10-16 Mayıs Dünya Engelliler Haftası. Özgürlükçü Demokratik Engelli Forumu (ÖDEF) Sözcüsü Zühtü Turgut, “Demokrasinin tüm kanallarının kapandığı; demokratik hakka bile tahammül gösteremeyen iktidarın, yapıların ve anlayışların olduğu bir yerde engelli meselesinin çözülmesi mümkün değildir” dedi.
Birleşmiş Milletler (BM), engellilerin sorunlarına ve bu sorunların çözüme ulaşmasına dikkat çekmek için 1992 yılında aldığı kararla 10-16 Mayıs tarihlerini Dünya Engelliler Haftası olarak kabul etti. 2020 yılı Ulusal Engelli Veri Tabanı’nda kayıtlı engelli sayısına göre Türkiye’de 2 milyon 530 bin 376 engelli olduğu kaydedildi ancak Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) verilerine göre Türkiye’de engelli nüfus yüzde 12,29 ile yaklaşık 10 milyon.
Engellilerin toplumsal alanlarda sorunlarını dile getirmek, onları görünür kılmak için bir araya gelen Özgürlükçü Demokratik Engelli Forumu (ÖDEF), engellilerin mücadelesini toplumun ezilen diğer kesimlerin mücadelesi içerisinde yer alması gerektiği inancıyla 2019 yılının Temmuz ayında kuruldu.
ÖDEF Sözcüsü Zühtü Turgut Mezopotamya Ajansı’na konuştu. Turgut, Türkiye’de engellilere bakış açısındaki temel sorunun “tıbbi modelin” referans alınması olduğu ve ÖDEF olarak sosyo-politik bir bakış açısını önerdiklerini ifade etti.
Engellilerin toplumsal mücadele içerisinde yer alamamalarına değinen Turgut, “Engelli mücadelesi çok eski toplumlardan beri süre gelen sadakacı, korumacı anlayışların etkisinde kaldığı için mücadele ettikleri halde bir türlü görünür olamamıştır. Milyonlarla ifade edilen engelliler bu toplumun bir dinamiğidir” dedi.
Engellilere yönelik yasalar yok hükmünde
Engelliler Haftası’nın Türkiye’de resmi ve göstermelik kutlamaların ötesine geçmediğini dile getiren Turgut, şunları belirtti: “30 yıl bir süre geçti üzerinden ve biz şimdiye kadar engelliler için hak namına bir şeye rastlamadık. Engelliler alanında bir iyileşme söz konusu değil. Ülkemizde 2002 yılında yapılan bir nüfus sayımında 10 milyon engellinin olduğu ortaya çıktı. Geçen 18 yılda engellilerin sayılarının ne kadar olduğuna dair somut bir veri yoktur.”
Engellilerin en başta eğitim, istihdam ve erişilebilirlik alanındaki sorunlarının hala sürmekte olduğunu ve bunları her gün deneyimlemek zorunda kaldıklarını dile getiren Turgut, “2005 yılında AKP İktidarı engelliler yasası diye bir şey çıkardı. Ancak çıkarılan yasa yönetmeliklere bağlı. Yani bu şu demek: Yasada yer alan kurum ve kuruluşlar ‘isterlerse’ yönetmeliklerine bu yasayı koyabilirler. Birçok kurum bu yasayı yönetmeliğine koymadı bu sebeple yasa yok hükmünde ve sadece kağıt üzerinde kaldı. Ancak bu uygulamalarla birlikte ‘engellilerin sorunları çözülmüştür’ gibi gösterildi” diye konuştu.
Engellilerin ayrımcılıklara maruz kaldığını söyleyen Turgut, “Ben görme engelliyim. Dijital teknolojinin bu kadar geliştiği bir dönemde bir programla imza atabilecekken herhangi bürokratik bir işte benden 2 tane şahit isteniyor. Bu engellileri ötelemek, küçük düşürmektir” dedi.
