MAHİR SAYIN – Diğer Yazıları …
RTE terör örgütü teranelerini sürdürürken, Kandil’den, RTE’nin niyetinin savaş çıkarmak olduğu, son MGK toplantısında savaş kararı alındığı yorumları yapılırken, iç güvenlik yasası denilen polis devleti taslağı Meclis’te kafa kırarak geçirilmeye çalışılırken birden Öcalan’ın müzakerelere zemin oluşturması için önermiş olduğu on maddenin kabul edildiğini Hükümet temsilcileri ve İmralı heyeti birlikte açıklayıverdi. Hükümet Öcalan’ın PKK’ye baharda kongre toplayıp silah bırakma kararı alması talimatını verdiğini anlatırken, Kandil, müzakerelerde anlaşmaya varılmadan böyle bir şeyin olamayacağını, Hükümet’in meseleyi çarpıttığını ilan etti.
Öcalan’ın açıklamasına dikkatle bakıldığında Kandil’in açıklamasının doğru olduğu görülmektedir. Ne var ki, Hükümet’in meselesi esasında gerçek bir demokratik çözüm üzerinde yükselen barış değildir. İşi ne kadar süründürebilir ve özellikle de seçim dönemini çatışmasız atlatabilirse o kadar kârlı çıkacağı hesabını yapmaktadır. İki yıldır da bunu kendince başarıyla yürütmektedir. Kendince PKK’yi oyalamakta başarılı olduğunu sanmaktadır. Ancak bizim gördüğümüzü PKK daha incelikli olarak görmekte ve Hükümet’in kötü niyetlerine rağmen barış politikasındaki ısrarını sürdürmektedir. AKP bu durumdan barışı sağlamış olma kredisini kullanarak yararlanırken, Özgürlük Hareketi de hem Güney’deki sıcak savaşa daha fazla imkan ayırabilmekte hem de dünya çapında ve Türkiye bünyesinde muazzam bir meşruiyet kazanmaktadır.
Öcalan’ın müzakerelerin temeli olacak başlıklarının hemen hepsi Türkiye’nin demokratikleşmesi temeline dayanmaktadır. On maddenin içerisinde tek kelimeyle bile Kürdistan’dan söz edilmemektedir. Bu durum HDP ile içerisine girilen siyasette Türkiyelileşme (art niyetliler Kürtleri tahrik etmek için bunu kasten “Türkleşmek” diye tercüme etmektedirler) politikasında ne kadar kararlı olunduğunun da açık ifadesidir. Dolayısıyla Öcalan’la AKP arasında gizli bir anlaşmanın olduğu iddialarını da daha baştan çürütmektedir. Ayrıca Öcalan, daha önce, hiçbir güvence elde etmeden atılan adımlar konusunda da “yanlış yaptım” diyerek özeleştiride bulunmuştur. Yani yasal ve kurumsal güvencelere kavuşturulmadan yapılacak gizli anlaşmalara inanmak için hiçbir nedenleri olmadığı gibi aksine davranmayı zorlayan ciddi bir deneyim de ortada durmaktadır. Ayrıca HDP’nin hem Meclis’te hem sokakta yürüttüğü muhalefetin dozu da bu lafları edenlerin muhalefetiyle mukayese edilemeyecek ölçüde yüksek bir düzeyde bulunmaktadır.
AKP hükümeti kaç kez PKK’nin ilan ettiği ateşkesleri, sınır dışına çıkmaları suistimal etmiştir. Daha önce görüşmeler, anlaşmalar olmuştu. Ama RTE o zamanlar, “Silvan, Habur” deyip arsızca yan çizmişti. Silvan’da ne oldu? Kendileri saldırdılar ve o saldırıda askeri birlik pusuya düşünce de (muhtemelen birliği kendileri pusuya itelediler, çünkü alay komutanının “bir bölük gönderelim, iki bölük harekatı sıkıntılı olur” ısrarlarına yukarıdan ille de iki bölük olacak diye dayatma gelmesi ilginçtir) “PKK saldırdı, anlaşmayı bozdu” dediler.
