Ahmet Saymadi yazdı: Otuz yıldır Türkiye’nin en önemli sorunu olan Kürt sorununda; maalesef ‘‘her türlü şiddet aracının devreye gireceği’’ bir süreç başladı. Osmanlı Ocaklarının kurulması, Camilere gençlik kolu, AKP üyelerine silah ruhsatı verilmesi, Kürt hareketini Çöktürme Planının sivil ayağını kurma, kontgerilla yapısını hazırlama çabasıdır.
AHMET SAYMADİ
Otuz yıldır Türkiye’nin en önemli sorunu olan on binlerce insanın yaşamını yitirmesine, milyonlarca insanın yerinden edilmesine sebep olan Kürt sorununda; maalesef ‘‘her türlü şiddet aracının devreye gireceği’’ bir süreç başladı. Yaklaşık beş yıldır yazıyorum ve sanırım bu yazdığım en zor yazı olacak…
Son üç yılda olup biteni kısaca hatırlamakta yarar var.
İmralı Adası’nda Abdullah Öcalan’la yapılan görüşmelerin belli bir aşamaya gelmesinden sonra Kürt sorununda bir çözüm sürecine girildi. Kamuoyuna 2013 Newroz’uyla açıklanmasıyla birlikte ‘Müzakere sürecine’ girildi. Ancak süreç sekteye uğradı… Türkiye’nin 900 kilometre sınırı olan Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt seddi oluşması, Rojava’da üç Kürt şehrinde kantonlar kurulması, bu Kürt bölgesinin ideolojik olarak PKK’yle aynı siyasi düzlemde olan bir parti tarafından yönetilmesi devlette bir tedirginlik yarattı. Kürt hareketi Rojava’yı özgürleştirmekten, devlet de Rojava’yı baş tehdit olarak değerlendirmekten vazgeçmedi. Rojava’daki kantonlar, devletteki bölünme paranoyasını körükledi ve devletin güvenlik algısı iki halk arasında barışın tesis edilmesinin önüne geçti.
Bu güvenlik algısının en iyi ifadesi Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in 30 Ağustos 2014’te yaptığı açıklama oldu. Özel şöyle diyordu, "Hükümet yol haritasını bize vermedi, basından öğreniyoruz. Keşke görüşümüz sorulsaydı. Hükümet silahsız çözüleceğini söyledi, analar ağlamasın isteriz. Çözüm sürecinde kımızı çizgiler aşılırsa gerekli cevabı veririz," dedi. Bu açıklamadan 15 gün sonra IŞİD çeteleri Rojava’nın Kobani kantonuna saldırdı. Bu saldırının Türkiye tarafından koordine edildiği, IŞİD'çilerin büyük bir bölümünün Türkiye tarafından Kobani'ye geçtiği biliniyor. Saldırıdan sonraki günlerde Başbakan Erdoğan saldırıyı destekler düzeyde, "Kobani düştü düşecek," dedi. Doğu Perinçek ise, "Kimse güneyimizde de öyle kantonlar küçük devletçikler kuramaz," dedi. Bu iki cümlenin paralelliği Kürt hareketine karşı ittifakın genişliğine de işaret ediyordu. Eylül ayının ortasında başlayan saldırı sonucunda IŞİD, Kobani'nin büyük bir bölümünü ele geçirdi. Kuzey Irak Kürt Federe Bölgesi'nden Kobani'ye destek için gelen birlikler ise Habur Sınır Kapısı'nda bekletildi.
Sınırda bekleyen birliklerin Türkiye üzerinden Kobani'ye geçmesi için hükümete basınç oluşturmak adına, HDP'den bir çağrı yapıldı. Yapılan çağrıda,“Kobane’de durum son derece kritiktir. Halklarımızı sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye çağırıyoruz,” denildi. Bu Çağrı'nın ardından Kürt halkı çıkabildiği her yerde sokağa çıktı. Sokağa halk dışında, Hüda-Par ve Ülkü Ocakları da çıktı, buna kontrgerilla birimlerinin sokağa çıkışı da diyebiliriz. Sokaklardaki eylemlerde-çatışmalarda 50 insan hayatını kaybetti. "6-8 Ekim olayları" olarak anılan bu sokağa çıkış devlet tarafından bir kalkışma ya da isyan provası olarak değerlendirildi. Habur sınırında bekleyen birliklerin Kobani'ye geçişine izin verilmesi ile birlikte eylemler sona erdi ve IŞİD çeteleri Kobani'den sökülüp atıldı. Ancak 6-8 Ekim olaylarıyla birlikte devlet, Kürt hareketinin hangi şehirlerde ne kadar insanı harekete geçirebildiğini de kayıt altına almış oldu… Kürt hareketi de bu kayıtları tutmuştur elbet. Devletin kendi planlarında daha önce bitirmiş olduğu çözüm süreci fiili olarak bitti.
