Gelecek ay 6-9 Haziran tarihlerinde Avrupa Parlamentosu seçimleri yapılacak. Malatyalı bir Alevi ailenin kızı olan Özlem Demirel halen Almanya Sol Parti’den (Die Linke) milletvekili ve yeniden aday oluyor. Avrupa’da aşırı sağın yükselişi, karşısında sendikal, sosyalist ve feminist faaliyetler, Türkiye’nin Demirtaş ve Kavala ile ilgil AİHM kararlarını uygulamaması ve demokratikleşme ihtimali, AB ülkelerinin Ukrayna, Kafkasya ve Filistin’de savaşçı tutumuna karşı mücadele üzerine Özlem Demirel, Siyasi Haber’e konuştu.
Öğrenciliğinizden beri Almanya’da sendikal, sosyalist ve feminist faaliyetlerde çeşitli görevler ve sorumluluklar aldınız. Sosyalist bir çizgide aktif siyasetin içinde olduğunuzdan beri aşırı sağın yükselmesi sizi politik bir hedef haline getiriyor mu?
Öncelikle şunu belirteyim, feminizm adı altında herkes farklı bir şey anlıyor. Ben sosyalistim, yani Clara Zetkin’in kadının eşitlik mücadelesinin sınıf perspektifinden cevaplanması gerektiği düşüncesini savunuyorum. Yani soyut kadını veya kotayı ön plana çıkartan bir politikayı savunmuyorum. Tam tersine… Bu, ama, kadınların özgürlük mücadelesinde en geniş ittifakları sağlama çabalarından uzak durduğum anlamına gelmedi. Aksine, özellikle sendikacı olarak yürüttüğüm faaliyetlerde kadınların, başta eşit işe eşit ücret talebi olmak üzere, çeşitli talepleri içeren mücadelelerine her daim özel bir önem verdim.
Aşırı sağın yükselmesi, gerici ve milliyetçi fikirlerin güçlenmesi anlamına geldiğinden, bütün emperyalist savaşlara ve çekişmelere karşı tavır alan ve dolayısıyla bu fikirlere karşı duran biri olarak benim de hedef haline getirilmem sürpriz değil tabii. Buradan çıkarttığım sonuç, gerici ve milliyetçi düşüncelerin etkisi altından kalan işçi ve emekçilerin aydınlatılması çabalarını daha da artırmak oldu.
AİHM’nin Türkiye için verilen özellikle Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala kararlarının ısrarla uygulamamasını bir Avrupa Parlamentosu milletvekili olarak nasıl değerlendiriyorsunuz ve Türkiye için yerel seçim sonuçlarından sonra demokratikleşme umudu taşıyor musunuz?
AİHM Avrupa Birligi’nin bir organı değil, tamamen AB’den bağımsız olan ve daha fazla Avrupa ülkesini kapsayan Avrupa Konseyi’nin bir organıdır. Bazen Türkiye’de ikisi karıştırılıyor ve buradan yola çıkılarak AB çok demokratik ve insan haklarına yakın duran bir kurum olarak degerlendiriliyor. Ama başta ekonomik bir birlik olan AB’nin gerçeğini yansıtmıyor.
AİHM kararına gelecek olursak: Evet, sayın Demirtaş ve sayın Kavala’nın hemen serbest bırakılması gerekiyor. Erdogan rejiminin ikisini yıllardır rehine olarak tutması hiçbir şekilde kabullenilemez. Hepimiz biliyoruz ki, Erdoğan rejiminin demokrasi, demokratik hak ve özgürlüklerle ilişkisi kaba bir pragmatizme dayanıyor. İşine geliyorsa demokrat takılıyor, gelmiyorsa otokratlığa devam ediyor. Demirtaş ve Kavala’nın serbest bırakılmaması da rejimin kendi iktidarını güçlendirme hesapları çerçevesinde ele alınmaktadır. Yönlendirici ilkesi hukuk olsaydı, bu kişiler hapiste bile olmazdı. O bakımdan AİHM’in kararlarının uygulanmaması şaşırtıcı değil benim için.
Yerel seçim sonuçları elbette iktidar için hafife alınmayacak bir uyarıydı. Ancak, seçim sonuçları karşısında rejimin demokratikleşme adımları atacağını beklemek bana biraz fazla iyimser bir yaklaşım olarak geliyor. Türkiye’de demokratikleşme, tüm ülkelerde olduğu gibi, halkın demokratik hak ve özgürlükler için mücadelesini yükseltmesine bağlıdır. Bu olmadan, hakim siyasi partiler arasındaki pazarlıklarla (örneğin şu sıralar gündeme getirilen yeni anayasa tartışmaları çerçevesinde) gerçek bir demokratikleşmenin yaşanmasını pek mümkün görmüyorum.
Gazze’de yaşanan trajedileri Avrupa Parlamentousu’nda dile getirmeniz ve 2022’de Ukrayna-Rusya savaşında silahsızlanma çağrısı yapmanız aslında sizi Avrupa’nın mevcut sağcı iktidarları ile taban tabana zıt bir konuma getiriyor. Fakat halktan aldığınız olumlu veya olumsuz tepkilerden de bahsedebilir misiniz?