Engellilerin hayatı pandemide engellendi
Salgın sürecinde birinci derecen risk grubunda sayılan engellilerin bu süreçte çok kötü bir dönem geçirdiklerine değinen Turgut, şunları söyledi: “Kamuda çalışan bir kısım engellinin idari izinli sayılması dışında engelliler için herhangi bir önlem alınmadı. Tam tersine engellilerin sokağa çıkmaları, toplu taşımada yararlanmalarına engel olundu ya da yasaklandı. Arkadaşımız günlük işlerini yapamaz hale geldi. EBA denilen portal engellilerin erişimine uygun değil. Görme engelliler bilindiği üzere ekran okuyucu bir programla teknolojiyi kullanıyorlar. Bu ekran okuyucular olmadan sitelere girilemediğinde siteyi okuyamıyorlar. EBA bu açıdan erişilebilir bir programa sahip değildi. Onlar da bunu erişilebilir yapmak yerine arkadaşlarımıza vekil öğretmen tayin ettiler. Engellileri öteleyen, aşağılayan bir durum. Engellilerin aşıya erişimlerinde de sıkıntılar yaşandı.”
Engellilerin sorununun çözümü demokraside
İktidarın otoriter politikalarının sorunları çözemeyeceğini söyleyen Turgut, “Biz engelli sorununu da bir demokrasi sorunu olarak görüyoruz. Bu yüzden engellilerin de demokratik bir mücadele içerisinde yer almaları gerektiğini düşünüyoruz. Birlikte demokratik bir cumhuriyeti kurduğumuzda tüm sorunlarımızı çözeceğiz. Eğer engelli mücadelesi toplumsal muhalefetin bir bileşeni olamazsa sorunların da çözümü mümkün değildir. Çünkü engellilerin mücadelesi de toplumsal uzlaşı ve demokrasiyle çözülebilir. Demokrasinin tüm kanallarının kapandığı; demokratik hakka bile tahammül gösteremeyen iktidarın, yapıların ve anlayışların olduğu bir yerde engelli meselesinin çözülmesi mümkün değildir” ifadelerinde bulundu.
ÖDEF: Engelliler ilan edilmemiş bir sokağa çıkma yasağı, yargısız bir evde müebbet hapsi yaşıyor
Engelliler Haftası dolayısıyla Özgürlükçü Demokratik Engelli Forumu da (ÖDEF) bir yazılı açıklama yaptı. ÖDEF’in yazılı açıklaması şöyle:
“10-16 Mayıs tarihlerini kapsayan hafta B.M. üyesi 156 ülkede “Engelliler Haftası” olarak değerlendiriliyor. Bu zaman diliminde siyaset, şovlarla, törenlerle, parlak imajlarla, cilalı söylemlerle, şenliklerle ve şölenlerle illizyon yaratmaya çalışıyor. Bu manüplasyonların kapsayamadığı engelliler de karşı koymaya ve yaşanan sorunları gündeme taşımaya çaba gösteriyor. Özgürlükçü Demokratik Engelli Forumu da bu perspektiften hareketle; mücadeleyi tüm zamanlara yaygınlaştırma hedefini önemsemekle birlikte oluşturulan bu suni atmosferde mücadeleye nefes olma derdindedir.
Türkiye’de Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından yapılan araştırma verilerine göre nüfusun %6.9’unu engelliler oluşturmaktadır. Bu oranlamada Sağlık Kurulu Raporlarına yönelik sihirbazlıkların rolü tartışılmaz bir gerçekliktir. Oysa engellilik; %70 düzeyinde önlenebilir nedenlerin bir sonucudur. O halde önleme iradesi taşıyan, insan odaklı politikalarla da bu sayıyı azaltmak mümkün. Sağlıklı bir engelli veri tabanının bulunmaması ve engelli nüfusun idari kayıtlar üzerinden tespit edilmesi ile uluslararası istatistikler birlikte değerlendirildiğinde bu oranın asgari %10 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu varsayımdan hareketle; 10 milyona yakın engelli nüfusun yaşadığından söz edilebilir.
