Mehmet CAN yazdı – Ortadoğu’da ABD emperyalizminin karşılığı, Suriye ve İran baskıcı rejimlerini savunmak olmamalıdır. Bu güçleri savunmak demek İran, Suriye ve Ortadoğu’da yaşayan emekçilerin ve halkların ezilme, baskı altında tutulma süreçlerini desteklemek demektir.
“Gerçeğin öne çıkan görüngüsü sizi aldatmasın”
Karl Marks
Lenin’e soruyorlar, “Devriminizin önemi nedir?” diye. “Biz bu yolu açtık, insanlık açılan bu yoldan yürüyecektir” diye cevap veriyor. Tıpkı Ekim Devrimi gibi aşağıdan kitle radikalizminin yeşerdiği Ortadoğu, devrimler ve karşı devrimler sürecine girme potansiyelinin her zaman var olageldiği bir bölge olmuştur. Kapitalizm ve onun olgunlaşmış hali olan emperyalizm, hayatın her alanında olduğu gibi ulusların kendi aralarında da eşitsizlikler yaratmaktadır. Yaratılan bu eşitsizlikler, çelişkileri derinleştirmekte ve çıplaklaştırarak daha görünür kılmaktadır. Ortadoğu bugün siyasal ve ekonomik çelişkilerin tavan yaptığı bir bölge olmaktadır. Daha doğrusu çelişkilerin siyasallaşarak cepheleştiği bir alan olmuştur son yaşanan Arap Baharı’yla birlikte. BAAS geleneğinin son kalesi olan Suriye’nin, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki diğer Arap devletleriyle kıyaslandığı zaman kuru ve kıt bir mücadele geleneği vardır.
Ortadoğu’da devrimci geleneğin özellikle Filistin, Cezayir ve Fas’ta daha yoğun bir geçmişi, tarihsel arka planı vardır. Ortadoğu’da Basra Körfezi, Filistin ve Kürdistan, direnişin ve savaşların merkezi olmuştur. Bunun dışında Osmanlı’dan günümüze Arap halkının büyük bir bölümünün başkaldırı ve egemen otoriteyi kabullenmeme gibi bir geçmişi ve geleneği vardır. Türkiye’deki resmi tarih, Arap halkının geçmişten beri süregelen bu direnişçi yönünün üzerini örterek onu küçümsemekte, bu halkın değerleri için verdiği bedelleri değersizleştirmektedir. Kürtlere, Ermenilere, Alevilere yaptığının bir benzerini de Araplar için yapmaktadır. Arap halkının geçmişten günümüze gelen tarihsel başkaldırı süreci, ilk olarak, Osmanlı’ya karşı verilen ulusal bağımsızlık savaşıdır.
1948’de Siyonist İsrail Devleti’nin kurulmasından sonra İsrail karşıtı anti-emperyalist sol bir damar oluşmuştur. Mısır’da Nasır’ın İngilizlere karşı başkaldırması ve Süveyş kanalını millileştirmesi, İsrail ile girilen altı gün savaşları, daha sonra Nasır’dan sonra Mısır’da devlet başkanı olan Enver Sedat’ın İngilizlerin kontrolüne girmek istemesi ve bu kontrole karşı çıkan Arap halkı tarafından öldürülmesi ve son olarak Arap Baharı. Dolayısıyla muhalif, başkaldıran, sol bir damar var Arap halkında. Arap halkının aşağıdan gelen, kitle radikalizmini esas alan ve geçmişte sosyalizmin prestijinin yüksek olduğu bu topraklar, neden bu gün sosyalist bir devrime evrilecek bir politika inşa edemiyorlar? Bir kere, SSCB’nin geçmişteki konumunu anlamadan, Arap halkının sosyalizme bugün mesafeli durmasını anlayamayız. Alman Devrimi yenilgiyle sonuçlandıktan sonra, Rusya’daki gelişmelerle beraber 1928’de Dünya Devrimi geri çekilme süreci içerisine girdi. Bu geri çekilme nedeniyle Stalin, olması mümkün olmayan “tek ülkede sosyalizm” retoriğini ortaya attı. Tek ülkede sosyalizmin olabileceğini söyledi.
