Erdal Kara yazdı
“Paşaları bile kulaklarından tutup içeri tıkıyorlar, bize neler yapmazlar”… Bu düşünce toplumu susuş kumkumasına dönüştürdü. Oluşturdukları korku duvarının verdiği güvenle, fütursuzca, “yarın birileri hesabını sorarsa?” diye düşünmeksizin yeni bir rejim inşa etmeye soyundular. Yeni rejim İslami muhafazakar otoriterizm yolundan yürünerek inşa edilecekti. 2002-2010 yılları arasında toplumsal onay alma başarısını göstermiş ve Türkiye’yi önemli ölçülerde yeni bir kalıba dökmüşlerdi.
2010 yılından itibaren kurmuş oldukları ideolojik hegemonya zayıflamaya başladı. Gezi Ayaklanması ve 17-25 Aralık operasyonları bunu belirginleştirdi. Liberallerin ve Cemaat’in desteğini yitirdiler. İktidar koalisyonları parçalandı. Yine de toplumsal destekleri önemli ölçüde devam etti. Su içer gibi yalan söyleyen iktidar çetesinin oylarının yüzde 40 bandında olması bu gerçeği kanıtlıyor.
Kafada kurulan teori
Zaman iktidarın aleyhine işliyor. Eğik düzlemde ivmesi artan bir biçimde aşağıya kayıyorlar. İktidara sıkıca sarılmaktan başka seçenekleri yok. Uyguladıkları politikalar içte büyük bir öfke biriktirdi. Dışta da durum iç açıcı değil. Her taşın altından Türkiye çıkıyor. İran petrolünün dünya pazarlarına satılışı… IŞİD petrolünü alarak finansal destek sağlanması… Karapara aklanması… Devlet bankalarının bu işe aracılık etmesi Şeriatçı çetelere lojistik destek… Bu kadar suç Lahey yargıçlarının karşısına çıkmak için yeter de artar bile… Bu duruma Davutoğlu “değerli yalnızlık” diyor. Şaka falan da yapmıyor, inanıyor buna. Sırça köşkünde yaşayan akademisyeni politikacı yaparsanız olacağı budur işte… Dünyayı, hadi şimdilik o kadarına cüret etmiyor diyelim, Ortadoğu’yu kafasında kurduğu teoriye uyduracak!.
AKP tecrit oldu
AKP içte ve dışta tecrit olmuş durumda. Durumu tersine çevirme olanakları var mı? Bir dizi değişikliği gerektirir bu. “Yeni Osmanlıcılık” hayallerini terk ederek, dış politikada mütevazı bir konuma gerilemek; yargıyı ele geçirme doğrultusundaki operasyonlara son vererek hukuk devleti prensiplerine uymayı taahhüt etmek; toplumsal muhalefete yönelik baskı, şiddet, yıldırma politikasına son vererek, toplumsal muhalefetin kendisini ifade edebilmesini mümkün kılmak; ülkeyi İslami muhafazakar ideoloji ile yeni bir kalıba dökme işine son vererek toplumsal gerginlikleri azaltma yoluna girmek…
Restorasyon olanağı yok
Erdoğan’ın birkaç yıldır izlediği politika, AKP Hükümeti’nin bir restorasyon hamlesi yapma olanağını ortadan kaldırmıştır. Kısmen başarılı da olan bu politika, gerginliği tırmandırarak kendi tabanını konsolide etme esasına dayanıyor. Kamuoyu araştırmalarına göre, Gezi Ayaklanması’nda yüzde 30 bandına düşen AKP oyları, Erdoğan’ın izlediği saflaştırma siyaseti ile Eylül ayında yüzde 40 bandına ulaştı, Aralık ayında ise yüzde 50‘nin biraz üstüne çıktı. 17-25 Aralık operasyonlarıyla da 10 puanlık bir düşüş oldu. Düşüşün devam etmesini Erdoğan’ın izlediği siyaset engelledi. Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’ni baz almak yanıltıcı olur.