Böylesine kalabalık bir topluluk, akıl almaz çelişki ve sorunların kıskacında bir varoluş sancısı yaşıyor. İlkel çağlardan modern zamanlara içinde olduğu toplumun bilinçaltına kazınmış kirlenmenin her türlü sonuçlarına katlanıyor. Bu yüzdendir ki bir aile zihinsel engelli kızını demir kafese kapayarak bilerek ya da bilmeyerek bir cinayet işliyor. Gelgelelim vakayı herkes, tartışmak, sorgulamak ve sonuçlar çıkarmak yerine, olağan bir durum olarak karşılayabiliyor. Bir rektör engelli çocuklar üzerinden nefret ve ayrımcılık suçu işliyor. Ne hukuk, ne akademi, ne de bürokrasi harekete geçiyor. Bir tek engelliler tepki veriyor. Bakanlığın Engelli Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü ise, engellilerin beklentilerinin aksine, hedef saptırarak konuyu YÖK yerine RTÜK’e yönlendiriyor. Her geçen gün engelli çocuk ve kadınlara taciz, tecavüz ve istismar saldırısı gerçekleşiyor. Yaşanması gereken doğal hallermiş gibi karşılanıyor. Raporlarına ve itiraflarına rağmen, şüphelileri cesaretlendiren bir esneklikle geçiştiriliyor.
Örnekleri çoğaltmak mümkün, çünkü meselenin neresine dokunulsa irin fışkırıyor. Ne yazık ki, bunlar buzdağının görünen yüzünü oluşturuyor. Her ne kadar rasyonel olmasa da istatistik veriler daha derinleri işaret ediyor.
Toplumun genelinde %5.78 seviyesinde olan okur yazar olmama düzeyinin engelliler arasında %41.6’ya çıktığı görülüyor. Engelli erkeklerden %32.1’i kadınların ise %54.9’u okuma yazma bilmiyor. Okula giden engelli bireyler ise ilköğretim sonrasında çoğunlukla eğitim sisteminin dışında kalırken, buna ilişkin en önemli gerekçe eğitim materyallerinin, kişinin engeline göre tasarlanmamış olması ve bireyin bulunduğu öğrenci grubunda kaynaştırmasında yetersiz kalınması olarak temelleniyor.
Okuma yazma bilenlerinin ise iş gücüne katılma oranı %2leri geçememektedir’ ancak ilkokul mezunu Engellilerin %70 kadarınınsa, iş gücüne dahil olmadığı görülüyor. Engellilerin 60.432’si kamuda çalışıyor. Özel sektörde çalışanların sayısı ekonomik kriz ve pandemi öncesinde 126.670 cıvarındaydı. Bu sayı 102.523’e geriledi. Zihinsel engellilere yönelik korumalı iş yerleri kapsamında çalışan engellilerin sayısı bilinmiyor. Görüldüğü üzere en fazla 150 bin engelli çalışma yaşamında ve aktif ve üretken olarak günlük yaşama, kent yaşamına ve toplumsal yaşama katılıyor.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın açıklamalarına göre; Engelli yakını aylığı alanların sayısı 96 bin (608 TL) engelli maaşı alanların sayısı 617 bin (%40 ile 69 oranında engelli olanlara 657TL,%70 ve üzeri engellilere 1.024 TL) ve evde bakım yardımı alanların sayısı 536 bin (1.657 TL)dır. Ayrıca sayıları 104’e ulaşan resmi yatılı bakım ve rehabilitasyon merkezlerinde 8 bin 240 engelliye hizmet sunuluyor, 292 özel engelli bakım merkezinde de 28 bini aşkın engelli kalıyor.
