Tüm dünyadaki siyasi dengelerin seyrini tayin eden bir bölgede Ortadoğu’da yaşıyoruz. Bölgenin bu özelliği ülkemizdeki siyaseti de ciddi oranda etkiliyor. Ortadoğu bu kadar karışıklık içerisindeyken “daha büyük hayaller içeren bir başlık nereden çıktı?” diye sorulabilir. Ancak toplumsal olayları araştıranlar bilirler ki en büyük hayallerin en karışık zamanlarda kurulması gerekir
Bir şeyler değişiyor. Tüm dünyada ve içerisinde bulunduğumuz bölgede bir şeyler değişiyor. Bu değişim her yönüyle hissediliyor.
Ortadoğu’da son yaşananlar ile ilgili bir şeyler yazmadan önce genel dünya sistemi ile ilgili birkaç şey yazmak gerekiyor.
Tüm dünyada kapitalist sistemin sınırlarına dayandığı bir dönemi yaşıyoruz. Genel olarak kapitalist dünya sisteminin özel olarak da emperyalist sistemin lider gücü ABD’nin kriz içerisine sürüklendiği bir dönemdeyiz. 2008 kredi krizi ile birlikte patlak veren genel krizin etkileri hala sürüyor ve sürecek de. ABD ve merkez kapitalist ülkeler düşük büyüme oranlarının ve genel olarak ekonominin durağanlaşmasının önüne geçemiyorlar. Gerçekleştirdikleri neoliberal dönüşümlerle merkez kapitalist ülkelere göre daha yüksek büyüme oranlarına ve daha canlı ekonomilere sahip olan ülke ekonomilerden emperyalist merkezlere akacak para gittikçe daha önemli hale geliyor. Ancak bu ekonomiler de eski canlılığında değil. 2013 yılı büyüme oranlarına bakıldığında ‘gelişmekte olan ülkeler’ olarak tanımlanan yeni sömürge ülkelerde daha önceki yıllara göre büyüme oranlarında ciddi düşüşler olduğu görülebilir.
Dünya genelinde kamusal hizmetlerin, ücretli emeğin ve doğanın talanı üzerine kurulu olan neoliberal sistem büyük oranda yerleşiklik kazandı. Bu sebepten artık ekonomilerde sıcak paradan dolayı görünen yüksek büyüme oranları ve bunlara sebep olan büyük kar oranları görülmüyor.
Düşük büyüme ve kar oranlarından en çok etkilenen tabi ki günümüz emperyalist sisteminin egemen gücü ABD. ABD kendi ulusal ekonomisi ile birlikte tüm dünya ekonomisinden de sorumlu. Ancak son yıllarda ABD ekonomisindeki gerileme Çin, Hindistan ve Rusya gibi güçlerin yükselmesi ile birlikte yaşandı. ABD’nin dünya ekonomisindeki egemen güç olma özelliğini gittikçe kaybetmesi siyasi egemenliğinin de sarsılmasına neden oldu. Soğuk Savaş sonrasının hegemon gücü olan ABD’nin dünyayı istediği gibi yönetebildiği bir dönemde yaşamıyoruz artık. Ortadoğu’nun küresel sistem açısından önemini anlamak için bu verileri göz önünde tutmalıyız.
Şimdi gelelim Ortadoğu’ya. Ortadoğu tarihin en başından beri sahip olduğu önemine bugün de sahip. Bugünkü öneminin kilit noktasında küresel emperyalist sistemin krizinin Ortadoğu’nun kaderiyle çakışması bulunuyor. Dünya sistemine hükmetme mücadelesinde Ortadoğu stratejik bir noktada duruyor. Büyük bir pazar ve iş gücü olmasının yanı sıra Ortadoğu’yu bu kadar önemli yapan yer altı ve yer üstü kaynakları özellikle petrol ve doğalgazdır. Bugün dünya sistemini insan vücudu gibi düşünürsek petrol vücudun kanı doğal gaz ise oksijenidir. Sistemin işlemesinin temel koşulu bu iki kaynaktır. Sistem daha fazla kriz ortamına sürüklendikçe Ortadoğu’nun bu konumu çok daha önemli bir konuma gelmektedir.
