İş insanı Osman Kavala: “Tutukluluğumu sürdürmek için yöneltilen casusluk suçlamasının özelliği, yasalardaki tanıma bağlı kalmadan kurgulanması. Süreç sivil topluma uyarı olarak nitelenebilir.”
“Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” ile “siyasal ve askeri casusluk” suçlarından yargılanıp dört yıldır tutuklu bulunan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararına rağmen Cuma günkü son duruşmada da tahliye edilmeyen iş insanı Osman Kavala, sürecin kendisi açısından vahim bir hak ihlali yaratmanın yanı sıra AİHM’in özgürlükleri koruma gücüne de zarar verdiğini söyledi.
Kavala, gazeteci Burcu Karakaş’ın 26 Kasım Cuma günkü son duruşma öncesinde DW Türkçe için yönelttiği sorulara yanıtında, AİHM kararına rağmen “çeşitli yöntemlerle tutukluluğunun sürdürülmesinin daha vahim bir hak ihlali yaratmasının” yanı sıra “AİHM’nin bireysel başvuru hakkını kullanan üye ülkelerin yurttaşlarının özgürlüklerini koruyabilme gücünü de zaafa uğrattığına” dikkat çekti. Kavala, Avrupa Konseyi’nin ihlal prosedürünü başlatma uyarısının, AİHM’ye bireysel başvuru mekanizmasının etkin işlerliğini koruması için gerekli olduğu kanaatinde.
Kavala, hakkındaki casusluk suçlamasını da şu sözlerle değerlendirdi: “AİHM kararından sonra tutukluluğumu sürdürmek için bana yöneltilmiş casusluk suçlamasının çarpıcı özelliği, yasalardaki casusluk faaliyeti tanımına bağlı kalmadan kurgulanmış olması. Böyle olunca yasadaki casusluk suçuna uygun bir delil ortaya koyma zorunluluğu da ortadan kalkmış oluyor. Bu nedenden dolayı bu suçlamayı Nazi dönemi uygulamalarına benzetmiştim.”
Söyleşinin tam metni şöyle:
“Bir hasar olup olmadığı normal hayatımı yaşamaya başladığımda anlaşılacak”
Tutukluluğunuz dördüncü yılını doldurdu. Cezaevinde geçirdiğiniz sürenin fiziksel ve ruhsal olarak sağlığınız üzerinde ne gibi etkileri oldu, oluyor?
Şimdiye kadar ciddi bir sağlık sorunu yaşamadım. Moralim de bozuk değil. Dostlarımdan, beni tanımayanlardan, yurt içinden ve dışından gelen destek mesajları bana güç veriyor. Ruh sağlığımın da yerinde olduğunu ümit ediyorum. Ancak bir hasar olup olmadığı sanırım normal hayatımı yaşamaya başladığımda anlaşılacak.
“Casusluk suçlaması, tanıma bağlı kalmadan kurgulandı”
Sivil toplum faaliyetleri aracılığıyla casusluk yaptığınız iddiaları var. Size yönelik iddiaların Türkiye’deki sivil topluma gözdağı verme amacı taşıdığını düşünüyor musunuz?
Sadece casusluk suçlaması değil, bütün tutuklama süreci de sivil toplum aktivistlerine yönelik bir uyarı olarak nitelendirilebilir. AİHM kararından sonra tutukluluğumu sürdürmek için bana yöneltilmiş casusluk suçlamasının çarpıcı özelliği, yasalardaki casusluk faaliyeti tanımına bağlı kalmadan kurgulanmış olması. Böyle olunca yasadaki casusluk suçuna uygun bir delil ortaya koyma zorunluluğu da ortadan kalkmış oluyor. Bu nedenden dolayı bu suçlamayı Nazi dönemi uygulamalarına benzetmiştim. İddianamede, Yönetim Kurulu Başkanı olduğum Anadolu Kültür’ün Kürt ve Ermeni yurttaşlarımızın yaşadıkları ile ilgili kültürel çalışmalar gerçekleştirmiş olması, Avrupa’dan vakıflarla yakın işbirliği yapması casusluğa işaret eden olgular olarak anlatılmış. Böyle bir suçlamanın, hukuk normlarına göre hazırlanması gereken iddianamede yer alması, bu iddianamenin mahkeme tarafından kabul edilmesi ve tutuklama uygulamasına onay verilmesi, kuşkusuz STK’lar için de yeni bir tehdidin ortaya çıktığını gösteriyor.