İlgili bakanlığın standartlara uygun bularak erişebilirlik belgesi düzenlediği bina sayısı ise sadece 1581dir. Meslek kursu, aile rehberliği ve danışmanlık hizmetiyle sosyal ve kültürel hizmetlerden faydalanamayan engellilerin oranı ise yüzde 90’lara ulaşmaktadır.
Sayılar ve istatistikler gösteriyor ki engelliler için çalışmak bir istisna, muhtaçlık rejimine tabi tutulmak ise bir kural halinde seyrediyor. Dolayısıyla; lütuf, sadaka ve dilencileştirme politikalarıyla, açlık, yoksulluk ve sefalet içinde yaşamak öğrenilmiş bir çaresizlik gibi hükmünü sürdürüyor. Engelliler gerek ekonomik gerekse fiziki engeller dolayısıyla ilan edilmemiş bir sokağa çıkma yasağı, yargısız bir evde müebbet hapsi yaşıyor.
Nitekim engelliler olağan zamanlarda dahi temel hak ve özgürlüklerden yararlanamazken, yaşamsal önemdeki hizmetlere ulaşmakta zorlanırken, pandemi; eşitsizlikleri daha da derinleştirdi, ayrımcılığı bütün çıplaklığıyla ortaya çıkardı.
Şöyle ki: muhatapları tarafından “boş yatak yok” gerekçesiyle geri gönderilen kronik hastalar ölüme terkedildi.
Ölümle sonuçlanmayan vakaların görme kaybı, felç gibi bedende kalıcı hasarlar bıraktığı, işlev kaybına yol açtığı bulgulara rastlandı. Fakat Sağlık Bakanlığı bu konuda bir açıklama yapmadı.
Yerleşik engelli algısı pandemi yönetimini de belirlediğinden, engelliler pek çok ihtiyacını karşılamada zorlandı. Örneğin bağımsız ve özgür bir biçimde sağlıklı olarak alışveriş yapamadı, Devlet Demir Yolları ve belediyeler tarafından ulaşım hakları kısıtlandığı için bir yerden bir yere gidip gelirken toplu ulaşımdan yararlanamadılar.
Kapanma dönemlerinde hatta bayramlarda bile bütün çalışanlar izin yaparken Sağlık Bakanlığı tarafından göreve çağrılan engelli ve kronik hasta durumundaki çalışanların göreve çağrıldığı yönünde bilgiler mevcut. Bu apaçık bir mobbingtir.
Kamuda çalışan kronik hastalar ve zaman zaman da engelliler idari izinli sayılırken, kamuda (başta taşeron olmak üzere) ve özel sektörde çalışan kronik hasta ve engelli işçiler için yeterli önlem alınmadı. Bu da açıkça engelliler arasında bir eşitsizlik ve ayrımcılık demektir.
Resmi veya özel kurum ve kuruluşlarda işlemleri olanlar hizmetlere erişememektedir. Bilgi sistemleri üzerinden sağlanan hizmetler hem yetersizdir hem de herkesin ulaşımı söz konusu değildir.
Engelliler uzaktan eğitim anlamında da fazlasıyla zorluk yaşadı. EBA sisteminde kullanılan dil işitme engelliler bakımından anlaşılamazdır, işaret dili ile tercüme bulunmamaktadır. EBA sisteminde görme engelliler bakımından eğitimler erişilebilir değildir. İnternete erişimi olanlar ile olmayanlar arasında eğitim kalitesinde önemli farklar oluşmaya başlamıştır. Özel eğitim hizmetleri tamamıyla durmuştur ve bir alternatif de geliştirilmemiştir.
Halka, Covid-19 kapsamında yapılan bilgilendirmeler her engel grubu bakımından erişilebilir değildir. Örneğin işitme engelliler ve öğrenme güçlüğü çekenler bakımından hazırlanmış bilgi notları bulunmamaktadır.
