CAN ÇAĞLAYAN yazdı: “’08/07/2018 tarihinde Tekirdağ’da meydana gelen tren kazası’, bir kaza değildir; insanlaşma yolundaki yaşam treninin barbarlık menfezindeki siyasal savrulmasının sonuçlarıdır.”
CAN ÇAĞLAYAN
“Özelleştirme öldürür”; 1990’lı yıllarda özelleştirmeye karşı mücadelede kullanılan ancak sadece bir metafor olarak algılanmış sloganlardan biriydi. Ancak aradan geçen 25 yılda bu metaforun gerçeğe dönüştüğü çok sayıda ölümlü iş cinayetleri ve çeşitli “kazalar” yaşandı. Sosyal devlet adım adım tasfiye edilip taşeronlaştırma, esnek üretim ilişkileri ve piyasa koşulları egemen kılındıkça özelleştirmenin ölümcül yüzü daha açık görülmeye başlandı. “Özelleştirmenin altın çağının” sosyal ve ekonomik alandaki sonuçları, sadece yoksul kesimler ve işçi sınıfı için değil, tüm toplum için bir karabasana dönüşmüştür. Bu süreç hala devam etmektedir.
“08/07/2018 tarihinde Tekirdağ’da meydana gelen Tren kazası” (nerdeyse bu konuda açıklama yapan her kişi ve kurumun söze girişini bu cümle oluşturuyor) resmi açıklamalarla 24 yurttaşın öldüğü bir karabasan. Her kaza gibi “Tren kazası”nda da “kusurlar” olmalıydı ve biz teknik değerlendirmelerden demiryolundaki “mühendislik kusurlarını” öğreniyoruz; demiryolu alt ve üst yapısının yetersizliği, menfez kapasitesi ve menfeze ulaşan yüzey akışının hesaplanmaması, zeminin jeolojik-jeoteknik özelliklerinin dikkate alınmaması, “yol bekçilerinin” olmaması vb.
Bu bilgiler topluma “tren kazasını” yeterince anlatıyor mu?
Açıkçası iş güvenliğinden afetlere, kent planlamadan iklim değişikliğine kadar toplumsal hayatı doğrudan etkileyen ve çoğu da ölümlere ve maddi kayıplara yol açan olaylarla o kadar sık karşılaşıyoruz ki, yaşanan olayların hemen sonrasında “teknik olarak neler yapılmamış”ı belirlemek yeterli gelmiyor artık. Çünkü işyerinde, evinde, okulunda veya sokakta yürürken veya trenle yolculuk ederken hayatımızı doğrudan tehdit eden olaylar, farkında olalım veya olmayalım, artık o derece yerleşmiştir ki hayatımıza, bunlar sadece birer olay olmaktan çıkmış ve birer “olguya” dönüşmüştür. Bu noktada da sadece “teknik analizler” olayları açıklamakta yeterli olmasına karşın olguları açıklamakta yetersiz kalmakta; hatta bu analizlerle sınırlı kalındığında, olgunun temel nedenlerini gizleyen, teknik indirgemeci yaklaşımlar rağbet görmektedir.
Oysa asıl sorun, bizleri bu risklerle karşı karşıya bırakan olaylar karşısında “neler yapılmamış”tan ziyade “neden yapılmadıklarını” anlatabilmektir.
Evet neden yapılmıyor? “08/07/2018 tarihinde Tekirdağ’da meydana gelen Tren kazası”na dönecek olursak, bu olayda bir menfezin nasıl projelendirileceğini teknik olarak bilmeyen mühendislerle mi karşı karşıyayız? Bu iş için yetkin personelimiz olmadığından mı? (Ki 1999 depremi sonrasında Dünya Bankası’nın konuyu ‘yetkin mühendise’ indirgeyen bakış açısı birçok kesimde kabul görmüş ve ‘yetkin mühendisliğin’ deprem güvenliğinin ilacı olduğu savunulmuş olup ne yazık ki bu anlayış hala devam ediyor.) Mesleki etikleri uzmanlık bilgilerince değil, piyasa ekonomisi ve şirket çıkarlarıyla belirlenen, sınırlanan süper “yetkin mühendislerin” her derde deva olması beklenmemelidir. Aslolan toplumsal ve siyasal sorumluluğu olan kamusal denetimdir.
Ne ki, karşı karşıya olduğumuz, sosyal devletin tasfiyesi üzerine kurulmuş neo-liberal bir sistemdir. Bu sistem olguları siyasal perspektifinden arındırarak tamamen teknik ve ekonomik bir sorun gibi ele alınmasını sağlamak suretiyle kendini devam ettirebilmektedir. Serbest piyasanın üstünlüğü ancak böyle sağlanabilmektedir. Siyasal perspektiften uzaklaşıldıkça öne çıkan teknik ve ekonomik gerekçeler kamu yönetiminin sorumluluğunu da toplum nezdinde esnetmektedir (“bu işin fıtratında var” söyleminin ön plana taşınması boşuna değildir).
Demiryolu gibi altyapı hizmetlerinin özel sektöre bırakılması ve projeler üzerindeki kamusal denetim mekanizmasının gevşetilmesi, projelerin teknik güvenlik düzeyini hep tartışmalı kılmıştır. TCDD parçalanarak içleri boşaltılmış kurumlara dönüştürüldükçe, güvenliğin gerektirdiği en temel hizmetler “verimlilik ve tasarruf” adına ortadan kaldırıldıkça “kazalar” ve “nedenleri” ortaklaşmaktadır. Bu nedenle 2004 yılında Pamukova’da meydana gelen ve 41 yurttaşın yaşamını yitirdiği “tren kazası”nda güzergah güvenliği için söylenenler bugün Çorlu’daki güzergahın güvenliği açısından da geçerlidir.
1990’lardan sonra, hızlanan bir şekilde hayatımızı doğrudan etkileyen tüm alanlardaki (ulaşım dahil) kamu kurumları, özelleştirmenin lokomotif olduğu bir sistemde finansal ve yönetsel açılardan sürekli yeniden düzenlenerek neo-liberalizmin ihtiyaçlarına uyarlanmıştır. Bu sürecin sonunda gelinen noktada sadece iş güvencesi değil yaşam güvencemiz de sürekli tehdit altındadır. “08/07/2018 tarihinde Tekirdağ’da meydana gelen tren kazası”, bir kaza değildir; insanlaşma yolundaki yaşam treninin barbarlık menfezindeki siyasal savrulmasının sonuçlarıdır.