Ortadoğu’nun mevcut durumu
ABD’nin 2000’li yılların başında Ortadoğu stratejisi olarak uygulamaya koyduğu Büyük Ortadoğu ya da Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin her yönüyle çöktü. Afganistan ve Irak’ın açıktan işgali ve Libya, Tunus ve Mısır başta olmak üzere Arap ülkelerinde ABD ile uyumlu iktidarların başa getirilmesi ile süren proje Suriye’de krize girdi ve bir patlamaya dönüştü. Suriye’deki kriz derinleştikçe bölgesel bir hal aldı ve projenin önceki duraklarında da patlamaya neden oldu.
Tunus ve Libya’da süregiden istikrarsızlık Mısır’da Mursi’nin darbeyle devrilmesi şeklinde devam etti. Suriye krizinin devam etmesi daha sonra ülkede emperyalistlerin destekledikleri ‘ılımlı’ muhalefetin erimesine ve El Nusra gibi radikal örgütlerin güç kazanmasına neden oldu. Bu durum ABD’nin politikasının ciddi anlamda krize girdiği nokta oldu. Çünkü Esad’ın alternatifi 11 Eylül’de ikiz kulelere saldırarak o günden bu yana ABD’nin terör algısını baştan sona değiştiren El Kaide bağlantılı gruplar oldu. Cihatçı grupların Esad karşısında güçlenmesine karşı ABD, Suriye politikasını revize etmek zorunda kaldı. Burada diğer aktörler olan Rusya, Çin ve İran’ın Suriye krizinin başından itibaren ABD’ye göre daha kararlı ve istikrarlı bir politika izlediğini belirtmek gerekir.
ABD, Suriye’de cihatçı örgütlerin güçlenmesine karşı Esad ile anlaşma masasına oturmak ve diplomatik çözümü kabul etmek zorunda kaldı. Suriye krizinde politikalar baştan belirlenirken cihatçı El Nusra krizin içerisindeki tüm aktörler tarafından ortak düşman olarak görüldü. Burada diplomatik çözüm konusunda özellikle Rusya’nın aldığı inisiyatif Rusya’nın bölge politikalarında daha aktif bir konuma geldiğini gösteriyor. Suriye’deki krizin diplomatik çözüm masasında sürdüğü bir durumda Esad güçleri karşısında ciddi kayıplar veren El Nusra’ya ek olarak Irak Şam İslam Devleti(IŞİD) adı altında başka bir cihatçı grup ortaya çıktı. El Kaide’nin bir kolu olarak aslen Irak’ta kurulan IŞİD, Suriye’deki kriz ortamında güçlendi ve Irak ve Suriye sınırlarını kapsayan bir bölgede İslam devleti kurma hedefiyle gittikçe daha çok kendi adından söz ettirdi. IŞİD’in isminden bu denli söz ettirmesinin bir sebebi de ele geçirdiği bölgelerde insanları vahşice öldürüp ve kaydettiği görüntüleri internette yayınlaması ile bir korku psikolojisi yaymasıydı.
Suriye Krizi’ne küresel ve bölgesel aktörlerin bir türlü istedikleri tarzda çözüm getirememesi Ortadoğu’nun bütünlüklü bir şekilde krize sürüklenmesine neden oldu. ABD’nin 2000’li yılların başında Büyük Ortadoğu Projesi ile birlikte bölgeye yeni müdahalesinin ilk duraklarından olan Irak istikrarsızlıklar ve mezhepsel gerginlikler ile sürekli gündeme geliyordu. Ancak Irak bu kez Suriye’den ve dünyanın çeşitli yerlerinden toplanan binlerce cihatçının Sünni aşiretlerle geniş bir ittifak kurarak önemli şehirlerinden birisi olan Musul’u ele geçirmeleriyle gündeme geldi. IŞİD, ciddi bir direnişle karşılaşmadan Musul’u Irak ordusundan aldı ve daha sonra burada hilafet ilan etti. IŞİD’in bu hamlesine karşı tüm dünya kamuoyu tepki gösterse de somut bir adım atılmadı ve IŞİD bölgede egemenliğini güçlendirdi. IŞİD’in Irak’ı içine sürüklediği 3’e parçalanma senaryosunun(Sunni,Şii ve Kürt bölgeleri) emperyalistlerin çıkarlarına çok ters düşmediği de göz önüne alınırsa özellikle ABD’nin mevcut tavrı IŞİD’e örtülü destek olarak okunabilir.