Saflaştırma siyaseti
Erdoğan’ın saflaştırma siyasetinin kilit unsuru, tabanıyla kendisini özdeşleştirmesi. Bunu tarihsel mağduriyet söylemiyle yapıyor. “Göbeğini kaşıyan adam”, “bidon kafalı” metaforlarını kullanmasının nedeni bu. Bu özdeşleşme bir kez sağlandı mı, Erdoğan’ın “düşman” ilan ettiğini, tabanı da düşmanı olarak görerek konsolide oluyor. Bu siyasetin en büyük handikapı sürekli “düşman” imgesi ile beslenmek zorunda olması. Bu yolda bir müddet ilerlendikten sonra geri dönüş zor.
Geri dönmeye girişmek konsolidasyonu tarumar etme riskini taşıyor. Bütün otoriter yönetimlerin problemi bu olmuştur. Kendi oluşturduğu fanusa mahkum olmaktır bu. Bir tür akıl tutulmasıdır. Burada tek bir ilke var: tabanın konsolidasyonu. İçinden bakan açısından durum oldukça tutarlı. Zihin bütün dışsal aktörleri “potansiyel düşman” olarak görme esnekliğine ulaştı mı, hiçbir söylem, hiçbir yeni “düşman” yadırgatıcı olmuyor. İlkeli bir konum bu. Ama tersinden… IŞİD’in Irak ve Suriye’de yaygın desteğe sahip olmasının nedeni bu mekanizma. Bu mekanizma rasyonel davranma olanağını ortadan kaldırıyor. Otoriterleşmeyi zorunluluk haline getiriyor. Olağanüstü burjuva siyaset biçimidir bu. Arızidir, sahneyi terk etmeye mahkumdur.
Erdoğan’ın kaderi
“Özne”nin (yandaş yurttaşın) kendisini “üst özne”yle (Erdoğan’la) bu ölçüde örtüştürmesinin tarihte örnekleri var. Hitler bilinen en iyi örnek. “Özne” ile “üst özne” arasında kurulan dehşet dengesiyle oluşan anafordan çıkmak mümkün değil. Bu yola giren bütün diktatörlerin kaderi benzer oluyor. Anaforun dibine doğru sürüklenmek… Muhtemelen Erdoğan’ın kaderi de benzer olacak. Bu yüzden AKP bir restorasyon hamlesine girişemez. Otoriterleşmek zorundadır. Olan da budur.
Av sezonu açıldı
AKP Genel Seçimler’de yüzde 43,5 oy aldı. Bu oy oranıyla çıkarılacak milletvekili sayısı anayasa değişikliğine imkan vermiyor. Verse, Erdoğan’ın icra ettiği fiili yarı başkanlık sistemi, yasal başkanlık sistemine dönüştürülecek. Her yönden ateş altında olan AKP geleceğini garanti altına almak için Anayasa’yı değiştirmek istiyor. Bu nedenle AKP “av sezonu”nu açmıştır. Avlanacaklar kimler? Aleviler, Kürtler, faşistler… Hepsi aynı anda mümkün mü derseniz, dedik ya, AKP rasyonel düşünme yeteneğini yitirmiştir. Yüzde 51-52 oyla Anayasa değiştirecek çoğunluğu elde etmek mümkün. İhtiyaç yüzde 8 oy. Sinekten yağ çıkarır gibi, AKP de en küçük potansiyeli bile değerlendirmeye çalışıyor.
Davutoğlu’nun Dersim katliamını ağzına sakız etmesi, Dersim’e gerçekleştirdiği ziyaret Alevileri avlama hamleleri. Ali’siz Alevilik tartışmaları da öyle. Genel kanının aksine AKP Alevilerden oy alıyor. Yaklaşık yüzde 12-13’ü AKP’ye oy veriyor. AKP bunu birkaç puan arttırma derdinde. Dersim tartışmasında CHP’nin tutumuna bakıldığında bu anlamsız bir beklenti değil. Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde Erdoğan’ın MHP’den aldığı oylar AKP’nin ağzının suyunu akıtıyor. 500 bin oy… Ancak Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde Erdoğan’a oy veren MHP’li seçmenin büyük çoğunluğu milletvekili seçimlerinde partisine oy vereceğini söylüyor.
Cumhurbaşkanlığı Seçimleri HDP için tam tersi sonuç verdi. HDP, AKP seçmeninden oy aldı. AKP bu oyları geri getirmenin telaşında. Lakin icraat yok. Tersine IŞİD’in Kobanê saldırısında olduğu gibi Kürt seçmenin öfkesini burnuna getiriyorlar.