Habur da ne olmuştu? “Hadi gelin bişey olmayacak!” diye davet edilen PKK barış heyeti halkın büyük tezahüratıyla karşılaşınca gelenler tutuklanmış ve sorumluluk da barış heyetinin üzerine yıkılmıştı: “Üniformalı gelmişlermiş”, çıplak geleydiler!
Şimdi göreceğiz. Seçimin ertesinde RTE ne diyecek? Namluda mermi hazır: “kamu güvenliğini bozdular…”
Bütün bu sahtekarca tutumlara rağmen, dün, “terör örgütüyle görüşen alçaktır!” diyen RTE’yi bugün çözüm için birlikte açıklama yapmaya mecbur bırakacak konuma sürüklemiş olmak, buradan ne çıkacağından bağımsız olarak kendi başına bir başarıdır. Bütün bunları yapan bir hükümet kuşkusuz ki bunlardan geri adım attığında insanların zihninde olumsuz soru işaretleri uyandırırken, Özgürlük Hareketi’nin itibarını da yükseltecektir.
Aslında barış adına, çözüm adına, demokrasi adına hali hazırda varılmış bir anlaşma kesinlikle söz konusu değildir. Daha basın açıklamasında iki tarafın farklı şeylerden bahsettiği apaçık ortadadır. İmralı heyeti demokratik çözüme temel olacak Öcalan’ın hazırladığı (bu arada belli ki Öcalan’a “sayın” demeyi de yasaklamışlar) on maddelik bir çerçeve üzerinde yoğunlaşırken Başbakan yardımcısı “silah bıraktırmaktan” bahsetmekte ve RTE de üstüne “bölücü terör örgütünün” silah bırakmasından söz etmektedir. Bu dilin kendisi bile bir barış dili değil, tersine yarın patlayacak bir savaşa hazır bir dil özelliği göstermektedir.
Ne var ki, AKP seçimlere çatışmasız girmenin rantını yiyerek seçimlerden 400 milletvekiliyle çıkmayı hesaplarken, HDP’nin şansını ne kadar yükseltmekte olduğunu şimdilik fark edememektedir. O yapacağı seçim/sayım hileleriyle HDP’yi barajın altına iterek milletvekilliklerini çalabileceğini hesaplarken, barışın gerçek taşıyıcısının kimler olduğunu herkes görmekte ve muhalefetin diğer kesimlerinin pörsümüşlüklerine bakarak gün be gün yüzlerini HDP’ye döndürmektedirler. Gerek Kürtlerden ve gerekse laik kesimlerden gelen destek bariz bir biçimde artmaktadır.
Ne var ki, AKP’nin yürüttüğü politikalarla eli kolu bağlanmış durumdadır. Bölgede sürdürdüğü hegemonya politikası her anlamda iflas etmiş ve İslam Devleti’ne verdiği desteklerin faturası ağır bir biçimde üstüne çökmekte ve ABD’nin Nisan ayı içinde Musul’a yapacağı saldırının Irak ve Suriye’de yaratacağı yeni durum karşısında ne yapacağını bilemez bir konuma sürüklenmiş bulunmaktadır. Bu çaresizlik içerisinde, Suriye’deki muhtemel gelişmelere karşı bir tedbir olmak üzere, kendilerini gülünç durumda bırakacak olsa da “Mobil Şah” operasyonunu “YPG terör örgütüne muhtaç bir halde” yapmak zorunda kalmıştır. Daha böyle çok çaresizlikler yaşayacaklar.
AKP seçim sonrasındaki bir savaşa hazırlanmak için adımlar atarken, beklemediği gelişmeler onu her adımda sıkıştırmakta ve seçimlere kadar olan süre içerisinde bölgedeki gelişmelere bağlı olarak daha fazla çaresizliğe sürüklenip, yıpranacak ve 400 milletvekili hayali kurarken belki de hükümet kuramayacak hale bile sürüklenebilecektir.