IŞİD’in Irak ordusundan ele geçirdiği silahlar ve savaş araçları ile Suriye-Irak arasındaki sınır kapılarını ele geçirip Suriye’ye girmesi ve Suriye’de askeri açından stratejik bir noktada duran Rakka kentinin IŞİD elinde bulunması cihatçılara büyük bir hareket alanı yarattı. IŞİD bu avantajları ilk olarak daha önce başarısız saldırılarda bulunduğu Kürtlerin demokratik özerklik ilan edip kantonlarla yönettiği Rojava’ya daha ciddi saldırılar yapmak için kullandı. IŞİD’in Rojava’ya yönelik saldırılardaki bu ısrarcı tutumunu anlamak için AKP ile olan ilişkisini göz önüne getirmek gerekiyor. AKP, Suriye’de krizin başından bu yana cihatçıları destekleme politikasından vazgeçmedi. Suriye’de değişen dengelere rağmen AKP’nin cihatçı grupları desteklemekten vazgeçmemekteki ısrarı da yine Rojava ile açıklanabilir. AKP, Türkiye’de müzakere masasına oturduğu Kürt Hareketi’nin Suriye’de güçlenmesinin müzakere masasında elini zayıflatacağını biliyor. Kürtlerin Ortadoğu’da önemli bir aktör konumuna gelmesini engellemek için AKP cihatçı grupları desteklemekten vazgeçmedi. Rojava’da daha önce de Kürtlere karşı katliamlar gerçekleştiren IŞİD son olarak Irak’ın Şengal(Sincar) bölgesinde Ezidilere ve Türkmenlere karşı katliamlara girişti. IŞİD’in son olarak Mahmur’u ve burada bölgenin en önemli barajını da ele geçirip Güney Kürdistan’ın başkenti ve Irak için stratejik bir bölge olarak Erbil’e yürümesi üzerine ABD 2011 yılından sonra ilk kez hava saldırısı yapmak zorunda kaldı ancak Obama kesinlikle bir kara operasyonu yapılmayacağının altını çizdi. IŞİD’i ele alırken Ortadoğu’nun ve Kuzey Afrika’nın pek çok yerinde IŞİD’le bağlantılı El Kaide gruplarının ortaya çıkıp etkinlik gösterdiklerini unutmamak gerekiyor.
Diğer yandan Ortadoğu’nun kronik sorunu olarak Filistin sorununun tekrar çatışmalarla gündeme gelmesi ve İsrail’in yaptığı katliamlara rağmen Filistin’deki direniş hattı karşısında kayıplar vermesi söz konusu. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları ve gerçekleştirdiği sivil katliamları dünya kamuoyunda büyük tepkiler toplarken İsrail’in müttefiki ABD’nin İsrail’in bu katliamlarını savunmasını zorlaştırdı. Geçici ateşkesler ilan edilse de hem İsrail’in hem de Hamas’ın tutumundan bölgede kalıcı bir ateşkesin olmayacağı anlaşılıyor.
hava hayal kurmaya hiç olmadığı kadar uygun
Son günlerde giderek daha çok gündemde olan Ortadoğu’nun bu son halinin incelenmesi Ortadoğu’nun gelecekte nasıl bir hal alacağını ve halklar açısından neler getirip götüreceğini anlamak açısından önemlidir. Ortadoğu’daki mevcut durumda pek çok düşünürün yaptığı analizlerden de anlaşılacağı gibi ABD’nin bölgesel hegemonyasının aşınması giderek daha çok görünür oluyor. Birinci Dünya Savaşı sonrası Sykes-Picot ile sınırları çizilen Ortadoğu bugün gittikçe daha çok belirsizliğe ve çatışmaya sürükleniyor. Egemen emperyalist güçlerin Ortadoğu stratejileri büyük oranda başarısız oluyor.
Ortadoğu’nun kaderini belirleyecek, ülkelerin sınırlarının yeniden çizileceği günlerden geçiyoruz. Ancak burada görmemiz gereken bir nokta Ortadoğu’da geldiğimiz noktada küresel emperyalist güçlerin ve bölgesel güçlerin etkilerinin gittikçe azalması ve devlet dışı unsurların yani örgütlü güçlerin gittikçe güçlendiğidir. Suriye’de küresel güçlerin stratejilerinin boşa çıkmasıyla birlikte ortaya çıkan iki güç bugün Ortadoğu’nun siyasetine gittikçe daha çok etki etmekteler. Bunlar birbirlerine zıt hatta bir biriyle çatışmalı iki güç yani IŞİD ve PYD-YPG(Demokratik Birlik Partisi-Halk Savunma Güçleri)’dir.