AKP “çözüm sürecine” mahkum
Kürtleri ve faşistleri aynı anda avlamaya çalışmak… Hangi cambaz böyle bir ipte oynamaya cesaret eder? AKP ediyor. Başka çaresi yok. Cambazın elinde tuttuğu sırık da “çözüm süreci”. AKP, MHP ve HDP karşısında “çözüm süreci”ne mahkum. HDP karşısında mahkum zira “çözüm süreci”ne son verirse AKP’ye oy veren Kürt seçmen HDP’ye yönelecek.
MHP karşısında mahkum zira “çözüm süreci”ne son verirse Fırat’ın Batısı’na gelecek asker cenazeleri MHP’nin yelkenini şişirecek.
Bu tahtırevalliden AKP’nin oylarını attıracak bir sonuç çıkması mümkün değil. Oslo’dan beri AKP’nin çözüm sürecini süründürmesinin nedeni bu. Seçim öncesi vaad, seçim sonrası saldırı siyasetinin nedeni bu. Şimdi de aynısı olacaktır.
Saldırı siyasetine hazırlık
AKP Hükümeti tam da buna yönelik hazırlık yapıyor. Ağızlarıyla kuş tutsalar, Alevi, Kürt ve faşisti avlamaya yeltenseler bile, Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğa ulaşmalarının mümkün olmadığını görüyorlar. İçte ve dışta suç defteri kabarmış olan AKP’nin, toplumsal gerginlikleri tırmandırmak, Türkiye’yi bir iç savaşın eşiğine getirerek toplumu terörize etmek ve otoriterizmi güçlendirmekten başka seçeneği yok. 6-8 Ekim olayları bahaneydi. Yargıtay’a müdahale çabaları, iç güvenlik paketi, jandarmanın TSK’dan ayrılması, polis teşkilatının yeniden yapılandırılması seçim sonrası girişilecek saldırı politikasının ön hazırlıkları.
AKP her alanı yeniden dizayn edecektir. Star, Akşam ve Yeni Şafak gazetelerinde kilit konumda bulunan Mustafa Karaalioğlu, Yusuf Ziya Cömert, Mehmet Ocaktan’ın tasfiyesi bunun ilk işaretleri. AKP’nin ideolojik saldırısının kargı ucu havuz medyası belli ki artık tam boy “iliştirilmiş” medya haline gelecek.
Devlet krizi nüksediyor
17-25 Aralık operasyonları ciddi bir devlet krizine işaret ediyordu. Bu kriz yargı ve polisteki tasfiyeler, HSYK’daki yeni düzenlemelerle kısmen kontrol altına alınmış olsa da zaman zaman nüksediyor. Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın seçim barajıyla ilgili yaptığı açıklama böyle. İktidar çevrelerinin etekleri tutuştu, Anayasa’yı değiştirecek bir çoğunluk elde etme hayalleri kurarken, 40 civarındaki milletvekilini kaybetmekle yüz yüzeler.
Öcalan noktayı koydu
Kürt Hareketi oyunu AKP’nin istediği gibi oynamayacağını belli etti. Son Öcalan görüşmesi bunu teyit ediyor. Öcalan “kamu düzeni” retoriğini “çözüm süreci”ni bozucu unsur olarak gördüğünü söylemekle yetinmedi, yasal güvencelere bağlanmadan gerillaya sınır dışına çıkma direktifini verdiği için özeleştiri verdi, Hükümet’i de özeleştiriye davet etti. Aklı evvel AKP kurmaylarının Kandil ile Öcalan arasına kama sokma siyaseti Öcalan’ın ağzından çıkan iki kelimeyle vefat etti. “Öcalan iyi de, arkadaş çevresi kötü” pespayeliği bumerang gibi dönüp Tayyip ve şürekâsının kafasına saplandı. Bu açıklamayla Kandil çok güçlü bir pozisyon elde etti. Muhtemelen Kandil’in eleştiri dozu gittikçe artacak, seçimlerin arifesinde en üst seviyeye çıkacak.
Hangi ikilem?