Ukrayna savaşının patlak verdiği ilk saatlerden beri, Rusya’nın saldırısını hemen durdurması ve bu savaşın bir an önce bitmesi için siyasi çözüm aranması gerektiğini vurguladım. Bu anlamda tabii, başta ABD olmak üzere NATO ve AB’nin bu savaşı politik bir çözümle sonlandırmak yerine, kendi jeopolitik çıkarları doğrultusunda uzatmalarına da karşı çıktım.. Mecliste yaptığım konuşmalarda ateşkesin bir an önce sağlanması, AB’nin silah göndermek yerine öncelikle ateşkes için diplomatik girişimleri başlatması gerektiğini savundum. Bu doğrultuda yaptığım konuşmalar tabii ki parlamentoda var olan partileri, ister Yeşiller, ister Sosyal Demokratlar, isterse Muhafazakarlar olsun, rahatsız ediyor. Halk ise, içinde barış özlemi büyüse de, hâlâ devasa bir propagandayla karşı karşıyadır. Bu denli tek yönlü propaganda Federal Almanya’da bundan önce nadirdi. Yapılan propagandalarla halkın savaş korkusu körüklenirken, aynı anda mühtiş bir silahlanma politikası izleniyor. Buna karşı daha geniş bir barış hareketini örgütleme sorumluluğu hala önümüzde durmaktadır.
Benzer bir değişim Gazze’de yaşananlarla ilgili de oldu. Önce Hamas’ın saldırısı büyük bir infial yarattı, İsrail’in kendisini savunmasına olan destek özellikle Almanya’da olağanüstü idi. Ancak ülkenin en gerici ve dinci hükümeti olarak Netanyahu yönetiminin verdiği yanıt büyük bir katliamdan başka bir şey değildi. Bu katliamın bir an önce durdurulması talebi gelinen yerde Alman halkı içerisinde de yaygınlaştı. Ve Almanya’nın İsrail’e silah satışlarını artırması halk tarafından da gün geçtikçe daha çok eleştirilmekte.
2021’de Azerbaycan tarafından başlatılan abluka sonucunda Artsakhlı (Dağlık Karabağlı) yüz binden fazla Ermeni aylarca abluka altında yaşadı ve ardından yerlerinden edildi. Geçtiğimiz şubat ayında ise, Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan, Azerbaycan Dışişleri Bakanı Ceyhun Bayramov ve Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Bearbock Berlin’de bir görüşme gerçekleştirdi, AB çeşitli açıklamalar yaptı, ancak bu diplomatik durumların hiçbiri savaş mağduru insanlara evlerine dönebilmeleri için umut olmadı. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ sorununu askeri yollardan “çözmeye” yönelmesini doğru bulmadığımı belirteyim. Öte yandan gerek Azarbaycan’daki gerekse Ermenistan’daki mevcut yönetimler iktidarda oldukları sürece, yerlerinden edilen Ermenilerin evlerine geri dönebilmeleri ihtimali maalesef pek büyük görünmüyor bana. Aynı şekilde iki ülke arasındaki ilişkilerin de yakın bir sürede sağlam bir zemine oturmasını beklemiyorum. Dağlık Karabağ sorunu iki ülkede de demokratik ve halkçı iktidarların varlığını gerektirmektedir. Ancak bu niteliklere sahip iktidarlar, büyük devletlerin Kafkasya’daki nüfuz alanı mücadelelerini de boşa çıkartacak bir politika geliştirebilirler. Şu anda böylesi bir ihtimalden uzağız. Umudum o ki, Kafkas halkları bölge gericiliklerinin ve emperyalist devletlerin yeni kışkırtma ve oyunlarına gelmezler.
Türkiye’de mevcut gündemi işgal eden anayasa değişikliği tartışmaları sürmekte. Sizin olası bir anayasa değişikliği durumunda yeni anayasadan ve halktan beklentileriniz var mı?
Yeni anayasa tartışmaları, Erdoğan rejiminin iktidarını pekiştirme planlarının bir parçası olarak gündeme getirilmiş bulunmaktadır. Nedeni esasta bu olan bir girişimin Türkiye’deki emekçi halkın lehine bir sonuç vermesi beklenemez. Yeni CHP yönetiminin bari bu konuda halkın çıkarlarını göz ardı etmeyen bir politika izlemesini umalım. Yoksa asıl umudum, Türkiye halkının demokratik hak ve özgürlükler için mücadelesini güçlendirmesi, yeni ve gerçekten demokratik bir anayasanın da bu mücadelelerin bir sonucu olarak şekillenmesidir. Asıl önemli olan da demokrasi mücadelesi cephesinin genel olarak güçlenmesidir. Bir Alman sol siyasetçisi olarak, geçmişte olduğu gibi gelecekte de dünyanın neresinde olursa olsun, – tabii ki başta Almanya ve Avrupa olmak üzere – demokrasi mücadelelerine destek vermeyi kendi görevim olarak görüyorum.
(Siyasi Haber)