Tuncay Şur
Gazetecilik yaşamının yirmi yılından fazlasını Özgür Basın’a veren Hüseyin Akyol, kapatılan gazeteler, katledilen, gözaltına alınan, hapse atılan gazeteciler ve bombalanan bürolar için şöyle der; “…Gerçekten zorlu bir süreçtir, gazeteleri yeniden kurmak, matbaalar ve dağıtım şirketleri ile yeniden anlaşmalar yapmak. Yeni yazı işleri müdürleri bulmak ve onları bu işe-belki hapse girmeye hatta ölmeye-ikna etmek. Üstelik bunun karşılığında ciddi bir maaş bile ödeyemiyorsunuz. Sadece yaşamlarına ait güzel ama özellikle de onurlu bir anı verebiliyorsunuz.”
Özgür Basın’da çalışacak olanları “ölmeye ikna etmek” ifadesi Türkiye’de Özgür Basın ne demektir sorusuna verilecek belki de en kısa ve doyurucu cevabın kendisidir. Özgür Basın’ın 1988’de başlayan aylık, haftalık ve günlük gazete ve dergilerle devam eden yolculuğu devletin hukuki ve cebri tüm baskılarına rağmen bugüne ulaştı. 1988’den günümüze Özgür Basın yürüyüşünün gerçekten de “ölüme ve hapis cezalarına ikna olanlar” tarafından yürütüldüğünü anlamak için çeyrek yüzyıllık tarihe bakmak yeterli. Daha önce Eyüp Demir’den ödünç alarak Kudî partiler için kullandığım “Zümrüdü Anka” metaforunu Özgür Basın için de kullanmak oldukça yerindedir. Zira her yok edilişinde daha güçlü olarak yeniden doğmuştur Özgür Basın. 24 Şubat 1992’de Yeni Ülke Gazetesi çalışanı Cengiz Altun’un katledilmesi ile Özgür Basın’a dönük başlayan katliamlar (2 Aralık’ı 3 Aralık’a bağlayan gece) 1994’te Özgür Ülke Gazetesi’nin üç bürosunun aynı anda bombalanması sonucunda Ersin Yıldız’ın katledilmesi ve 21 gazete çalışanın yaralanması ile doruk noktasına ulaştı. Gazetenin bombalanmasından üç gün önceki MGK toplantısında bizatihi Tansu Çiller’in imzasıyla gazetenin “bertaraf edilmesi” emri verilmişti. Dönemin hükümet sözcüsü Yıldırım Aktuna, Çiller’in emrini o kadar içselleştirmişti ki bir adım daha ileriye giderek bombalama hadisesi ile ilgili olarak “Türkiye’yi zor duruma sokmak için kendi kendilerini bombaladıklarını düşünüyoruz” demekte herhangi bir beis görmüyordu. Gazete bombalanmıştı ancak “bertaraf” olması düşündükleri kadar kolay olmadı ki bir gün sonrasına (4 Aralık’ta) Özgür Ülke dört sayfa olarak ve o meşhur “Bu ateş sizi de yakar” manşetiyle çıktı. Özgür Ülke’nin bir sonraki güne çıkabilmesi için bürolarını ve tüm imkânlarını seferber eden sosyalist dergi ve gazetelerin payı büyüktür. Dolayısıyla Özgür Basın’dan anlaşılması gereken salt Kurî yayın çevreleri olmayıp, benzer hukuki ve cebri süreçlerden geçen sosyalist yayınlardır da aynı zamanda. Özgür Basın üzerindeki baskılar “şu tarihe kadar” devam etti demeyi yeğlerdik ve fakat böyle bir durumun bu ülkede hiçbir zaman hasıl olmadığını biliyoruz. Ateş çemberi içinde örülerek günümüze ulaşan geleneğin onlarca çalışanı katledildi, yüzlercesi tutuklandı. Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’nun 23 Ekim 2014 tarihli verilerine göre bugün Türkiye cezaevlerinde tutuklu veya hükümlü 24 gazeteci bulunmaktadır. Bunlardan yedisi Dicle Haber Ajansı muhabiri, yedisi Azadiya Welat çalışanı, biri Eylül Dergisi editörü, biri Odak Dergisi ve yazı işleri müdürü, biri Yurt Gazetesi muhabiri, biri Atılım Gazetesi sahibi ve yazı işleri müdürü, biri Radyo Dünya yayın yönetmeni, biri Mezitli FM yayın koordinatörü, biri Mücadele Birliği Dergisi yazı işleri müdürü, biri Ekmek ve Adalet Dergisi Ankara temsilcisi, ikisi Özgür Halk Dergisi editörü, biri Akıncı Yol ve Baran Dergisi editörüdür.
Çeyrek yüzyıllık Özgür Basın geleneğinin peşine düştüğü şey hakikat idi, zaten bu isimle anılmasının sebebi de bu. Öte yandan 91 yıllık cumhuriyetin en çok korktuğu şey de hakikatlerin ortaya çıkmasıdır. Hal böyle olunca Özgür Basın’a yönelik saldırıların sebebi de kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Bir süredir devam eden ve adliye koridorlarına taşınan AKP-Cemaat kavgası, 14 Aralık günü Zaman Gazetesi baskınıyla Cemaatin medyasına da sıçradı. Gazetenin polis tarafından basılması esnasında taşınan “Özgür basın susturulamaz” dövizleri bir süre sonra sosyal ağlarda #ÖzgürBasınSusturulamaz hashtagiyle gazeteye yapılan baskıları protestoya dönüştü. Oda TV bataklığından tutun, demokrat, sosyalist ve hatta açıkça faşist olan birçok kişi ve kurum gazeteye desteğini bir biçimde dile getirdi. Şahsi kanaatim, basılan gazete binası öküz ölmemesine rağmen biten ortaklık neticesinde AKP-Cemaat kavgasının yeni bir ayağı olarak vuku buldu. Yoksa gazete hakikatlerin peşinde koştuğu için devletin gazabına uğramadı. Hakikatlerin peşinden koşmak şöyle dursun adı meskur gazete hakikatlerin üstünü örtmek, devlet adına tetikçilik dâhil her türlü görevi itina ile yerine getirmiş bir gazetedir. Dolayısıyla adı anılan gazetenin basınla, hele Özgür Basın’la, zinhar bir ilgisi yoktur.
90’larda Özgür Basın’a dönük devlet terörü için, o tarihlerde Köşkte oturan Demirel; “Onlar gazeteci değil, terörist” demişti.
Binlerce sivil siyasetçi KCK Soruşturması adı altında komplolarla tutuklanırken Zaman Gazetesi “Operasyonlar DTP’ye değil, PKK’ya” manşeti atmıştı.
Başbakan Davutoğlu Zaman Gazetesi’ne dönük operasyon ve gözaltılar için “gözaltı nedeni gazetecilik değil” dedi.
Sonuç: Adalet ama herkes için, hukuk ama herkes için. Tüm bunlar için ise Özgür Basın…