“AİHM’in gücü zaafa uğratılıyor”
Avrupa Konseyi, 30 Kasım’a kadar serbest bırakılmamanız halinde Türkiye hakkında yasal süreç başlatma uyarısında bulundu. Bu uyarı hakkındaki görüşünüz nedir?
AİHM’nin tutukluğumda siyasi etkinin rol oynadığı tespitini de içeren ve derhal serbest bırakılmam gerektiğine hükmeden kararının üzerinden iki yıl geçti. Bu karara rağmen çeşitli yöntemlerle tutukluluğumun sürdürülmesi sadece daha vahim bir hak ihlali yaratmakla kalmıyor, AİHM’nin bireysel başvuru hakkını kullanan üye ülkelerin yurttaşlarının özgürlüklerini koruyabilme gücünü de zaafa uğratıyor. Avrupa Konseyi’nin ihlal prosedürünü başlatma uyarısında bulunacak olmasının, bireysel başvuru mekanizmasının güvenliğini ve etkin işlerliğini korumak için de gerekli olduğunu düşünüyorum.
“Bana yaşatılanlar Havel’in başına gelenleri hatırlatabilir”
10 büyükelçinin ortak bir bildiriyle serbest bırakılmanıza yönelik çağrısı, ülke gündemine oturdu ve kısa süreli diplomatik krize neden oldu. Bildirinin içeriği ve zamanlaması konusunda neler düşünüyorsunuz?
10 büyükelçinin yapmış olduğu çağrı, AİHM kararının uygulanmasını denetleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin almış olduğu ve Türk Hükümeti’ne ilettiği kararlarla tamamen aynı içerikte. Bu çağrının Bakanlar Komitesi’nin Türkiye’ye yönelik ihlal prosedürü başlatma kararını oylayacağı Aralık başı toplantısından önce yapılmış olmasını anlamlı buluyorum. Çağrının farklı biçimde algılanmasının nedeni büyükelçiler tarafından ortaklaşa ve sosyal medya kullanılarak yapılmış olması, aynı zamanda kamusal alanda ifade bulan eleştiren nitelikte bir mesaj olarak görülmesi. Batı ile ilgili popülist söylemlerin yoğun biçimde kullanıldığı ülkemizde, bu girişimin taşıdığı siyasal anlam, mesajın bağlamından kopartılarak tahrif edilmesine yol açtı. Ancak sanırım Cumhurbaşkanı ve Bakanların aşırı tepki göstermesinin önemli bir nedeni de, AİHM kararındaki tutuklanmamda siyasi etkenlerin rol oynadığına dair tespit. Büyükelçilerin açıklaması bu eleştiriye karşı duyulan tepkinin ifade edilmesine de vesile oldu.
Avrupa’da “Türkiye, Vaclav Havel’ini yaratıyor” gibi yorumlar yapıldığı konuşuluyor. Bu yorumlara katılır mısınız?
Dört yıldır fantastik nitelikte suçlamalarla bana yaşatılan Kafkaesk deneyimin Havel’in başına gelenleri hatırlatan bir yanı olabilir. Ancak benzerlik burada sona eriyor. Havel, ülkedeki siyasi rejimin özelliklerini, insanların davranışlarını nasıl etkilediğini anlatan üst düzey edebiyat örnekleri vermiş seçkin bir yazar ve düşünce insanıydı. O dönemin Çekoslovakya’sı ile bugünün Türkiye’sinde yaşanan özgürlüklerle ilgili sorunlar arasında bazı paralellikler kurulabilir ancak siyasi dinamikler birbirine benzemiyor. Demokratik siyaset alanının kapalı olduğu Çekoslovakya’da toplumun takdir ettiği, güven beslediği bir edebiyatçı siyasal dönüşümü simgeleyen bir lider haline geldi. Türkiye’de güçlü bir muhalefet var. Kuşkusuz sivil toplum kuruluşları demokratikleşmeye katkıda bulunacaklar. Ancak siyasi değişimin ana aktörleri siyasi parti liderleri ve kadroları olacak.