6-8 Ekim Olaylarının ardından 30 Ekim 2014'te toplanan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı Cumhuriyet tarihinin en uzun süren MGK toplantısı olarak kayda geçti. Selahattin Demirtaş ABD’de katıldığı bir panelde bu toplantıya dair bilgisini şöyle ifade etti, ‘‘MGK’yı dinlemiş falan değilim. Ama okuduğumuz, gelen bilgilerden toparladığımız şey bu. Şöyle deniyor, ‘Son Türk yurdunun Kürtler tarafından ele geçirilmesine az kaldı’. Dolayısıyla bunu engellememiz lazım. Devletin bütün birimleri buna ikna edildi. Ordusu, polisi… Cumhurbaşkanı tarafından yapıldı bu. Devlet kararına dönüştürüldü. Müzakere süreci bitirildi. Savaşa geçildi. HDP hedefe koyuldu. Tekrar seçim kararı alındı ve 1 Kasım’da arzu ettikleri siyasi sonucu çıkardılar, şimdilik.’’ Demirtaş’ın bu bilgiyi teyit etmeden konuşmayacağı malum… anlaşılan o ki bu toplantıda Kürt hareketini her yönüyle yok etme planı kabul edildi. Kürt hareketinin tamamıyla bitirilmeye çalışılması durumunda; kaç milyon kişinin yerinden olacağı, her iki taraftan kaç bin kişinin öleceği, kaç şehrin yıkılacağı, maliyetler dahil olmak üzere birçok konu görüşüldü ve uzun erimli stratejiler planlandı. Bu plan HDP tarafından, "Çöktürme Planı" olarak anılıyor.
Bilinmeyen bir şey yok aslında…
Kobani'nin IŞİD işgalinden kurtulmasından sonra HDP'nin ve Selahattin Demirtaş'ın prestiji arttı. Gezi direnişindeki enerjinin büyük bir kısmı HDP'yle buluştu. Sonraki süreçte ise cumhurbaşkanlığı seçimi ve ardından gelen genel seçim sebebiyle Türkiye seçim odaklı bir sürece girdi. Cumhurbaşkanlığı seçimini Erdoğan birinci turda kazanmış olsa da, 7 Haziran'da AKP hükümeti kuracak sayıyı yakalayamadı. Hükümet kuramamasının devletin başka birimleriyle Erdoğan arasındaki bazı uyumsuzluklardan kaynaklandığı kısa süre sonra anlaşıldı. Uzlaşı sağlandı, Kasım 2015 seçimlerine gidildi, iktidar tekrar AKP’ye ve Erdoğan’a teslim edildi. Bu arada Erdoğan ve devletin başkaca unsurları arasında 7 Haziran öncesinde yaşanan uyumsuzluğun sebebinin 28 Şubat 2015’te gerçekleşen, ‘‘Dolmabahçe mutabakatı’’ olduğu artık biliniyor. Erdoğan biraz gecikmeli de olsa o mutabakatı reddetti, Dolmabahçe’deki masada devleti temsilen oturan herkes koltuğunu kaybetti, ardından Abdullah Öcalan'la yapılan görüşmelerin sona ermesi izledi.