IŞİD’in daha önce görülmemiş bir vahşilikle gittikçe hükmettiği alanı genişletmesi karşısında yaydığı korku psikolojisinin de etkisiyle bölgedeki güçler geri çekilmek zorunda kalıyor. Ancak Suriye’deki Rojava bölgesinde Kürtlerin kendi yönetimini ilan etmeleri ile birlikte kamuoyunda adı daha çok duyulan PYD ve bölgenin savunma güçleri olan YPG sürecin başından bu yana IŞİD’e karşı ciddi bir direniş gösterdi ve IŞİD’i ciddi oranda yenilgiye uğratan tek güç oldu. Son süreçte IŞİD’in Irak’ta da Kürt bölgelerine saldırması üzerine YPG’nin Suriye’deki direniş cephesi Kandil’den HPG’nin de katkısıyla Irak’a yayıldı. Yani bütün halinde Kürt Hareketi son gelişmelerle birlikte bölgede ciddi bir hareket ve müdahale alanı buldu. Özellikle Şengal bölgesine yönelik son saldırıya karşı Kürt Hareketi’nin geniş bir birlik içerisinde ve dünya kamuoyunun da desteği ile karşı koyması bunu gösteriyor.
IŞİD’in yaptığı vahşi katliamlar ve kontrolü altındaki bölgelerdeki kadın sünneti gibi akıl almaz uygulamarı dünya kamuyounda büyük bir nefret uyandırıyor. IŞİD’in dünya kamuoyu nezdinde ve bölge halkları açısından hiçbir meşruiyetinin bulunmaması IŞİD’e karşı savaşan Kürt Hareketi’nin meşruiyetini artırıyor. Küresel emperyalist güçler çıkarları ve kamuoyu baskısı arasında hareketsiz kalmışken Kürt Hareketi’nin aktif direnişi güçler dengesini de halklar yararına değiştiriyor. PYD’nin hakim olduğu bölgede demokratik özerklik ilan edip bölgeyi kantonlarla yönetmesi Ortadoğu halkları açısından bir model ve aslında umut oluşturuyor. Kürt Hareketi’nin askeri ve siyasi etki alanı arttıkça ideolojik etkisinin daha fazla olacağı unutulmamalıdır.
Kürt Hareketi’nin uyguladığı modelin ideolojik hegemonyası bugün Suriye’de kendilerini yönetmeye başladığı günden çok daha fazla boyuttadır. Bölgede daha çok görünür olan bir diğer şeyde bölge halklarının birleşik mücadelesinin ancak sonuç elde edebileceğidir. Çünkü IŞİD etnik kimlik ayırmaksızın Sunni Müslüman daha doğrusu Selefi yandaşı olmayan herkesi tehdit etmektedir. Bu da bölge halklarının ortak çıkar birliğinin koşullarını hiç olmadığı kadar genişletmektedir. Bugün halklar açısından daha büyük bir bölgesel birliğin oluşturulması halk güçleri açısından gereklidir.
Emperyalistlerin bölge politikalarının bu kadar krize girdiği, tüm kapitalist güçlerin elleri kolları bağlı IŞİD’i izledikleri bir durumda halk güçlerinin kendi kaderlerini eline alma olanakları daha fazladır. Ancak bölgedeki duruma halk güçleri tarafından müdahale edilmezse tarihin gösterdiği gibi çok daha karanlık bir sonucun ortaya çıkma olasılığı da yüksektir. Küresel kapitalizmin ekonomik olarak krizine bugün bölgedeki siyasi krizi de eşlik ediyor. Bildiğimiz gibi ülkemizin kaderi Ortadoğu’nun kaderine sıkı sıkıya bağlıdır. Ortadoğu’da kazan kaynarken ve gittikçe taşma eğilimi gösterirken halk güçlerinin bu durumu izlemesi, bu krizlere müdahale etmemesi çok ağır sonuçlara neden olacaktır. Bugün bölgeden gelen haberler egemenlerin yorumlarıyla bir kabus görüntüsü yaratıyorsa da Ortadoğu’da dengeler değişmeye elverişli ve hava hayal kurmaya ve bunları gerçekleştirmeye hiç olmadığı kadar uygun.
Ömer Gül
Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğrencisi