Tolga TÖREN yazdı:”Yazısına bakılırsa, İnce ırkçılığı ya da cinsiyetçiliği dilin kirlenmesinde rol oynayan faktörler arasında görmüyor. Oysa, İnce’nin kendi yazıları dahi ırkçılık ve cinsiyetçiliğin dilin kirlenmesindeki rolünün güzel bir örneğini oluşturuyor. “
Özdemir İnce 23 Ağustos 2019 tarihli Cumhuriyet’te yayımladığı “Kirlenen dil sorunu” başlıklı yazısında yazılı ve görsel basında Türkçe kullanımındaki özensizlikleri konu ediniyor.
İnce haksız değil elbet. Dil kirlendi!
Yazısına bakılırsa, İnce ırkçılığı ya da cinsiyetçiliği dilin kirlenmesinde rol oynayan faktörler arasında görmüyor. Oysa, İnce’nin kendi yazıları dahi ırkçılık ve cinsiyetçiliğin dilin kirlenmesindeki rolünün güzel bir örneğini oluşturuyor.
Önce ırkçılık meselesi:
İnce’nin 13 Ağustos 2019 tarihli yazısına seçtiği başlık “Ümmet Araptır, Arap Türk düşmanıdır”.
Herşeyden önce 1970’li yıllarda imkanlarını Türkiyeli devrimcilerle paylaşmayı ödev bilmiş, başta Deniz Gezmiş olmak üzere bir çok Türkiyeli devrimciye yoldaşlık etmiş olan Filistinli devrimciler karşısında mahcubiyet duymaya yol açacak bir başlık bu.
Filistinlilere uygulanan İsrail terörünü dünyaya teşhir etmek için 29 Ağustos 1969’da bir Amerikan uçağını kaçırıp Şam’a indirip boşalttıktan sonra uçuş kabinini havaya uçuran, ardından da teslim olan; dolayısıyla kimsenin burnunu kanatmadan davasını dünyaya duyuran devrimci Leyla Halit karşısında da.
Hem enternasyonalist devrimciliğinden asla taviz vermediği için hem de İnce’nin “Kirlenen dil sorunu” başlıklı yazısında “…Sıra Türk dilinin en büyük katillerine geldi: Başta spor spikerleri olmak üzere bütün televizyon spikerleri, özellikle de kadınlar…Sanki sokaktan ya da ‘cemiyet’ten alınıp ekrana çıkarılmış gibi hımhım (burundan) konuşan, söyledikleri anlaşılmayan kızlar…” ifadeleriyle hakaret ettiği, doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın tanımlamasıyla, “kadınlar sınıfı”ndan bir birey olması hasebiyle.
İnce’nin yarattığı mahcubiyetin bir başka dayanağı da “İstiklal” şiirinde Mısır halkına,
“…
Mısırlı kardeşim;
Şarkılarımız kardeştir,
İsimlerimiz kardeş,
Yoksulluğumuz kardeştir,
Yorgunluğumuz kardeş.
Şehirlerimde güzel, ulu, canlı ne varsa:
İnsan, cadde, çınar,
Savaşında senin yanındalar.
Köylerimde Kelam-ı Kadim okunuyor
Senin dilinle,
Senin zaferin için…”
dizeleriyle seslenen Nazim Hikmet.
Ve çağdaş Arap edebiyatının büyük şairi Lazkiyeli Adonis, İnce’nin çevirdiği, “Barış” şiiriyle örneğin:
“…yön yaramdır benim
heceliyorum
bir yıldızı heceliyorum resmini çiziyorum
kaçaktır yurdumda yurdum
heceliyorum onun çizdiği yıldızı
yenik günlerinin ayak izlerinde
ey sözün külü
gecende bir çocuğu daha var mı tarihimin?”
Ve Mevsim Halleri kitabında sevdiği kadına,
“…Ama sana dair ne varsa
Bu kentte topladım
Gözlerinde taklacı güvercinler dolaşan
Saçları Kürt inadı kadın…”
dizeleriyle seslenen, ‘öte yana’ göçse de hep burada, bizimle olan, hep sevdiği Antakya’da olan şair Özcan Özgün…
“Türk Modernleşmesi’nde Arap Aleviler” çalışmasının yazarı Hakan Mertcan…
Elbette, Arap divası Ümmü Gülsüm, Beyrut’a bombalar yağarken topraklarında, zarafet ve erdemle ama aynı zamanda o büyüleyici sesiyle direnen Feyrouz ve isyan güzelliğindeki sesiyle Emel Mathlouthi…
*
Çok değil daha iki yıl önce Adonis ile birlikte teması “Edebiyat Barıştırır” olan Uluslararası İzmir Edebiyat Festivali’nde onur konuğu olan İnce, hangi barış üzerine konuşabilir New York’a Mezar kitabını Türkçe’ye çevirdiği Adonis ile, bu satırlar sonrasında.
Görünen o ki, İnce, ırkçılığın olduğu yerde barışın olmayacağını unutmuş görünüyor. Ne büyük bir eksiklik bir şair için. Yazık!
“Ümmet Araptır, Arap Türk düşmanıdır” başlıklı yazısında “Suriyeliler Türkiye’de geçici konuk değildir, yeni emperyalizmin kalıcı ‘Truva Atı’ olmakla görevlendirilmiştir” incisini döktürmüş İnce.
Örnek olsun, Taksim’in Gezi’si ya da Eskişehir’in Porsuk’u sermayenin mülkü olmasın diye direnirken bir faşist güruh tarafından tekmelene tekmelene öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın “düşman” olarak görülmesi, ancak ve ancak neo-ittihatçı “reis” ile bir arada yürümekle mümkün olabilir.
Örnek olsun, Antalya’da bir ekmek fırını için çuvalı 80 kuruştan kilolarca ağırlığındaki ekmek çuvallarını taşırken yığılıp ölen Ala Hennuş’un emperyalizmin Truva Atı olduğu rüyasının görülebilmesi, ancak ve ancak kendini Kara Kemal ile eşitleyecek bir fantezi dünyasına sahip olmakla mümkün olabilir.
Evet evet, o Kara Kemal.
Birinci Dünya Savaşı döneminde “Türklük” davası uğruna başta manav ve fırıncılar olmak üzere lonca üyelerini, gerektiğinde vurucu güç olarak da kullanılmak üzere örgütleyen, bu kesimleri Ermenilere karşı harekete de geçiren ve Ermeni mülklerinin adına “milli sermaye” denen yağmacı güruh tarafından yağmalanmasında mühim rol oynayan Kara Kemal.
Evet, İstiklal Mahkemesi’nde yargılanan, çoğu Ermeniler’den yağmalanmış olan mülklerine el konduktan sonra Malta’ya sürgüne gönderilen Kara Kemal.
Şüphesiz, Kemal de Ermenileri emperyalizmin Truva Atı olarak görüyordu.
* Bu yazı ilk olarak 25 Ağustos 2019 tarihinde guzelgunlergorecegiz.blogspot.com adresinde yayımlanmıştır.