesinin Uluslararası Ceza Mahkemesi”ne açtığı dava var. Aynı gerekçelerle Suriye devletinin “Muhaliflerin kimyasal saldırılarda kullandığı malzemenin Türkiye’den temin edildiği” iddiasıyla Türkiye hakkında soruşturma açılması için BM ‘e başvurusu var. Bu arada Birleşmiş Milletler’in “O TIR aratılmalıydı” beyanı da kayıtlara girdi.
İşte uluslarası komploya karşı İstiklal savaşı söyleminin nedeni budur. Yavaş yavaş anti-Amerikan söylemleri terenüm ederek gerekirse eski patronuna karşı vermeyi göze alacağı “istiklal” savaşında arkasına alabileceği güçler kimlerdir? Yasin El Kadı’ya kefil olduğunu tekrarlaması bir cevap anahtarıdır. Bölgedeki islamcı-şeriatçı örgütler ve devletler.. İŞİD’in arkasından da Erdoğan’ın gizli savaş örgütü çıkarsa şaşırmayalım.
Hatırlanacağı gibi, Erdoğan, “Müslüman katliam yapmaz” diyerek başka birine daha kefil olmuştu. BM raporlarına göre Darfur’da 300 bin kişiyi katleden, hakkında Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesinin tutuklama kararı bulunan, Sudan devlet başkanı Ömer El Beşir. Kefil olmakla kalmamış askeri anlaşmalar yapmıştı. Beşir ülkesinden dışarı adım atamıyor..
Eğer, bu ülke halkı pisliklerinin üzerine oturmasına şimdilik izin verse bile Erdoğan’ın akıbeti büyük bir olasılıkla Beşir’inkiyle aynı olacaktır..
“AHLAKSIZ TEKLİF” YA DA RÜŞVETİN SİYASALLAŞMASI
Eğer diyorum, çünkü bütün bu tehtidlerden kendisini ve iktidarını kurtarmak için ABD ve cemaatle birlikte tasfiye ettikleri, içeri tıktıkları eski düşmanlarına siyasi rüşvet verme hazırlığı içinde! İçine düştüğü çıkmazdan bir yandan Ergenekon ve Balyoz davalarını, diğer yandan KCK davalarını cemaate yıkıp, sıyrılma hesabında.
Daha dün ‘Ergenekon bir siyasi hesaplaşmanın adıdır’ diyenler 180 derece dönüşle.. şimdi “milli orduya kumpas kurdular” demektedirler. Ergenekon ve Balyoz davası mahkumlarına yeniden yargılama yolu açma ile ulusalcı çevrelerle, PKK ve Öcalan övgüsüyle Kürt Hareketi ile ittifak arayışlarını sürdürüyor..
Baykal durumdan vazife çıkarıp, devlet krizini imkana çevirmek buluşuyla Cemaatle Erdoğan arasına sıkışan ‘ben ne yapabilirim’ diyen Cumhurbaşkanına koşuyor. Barolar Birliği başkanı bu sözü havada kapıp çözüm ve uzlaşma önerileriyle başbakanın kapısını çalıyor!
Peki bu başbakan (ve şürekası), bir gece yarısı bir saatte özel yasa çıkarıp MİT müsteşarını kurtarırken, bu davalar söz konusu edildiğinde, “Mesele yargıya havale edilmiştir, yargı kararlarını bekleyelim, yargıya güvenelim”den başka sözü olmuş muydu? Üsteleyenleri Ergenekoncu, Balyozcu, bölücü terör örgütü destekçisi ilan etmemiş miydi? Ve şimdi kendisine karşı çıkanları “paralel devlet” yanlısı olarak suçlamıyor mu?
Doğrudur kriz elbette ki fırsata çevrilebilir.. Ama kimin için fırsat, ne için fırsat? Böylesi bir çatışmadan adalet koparmaya çalışmak ve adaleti belli davalar üzerinden kotarmak mıdır? Üstelik, tek “kanayan yara” Ergenekon ve Balyoz davaları mıdır? Onlar çıkacak, adalet yerini bulacak mı? KCK operasyonları geçiştirilen bir ‘haksızlık’ olarak mı kalacak? DGM’lerin verdiği siyasi kararlarla hayatları çürütülenler.. İşkence altında alınmış ifadelerle, düzmece polis fezlekeleriyle, talimatlarla 20 yıl, 30 yıl, müebbet hapis cezaları kesilenler, söndürülmüş hayatlar.. Yasalar elverdiği halde kanser gibi ağır hastalıklarla hücrelerde ölüme mahkum edilenler sizin adalet arayışınızın içinde neden yok? ”Af, maf da yok” ucu Sosyalistlere ve Kürtlere dokunur” diye mi? Yoksa onlar, bugün bir kısmı Ergenekon davalarında asıl suçlarından yargılanmayan kontr-gerillacıların marifeti, cemaatin ‘eseri’ değil mi diyorsunuz?
Ulusalcılıkla evrensel değerler, herkes için hukuk ve adalet ilkeleri bir arada yürümüyor mu?
CHP’Yİ ANLADIK. BDP NE YAPIYOR
CHP, genel başkanı bir yandan ‘hırsız var ey ahali’ diye bağırırken öte yandan aynı yönde yasa teklifleri hazırlıyor. Mecliste yürüttükleri kavgayı sokağa taşırmamakta ziyadeslyle dikkatliler. Mecliste kavga et, DİSK”in, KESK’in mitinglerinde milletvekillerin görünsün. Siyaseti devletin çeperinde tut.