Bir de Bu süreçte Sosyal Güvenlik Kurumu’nun SUT ile pek çok ilacı, tıbbi malzemeyi ve medikal materyali geri ödeme kapsamı dışına atması kronik hasta ve engellilerin yaşamlarını oldukça zorlaştırmıştır. Rutin alınması gereken tedaviler aksamaktadır. Bu başka hastalıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Her ne kadar raporlu ilaçlar için hastaneye veya doktora gitmeden ilaçların alınması sağlanmışsa da yeşil reçeteli ilaçlar bu kapsamın dışında kalmıştır. Sadece hastanelerde alınması gereken rutin sağlık hizmetlerinin alınamaz hale geldiği görülmektedir. Rehabilitasyon hizmetleri alınamamaktadır
Çeşitli nedenlerle yenilenmesi ve alınması gereken sağlık kurulu raporların alınamamasıyla; emekli aylığının kesilmesi, engelli aylıklarının kesilmesi veya bağlanamaması söz konusudur.
Bu tablo, yönetmeliklerle kevgire çevrilmiş “Engelliler yasası” ve Anayasa’da içeriği boşaltılmış “Sosyal Hukuk Devleti” nitelendirmesine rağmen bir gerçekliği yansıtıyor. Ancak olduğu gibi kabullenmek, sineye çekmek, benimsemek ve kanıksamak yerine; çelişkilerin ayıklanması, sorunların çözüm yoluna sokulması için ihtiyaçların dayattığı talepleri yüksek sesle haykırmak tarihsel bir görev, kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Evde müebbet hapis yaşamamak ve sokakta özgürce dolaşabilmek için rant değil insani kaygılarla planlanmış kent ve yaşam alanlarında var olmak istiyoruz.
Durup dururken hak kaybına uğramamak için, Sağlık Kurulu Raporları’nın Dünya Sağlık Örgütü ICF standartlarına uyarlanmasını istiyoruz.
Muayene ilaç ve medikal malzeme giderlerinin devletçe karşılanması ve Sağlıklı yaşam hakkının önündeki engellerin kaldırılması için Sağlık Uygulamaları Tebliği’nin (SUT) geri çekilmesini istiyoruz.
Doğru tanılama ve yönlendirme adına, fizik tedavi raporlarının RAM’larca değil fizik tedavi uzmanınca düzenlenmesini istiyoruz.
Her türlü şiddet iş ve trafik cinayetleri gibi önlenebilir nedenlerle çoğalmamak istiyoruz.
Kadın ve çocuklara yönelik şiddet, istismar, taciz ve tecavüzün durdurulmasını istiyoruz.
Özel eğitim kurumlarının kentlerin dışına itilmemelerini istiyoruz.
Bilgiye engelsiz erişmek istiyoruz.
Otizm Eylem planının hayata geçirilmesini istiyoruz.
Bağımsız bir ruh sağlığı yasası ve bakım güvenliği yasasının çıkarılmasını istiyoruz.
İşitme engellilere kolaylık sağlamak üzere kamuda işaret dili tercümanlarının çalıştırılmasını istiyoruz.
Muhtaçlık rejimi yerine, engellilere insanca ve onurlu bir yaşam sağlayacak eşit yurttaşlığı esas alan sosyal bir politika geliştirilmesini istiyoruz.
Engellilerin üretimin içine katılmalarını temel alan çalışma politikalarının oluşturulmasını ve hayata geçirilmesini istiyoruz.
Bu isteklerin karşılanması için, engellilerin yürütecekleri mücadelenin toplumsal bir mücadele olması gerektiği aşikar. Çünkü engellileri toplumdan, yaşadıkları sorunları da toplumun sorunlarından ayrı görmek olanaksızdır. Bu nedenle, Özgürlükçü Demokratik Engelli Forumu olarak, yaşanan çelişki ve sorunların aşılabilmesi için, tüm engellileri eşit, özgür ve demokratik bir yaşam mücadelesine çağırıyoruz.”