Ve dünyadaki bütün sosyalist ve emperyalizm karşıtı partiler, SSCB dış politikasının birer uydusu hâline geldi, Komintern tarafından getirildi. SSCB içe kapandıkça Ekim Devrimi giderek yozlaştı ve çürümeye başladı. Marks’ın deyimini hatırlarsak, “İlerlemeyen her devrim geriler” der. Ekim Devrimi özellikle Batı Avrupa’daki devrimlerle desteklenmeyince, devrim, karşıtına dönüşmeye başladı. Bürokratik, işçi sınıfıyla çıkarları farklı olan bir kast oluşmaya başladı SSCB’de. İktidar koltuğuna oturan bu egemen kastın korktuğu en büyük şey devrimler idi. Çünkü Rusya’da veya dünyanın başka bir yerinde gerçekleşecek bir devrim, Rusya’da iktidar koltuğuna oturmuş olan bürokrasinin alaşağı edilmesine neden olacak idi. Yunanistan, Çin, Ortadoğu ve İran 1979 devrimlerinin boğulması, SSCB’nin dış politikasının ve iktidardaki bürokrasinin eseridir. SSCB’de üretim araçlarının kontrolü işçi sınıfından gittiği için, SSCB’deki bürokrasi diğer ülkelerde de bu kontrolün işçi sınıfına geçmesini istememektedir.
Aşağıdan, kitle radikalizmini esas alan bütün gelişmelerin karşısında, emperyalist ülkelerden önce SSCB olmuştur. Dolayısıyla Ortadoğu’daki kitle radikalizmini boğan, aşağıdan gelen devrimci rüzgârı frenleyen SSCB, BAAS partisi ve onun küçük burjuva önderliklerini palazlandırıp pazarlayarak bu gericileri sosyalist ilan etmiştir. Tabii süreç içerisinde Ortadoğu’daki bu milliyetçi liderler kendi halkına karşı giderek otoriterleşince, halkla bu liderler arasında büyük bir yabancılaşmanın yaşanması kaçınılmaz olmuştur. SSCB’nin solcu ilan ettiği bu milliyetçi önderlikler, sosyalizmin Ortadoğu’da prestij ve itibar kaybetmesinin en büyük nedenidir. Sosyalizmin Ortadoğu’da tekrardan güç ve nüfuz sahibi olması, sosyalizm adına yapılan eski politikaların sorgulanmasıyla olur ancak.
Bu sorgulama yapılmadığı müddetçe Ortadoğu’da karşı devrimler galip gelecek, yitip giden devrimler listesine yeni devrimler eklenecektir. Stalinist politikanın etkisi altında kalan Türkiye ve dünya solunun bir bölümü otoriter güçler arasında taraf tutmakta, tıpkı 1960 ve 70’lerde olduğu gibi birini diğerine karşı desteklemektedir. Oysa Ortadoğu’da ABD emperyalizminin karşılığı, Suriye ve İran baskıcı rejimlerini savunmak olmamalıdır. Bu güçleri savunmak demek İran, Suriye ve Ortadoğu’da yaşayan emekçilerin ve halkların ezilme, baskı altında tutulma süreçlerini desteklemek demektir. Ortadoğu’da ortaya çıkan bu çelişkileri, savaşları emek eksenli devrimci bir çelişkiye çevirip, iç savaşa çevirmek olmalıdır sosyalistlerin amacı.
ABD emperyalizmini eleştirirken bu rejimleri aklamamak gerekir. Ortadoğu’da devrimler ve karşı devrimler süreci hep vardı. Bu süreci devrimlerin lehine çevirmek istiyorsak, kafamızın içinde kodlanmış yüzyıllık ezberleri inkâr etmekle işe başlamalıyız.
Yeni bir Ortadoğu ve yeni bir dünya istiyorsak…