Yaptıkları budur ve bu AKP’yi iktidarda tutmak değilse nedir? Hesaplaşmayı cumhurbaşkanlığı seçimlerine erteleme niyetindeler. Kendi iktidarı için herşeyi ateşe verme eğilimi gösteren, medyayı, interneti daha da baskı altına almaya çalışan Erodağan, yarın mecliste de seslerini kısarsa ne yapacaklar? “Uluslararası darbe planlarının parçası” olarak gördüğü muhalefeti suç kapsamına sokarsa sine-i millete dönmekte fırsat kaçmış olmayacak mı? Yoksa krizden beklenen fırsat ABD desteğinde Gül-Cemaat ve MHP ile ittifak denklemi midir?
BDP’ye gelince..Hala sıkışan bir iktidarın taviz verebileceği umuduyla fiilen bitimiş “süreç”ten Godot’yu bekler gibi beklentisini sürdürüyor. “Paralel devletle bu şekilde mücadele edilmez. Meclis’i arkana alacaksın, reform paketiyle demokrasi çemberiyle kendini garanti altına alacaksın.” diyor Demirtaş. Anayasa ve hukuk takmadan, tam gaz açık diktatörlüğe giden: demokrasiden, hesap vermekten kaçan bir lider ve iktidarının bir an durup demokrasi refotmuyla geri dönmesi dünya tarihinde görülmüş müdür?
Roboski katliamında askeri “kusursuz” bulan ve takipszilik karar veren askeri savcı da cematın tebası mı? Katliam emrini verenler başbakan ve genelkurmay mı, cemaatin adamları mı? Rojava devrimini de Cemaat mı boğmaya çalışıyor? Bu iki ortak, AKP-C olarak Kürt halkına birlikte zulüm etmedi mi? KCK operasyonlarını birlikte yapmadılar mı?
SİVİL 28 ŞUBAT?
Eğer Kürt sorununu çözmeyi içeren bir alternatif yok diye “AKP’yi itmeyiz” diyorsanız, o zaman AKP’nin başka güçler tarafından çözülmesine CHP ile aynı hizada omuz vermiş olursunuz. Çünkü yukarda bahsettiğim Erdoğanın Ömer El Beşir konumuna düşürülmesi ve bu uluslarası kompleks hamleyi bir adım sonra AKP’nin, 28 Şubat sürecinde RefahYol iktidarının yıkılmasını sağlayan DYP’nin bölünmesinin izlemesi güçlü ihtimallerdir. CHP yönetiminin, bir yandan Cemaat ve Gül’le ilişkisi, öte yandan AKP ve MHP’den aday devşirmesi böyle bir operasyonun hazırlığı olarak da okunabilir.
Makovsky’nin dediği gibi ‘Türkiye’nin Ortadoğu’da bir model olması fikri, geri dönülmez bir şekilde zarar görmüş,” yani çökmüşse, ufukta sivil bir 28 Şubat peydahlanacak demektir. Sivil bir 28 Şubat diyorum, çünkü Erdoğan’ın Balyoz ve Ergenekon sanıklarının yeniden yargılama yolunu açmakta istekli olması, Murat Belge’nin rüyasını gördüğü türden olası askeri hamleleri boşa çıkarmış görünüyor.
DEVRİMCİ KOPUŞU KÖRÜKLEME ZAMANI: ASIL İŞİMİZ “O DUVARI” YIKMAK
Cemaatin, bizzat kendisinin de yapıtaşlarından biri olduğu, bir kaç tuğla çekince büyük bir gürültü ve toz bulutu içinde çökmeye başlayan “O duvara”, bu kokuşmuş düzene omuz vermek anlamına gelebilecek duruşlardan kaçınmak gerekir.
O duvar ki, sadece AKP ve Cemaatin ördüğü bir yapı değil, temellerinde kan, katliam, katmanlarında kirli ortaklıklar, ittifaklar, harcında 12 mart ve 12 eylül tortuları, kontr-gerillalar, JİTEM’ler, kirli savaşlar, imha-inkar, asit kuyuları, siyasi cinayetler, toplu mezarlar, kapitalist düzenin bütün pislik ve cürufu var..
Yaşanan kriz, aynı zamanda, halkın içtenlikli, sade inanç dünyasını işgal ederek hegomonya kuran siyasi islamın da iflasıdır. Ve siyasal islam dediğimiz şey, kapitalist düzenin, barbarlıkla melezleştirerek önümüze koyduğu tarihin posasıdır. Emperyalist dönemde sermaye sınıfının siyasal gericiliğinin en çıplak halidir. Onun da dikişleri tutmuyor..
Gezi direnişi, Kürtlerin özgürlük mücadelesinin bütün Türkiye toplumunun özgürlük mücadelesi ile birleşmesinin mümkün olduğunu gösterdi.. Bölgede yaşananlar, Rojava devrimi bunu gösteriyor. Halkların istim üzerinde duran mücadele azmi bu kavrayışla harekete geçirilmelidir.
Asıl şimdi üçüncü tarafı hızla inşa etme ve düzenden devrimci kopuşu körükleme zamanı..
Bu yazı endiseli.org sitesinden alıntılanmıştır.