Ayrıca yaşanan seçimler, devletin askeri ve güvenlik bürokrasisinin çalışmasına engel değildi. Çöktürme planının altyapı hazırlıkları yapılıyordu. Güvenlik bürokrasisi, iç güvenlik paketini ve daha birçok yasayı hazırlamıştı. Haziran seçimlerini kazanamayan AKP’yi Kasım seçimlerinde iktidar yapmanın, halkı AKP’ye mecbur etmenin de planları yapılmıştı. Devlet çözüm sürecinin Kürt hareketini güçlendirdiğini, Kürt halkının özgüvenini arttırdığını, CHP dışında parlamentoda yeni bir alternatifin oluşmasına olanak sağladığını görmüştü. Çözüm sürecinde gerçekleşen iki şey daha vardı: Kürt Özgürlük Hareketi kadrolarıyla Kürt halkı arasındaki bağ giderek güçlenmiş, kadroların serbest hareket etme kabiliyeti artmıştı. Bununla birlikte PKK'yle aynı siyasi hat üzerinde yer alan PYD, Rojava'da iyice örgütlenmiş, askeri kanadı YPG'yi kurmuş, üç Kürt yerleşiminde kantonların varlığını da ilan etmişti. Bütün bunlar, bölünme paranoyasını tetikledi, devleti kanlı bir süreci başlatmaya itti…
1 Kasım 2015 seçimlerinin öncesi, sonrası…
20 Temmuz 2015’te Suruç’a giden sosyalist gençlere AMARA Kültür Merkezi’nin bahçesinde IŞİD bombalı saldırı gerçekleştirdi, 33 kişi katledildi. Bir gün sonra Urfa’nın Ceylanpınar ilçesinde iki polis evlerinde infaz edildi. Başlayan bu kanlı süreç ‘’24 Temmuz konsepti’’ olarak anıldı. 24 Temmuz’dan sonra Kürt Özgürlük Hareketine bağlı YDG-H milislerinin bazı il ve ilçelerde, bazı mahalleleri ablukaya alıp etrafına hendek kazmasıyla başlayan direnişleri devlet bastırmaya başladı. Sur, Cizre, Nusaybin, Silvan, Varto gibi şehirlerdeki bu direnişlerde 2 bine yakın insan yaşamını yitirdi. IŞİD Ankara’da, Diyarbakır’da ve İstanbul’da canlı bomba saldırıları yaptı. HDP Adana ve Mersin örgütlerine bomba düzenekli paketler gönderildi…
Bir de tabi 6-8 Ekim olaylarını anımsatan linç olayları gerçekleşti. Alanya’da Kürt esnafın işyerleri basıldı, Kırşehir’de Kürt esnafların dükkanları yağmalandı, evleri basıldı. Buralarda yaşayan insanların çoğu göç etmek zorunda kaldı. Rize’de HDP Milletvekili Selda Karafazlı’nın ailesine ait işyeri saldırıya uğradı, İsviçre Bern’de bir Kürt derneğinin yaptığı eyleme faşist bir Türk arabayla daldı. Muğla Kumluova’da İbrahim Çay adlı bir Kürt esnaf, evinden şehir meydanına kadar dövülerek götürüldü ve Atatürk büstü öptürüldü. İbrahim Çay, saldıranların her gün yüz yüze baktığı komşuları olduğunu söyledi… Hakkari’de bir subay, bir inşaattaki işçileri yüz üstü yere yatırıp, ‘‘Türk’ün gücünü göreceksiniz,’’ diye bağırdı. Kürtlerin önüne iki seçenek konuldu: Ya devlete biat edeceksiniz ya da kırıma uğrayacaksınız.
İşte bu süreç, 1 Kasım seçimlerini AKP’ye teslim etti. Ardından Çöktürme Planı kaldığı yerden devam etti.
Devam eden konsept: İmha, pogrom konseptidir.
Biraz atlayarak devam edersek… Rojava’da iki kantonu birleştiren PYD, Afrin kantonu diğer kantonlarla birleştirmek isteyince Fırat Kalkanı operasyonu başladı, Türkiye Suriye’ye girdi. PKK kamplarına hava saldırıları yapıldı. Türkiye sınırları içerisindeki PKK üslerine operasyonlar yapıldı. Çukurca’daki bir operasyon sonrasında Jandarma Genel Komutanının, ‘‘Ölüm kalım savaşı veriyoruz,’’ demesi dikkat çekti. Bu yapılan operasyonların boyutunu gözler önüne seriyordu. Belediyelere kayyum atandı. OHAL kapsamında birçok Kürt siyasetçi tutuklandı. KESK üyeleri memuriyetten ihraç edildi. Muhalif basın yayın organları ve televizyonlar kapatıldı. OHAL sebebiyle eylemler yasaklandı. Bütün bunlar 30 Ekim 2014 MGK toplantısında karara bağlanan Çöktürme Planının devamı niteliğinde.
Suriye'ye yapılan hava saldırılarının, Musul operasyonuna katılma ısrarının ABD, Rusya ve İran'ın sert tepkisiyle karşılaşmasının bu beka kaygısını beslediğini belirtmek gerek. Kürt hareketinin Musul konusunda, ‘‘Tarihsel bir eşikteyiz, değerlendiremezsek Kürt halkı 100 yıl daha kaybedebilir,’’ cümlesinin de devletteki bu kaygı açısından propaganda malzemesi olarak kullanacaktır. Ki Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş başkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı’nın bu açıklamadan sonra gözaltına alınması tesadüf değildir.