Türkiye’nin önünde ya demokratikleşme ya darbe gibi bir ikilem yok. Meseleyi böyle formüle etmek, emek ve demokrasi güçlerinin AKP’ye yönelik eleştirisinin zayıflaması; mücadele gücünün örselenmesi; bu güçlerin ittifak zemininin bırakalım genişlemesini, güven ilişkilerinin sarsıntı geçirmesi sonucunu doğurur. Türkiye’nin önündeki ikilem, İslami muhafazakar otoriterizmin derinleşmesi ile kendini halk iktidarının isterlerine göre şekillendiren demokratikleşme mücadelesi arasındadır. Meseleyi böyle formüle etmek, AKP’yle araya net sınırlar çizmekle kalmaz, sahte burjuva seçenekleri ve düzen içi demokratikleşme girişimleriyle de ayrışmayı mümkün kılar.
IŞİD saldırısı
Ancak siyaset acemileri, Öcalan’ın açıklamasıyla aynı günün sabahı IŞİD’in Türkiye topraklarından Mürşitpınar Sınır Kapısı’na
bombalı araçla yaptığı saldırının zamanlamasını tesadüfle izah etmeye yeltenir. Öcalan’ın yapacağı açıklamaya verilen cevaptır bu. AKP “çözüm süreci”nden ne anladığını ortaya koymuştur. Verilen mesaj nettir: Gerektiğinde IŞİD’i Türkiye’de kullanırız. İktidardan düştüklerinde yurtdışında gidecek muhit de kalmadığı için kodesi boylayacakları korkusu AKP’yi maceradan maceraya sürüklüyor. İç savaşı göze alacak kadar zıvanadan çıktılar.
AKP’nin 2010 yılından sonra yoldan çıkmasına bazıları, geçmişte vermiş oldukları destekten dolayı hafifletici sebep olarak “iktidar sarhoşluğu” gibi izahlar bulmaya çalışsalar da, AKP politik ve tarihsel referansları itibariyle demokratik hiçbir öz taşımaz. İktidarını sağlamlaştırana kadar köprünün üstündekine dayı demiş, sağlamlaştırdığına emin olduğu andan itibaren de dayının en ayısı oluvermiştir. Mesele bu sadeliktedir. Hiçbir sivil toplumcu post modern izah bu gerçeği değiştiremez. AKP, ne Alevilere, ne Kürtlere haklarını verebilir. İdeolojik kodları itibariyle hem istemez, hem de kendisini kapana almış olan ayrıştırma siyasetinin sonucu olarak istese de veremez. Saflaşmayı gittikçe keskinleştirecek, otoriterizmi güçlendirecek, Türkiye’yi tehlikeli sulara sürüklemekten asla çekinmeyecektir.
HDP inisiyatif almalı
HDP başta olmak üzere emek ve demokrasi güçleri hazırlıklarını bu gidişata göre yapmalıdır. 2015 Seçimleri gerçekten de tarihi önemde bir seçim olacaktır. HDP’nin “Yeni Yaşam Çağrısı” ekseninde emek ve demokrasi güçlerinin en geniş birliğini sağlamak için girişimlere şimdiden başlamalı, gerçek bir halk seçeneğini inşa edebilmek için güçlerimizi seferber etmeliyiz. HDP olarak bu doğrultuda inisiyatif almalı, zaman geçirmeksizin bu doğrultuda çalışmalara başlamalıyız.
Türkiye’yi iç savaş olasılığından kurtaracak ve demokratikleştirecek olan, başta HDP olmak üzere tüm demokratik güçlerin, toplumsal dinamiklerin, özgürlükçü laiklik yanlılarının (bir başka deyişle emekçilerin, Kürtlerin, bütün ezilen milliyetlerin, Alevilerin, gençlerin, kadınların) ortak bir mücadele cephesi kurmasıdır.
HDP’nin seçimlere “Yeni Yaşam Çağrısı”yla gitmesi en geniş muhalefet cephesinin yaratılması için önemli bir olanak sağlıyor. Az çok oturmuş Kürt yurtsever kitlenin yanısıra bir yandan CHP’nin tabanındaki demokrat kesimleri ve beyaz yakalı emekçileri, diğer yandan AKP tabanındaki vicdan sahibi kesimleri etkileyecek olan bu program, gerçek bir Üçüncü Cephe’yi yaratabilecek potansiyele sahiptir.