Kürt özgürlük hareketi hem demokratik alanda hem de diğer alanlarda büyük bir basınç altına alınmıştır. Bundan sonra da bu basınç artarak devam edecektir. Ve Kürt hareketi artık bir iç tehdit olmakla birlikte bir dış tehdit olarak da algılanmaktadır. Bu algı, artık bir uluslararası aktör olmasından ve ABD, Rusya, İran gibi çeşitli güç odaklarıyla pazarlıklar yapacak bir güce ulaşmış olmasından kaynaklanmaktadır.
Gazeteci Fikret Bila katıldığı bir programda, ‘‘Hendeklerle birlikte çatışmanın dağlardan şehirlere taşınması, çatışmaların normal yaşamı sekteye uğratması, halkın büyük tepkisine neden oldu, örgütün desteği azaldı,’’ dedi. Bu algının doğru olduğuna dair emare çoktur. Bu süreçte devlet aklı, örgütlü Kürt hareketiyle Kürt halkı arasındaki çizgiyi kalınlaştırmayı ve örgütün kitle desteğini minimum düzeyde tutmayı, örgütü yalnızlaştırmayı da planlamaktadır.
Osmanlı Ocaklarının kurulması, Camilere gençlik kolları açılması, AKP üyelerine silah ruhsatı verilmesi, kimi mafyatik yapıların medyada fazlasıyla görülmesi, bu Çöktürme Planının sivil ayağını kurma, kontgerilla yapısını hazırlama-güncelleme çabasıdır. Kürt hareketinin 6 Ekim 2014’te yaptığı, ‘‘Durum kritiktir, acil olarak herkes sokağa çıksın,’’ çağrısının, 6-8 Ekim düzeyinde bir kitlesellikle gerçekleşmesine karşı hazırlık yapılmaktadır. Şu an kimin hangi silahla nereye-kime saldıracağının planları bile yapılmıştır. Bu tam manasıyla bir pogrom hazırlığıdır. Ki devletin hafızasında bunun nasıl yapıldığına dair epeyce bir deneyim vardır. Hatta en iyi bildiği şeylerden birisi budur diyebiliriz. Olası bir katliamın maliyeti de Kürt halkına yüklenecektir, tıpkı Fethullah Gülen tarikatına yapıldığı gibi…
Yazı tamamen Kürt sorununa odaklandığı için burada bir parantez açmak gerekiyor. Türkiye’de yeni bir rejim inşa ediliyor. Sadece Kürt özgürlük hareketine değil, bu yeni rejime karşı çıkacak olan herkese karşı bir hazırlık yapılıyor. Erdoğan’ın başkanlığına, yeni rejime, muhafazakarlaşmaya karşı direnecek olan her unsur artık tehdit altındadır. Aleviler, laikler, sosyalistler tehdit altındadır. Karşı çıkacaklar için hukuk dışı bütün yolların kullanılmasına dair hazırlıklar yapılmaktadır.
Olacaklara, insan hakları-hukuk perspektifinde bakmak anlamını yitirmiştir. Bir güvenlik-devletin bekası refleksi devreye girmiştir. Buna bir travma hali de denilebilir. Devlet travma geçiriyor… Olacaklara Avrupa Birliği’nin veya ABD’nin, uluslararası güçlerin tepki göstermeyeceği de açıktır. Türkiye’ye dair tavırları, ‘‘Sınır dışına çıkma içerisi bizi ilgilendirmez,’’ tavrıdır. Olacakları izleyecekler, tıpkı Ermeni Soykırımını izledikleri gibi, Rumlara-Ermenilere yapılan 6-7 Eylül 1955 olaylarını izledikleri gibi, Yahudilere yapılan 1934 Trakya olaylarını izledikleri gibi, Kürtlere yapılan Halepçe’yi izledikleri gibi, Yugoslavya’da olanları izledikleri gibi,
Burada ne yapılması gerektiğine dair bir yorum yapmak da artık manasız… Söylenecek en iyi cümleyi HDP SözcüsüAyhan Bilgen, Gültan Kışanak’ın gözaltına alınmasını yorumlarken söyledi, ‘‘Önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak tabloyu belirleyecek olan bugün sergilenecek olan tepkidir, sahiplenmedir, duyarlılıktır.’’
Devlet ise bu yaptıkları sonucunda, örgütü geriletebilir, hareketi zayıflatıp, kırabilir. Ancak sorun 100 yıllık sorundur.. Bugünküler gider, ileride başkaları bu sorunu sahiplenir. Sorunu sahiplenen her kuşağın bir öncekinden daha da güçlenerek geldiğini, direnişin de halkın hafızasında biriktiğini unutmayın. (28 Ekim 2016)