ÇEVİRİ- Jeffrey D. Sachs, Project-Syndicate, 19 Aralık 2015.
Jeffrey D. Sachs, Project-Syndicate, 19 Aralık 2015
Çeviri: Arda Tepe
Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği ve Dünya Bankası gibi Batı kuruluşları; Ortadoğu'nun neden kendi kendini bir türlü yönetemediği sorusunu defalarca sordular. Bu soruyu içten bir şekilde sormalarına rağmen kendilerinin bu konuyla ilişkisi konusunda pek de farkındalık sahibi değiller. Netice itibariyle bölgede istikrarlı devletlerin var olması önündeki en büyük engel bölgenin kendi kendini yönetme kapasitesine sahip olmamasıdır. Bu durumda ABD ile Avrupa'nın 1. Dünya Savaşı ve daha öncesinden itibaren başlayan devamlı müdahaleleri ile bölgenin siyasal kurumlarını ciddi bir şekilde zayıflatması etkilidir.
Bir yüzyıl fazlasıyla yeterli. 2016, Ortadoğu'nun yerel siyasetinin atılıma geçtiği ve sürdürülebilir kalkınmaya odaklandığı yıl olarak anılmalıdır.
Ortadoğu'nun geçtiğimiz yüzyıl içerisindeki kaderi 1914 senesinde Osmanlı'nın 1. Dünya Savaşı'nda kaybeden tarafı seçmesiyle belli oldu. Savaş imparatorluğun dağılışı ve kazanan güçlerin(Britanya ve Fransa) imparatorluktan geriye kalanları ele geçirmesiyle sonuçlandı. Britanya, 1882'den itibaren Mısır'ı kontrol etmekteyken, bu süreçle birlikte günümüz Irak, Sudi Arabistan, İsrail, Filistin ve Ürdün devletlerini de himayesi altına aldı. Fransa ise büyük bölümünü yönettiği Kuzey Afrika'ya Lübnan ve Suriye'yi de kattı.
Milletler Cemiyeti'nin manda hükümetleri ve diğer hegemonik araçlar; Britanya'nın ve Fransa'nın petrol kaynakları, limanlar, deniz ticareti ve yerel liderlerin dış politikaları üzerindeki hakimiyetini güçlendirmek için kullanıldı. Britanya günümüz Suudi Arabistan'ının bulunduğu topraklarda Vahhabi köktenciliğini Arap milliyetçiliğine karşı destekledi.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise Suriye'deki CIA destekli 1949 askeri darbesi ve bir diğer CIA operasyonu olan 1953 İran şahının devrilişi ile birlikte ABD bölgeye müdahaleleri devam ettiren güç haline geldi. Libya'da Kaddafi'nin, Mısır'da Muhammed Mursi’nin düşürülüşü ve bugün devam etmekte olan Esad karşıtı iç savaş; bu müdahale biçiminin günümüzdeki devamıdır. 70 sene boyunca ABD ve müttefikleri yeterince kontrol altına alamadıkları her hükümeti değiştirmek için defalarca müdahalede bulundular.
Batı, aynı zamanda bölgeyi milyarlarca dolarlık satışlarla silahlandırdı. ABD tarafında bölgenin birçok yerine kurulmuş olan askeri üsler ve defalarca başarısızlıkla sonuçlanan CIA operasyonları, ABD ve Avrupa düşmanı kişilerin eline ciddi miktarlarda silahın geçmesine sebep oldu.
Yani Batılı liderler Araplara ve bölgedeki diğer topluluklara neden kendilerini yönetemediklerini sorduklarında alacakları cevaba hazır olmalılar: "Bir yüzyıl boyunca, sizin müdahaleleriniz ile bölgedeki demokratik kurumlar zayıflatıldı (Bu; Filistin'de, Mısır'da, Cezayir'de seçim sonuçlarının reddiyle gerçekleştirildi.), zaten sürekli tekrar eden savaşlar iyice kızıştı ve günümüzde artık kronik bir hale geldi; şiddet yanlısı cihatçılar sizin çıkarlarınız için silahlandırıldı ve bugün Bamako'dan Kabil'e kadar uzanan bir ölüm tarlası yaratıldı.
Peki Ortadoğu'da nasıl yeni bir döneme başlanabilir? Ben 5 maddelik bir öneri getiriyorum.
Öncelikle ve en önemlisi; ABD, dünyanın birçok bölgesindeki hükümetleri düşürmek amaçlı gizli CIA operasyonlarını sona erdirmelidir. CIA 1947 senesinde iki amaç doğrultusunda kurulmuştur. Birincisi istihbarat toplamaktır, ki bu meşru bir amaçtır; ikincisi ise ABD'ye düşman olarak görülen rejimlerin gizli operasyonlar ile düşürülmesidir ve bunun sonuçları fecidir. ABD başkanı CIA'in gizli operasyonlarına son verebilir ve vermelidir. Böylelikle neden oldukları kaosu sonlandırabilirler.
İkinci olarak; ABD, BM Güvenlik Konseyi aracılığıyla yürüttüğü bazı geçerliliği olan dışişleri politikalarını sürdürmelidir. ABD liderliğinde oluşturulan ve belli ülkelerin katıldığı koalisyonlar ile düzenlenen askeri müdahaleler sadece hüsranla sonuçlanmadı, bu müdahaleler IŞİD'e karşı mücadele etmek gibi geçerli sebeplerle hareket edildiğinde dahi jeopolitik çekişmeler neticesinde sıkıntılara yol açmakta.
ABD, dış siyasetini BM Güvelik Konseyi ile uyumlu oluşturduğu takdirde çok şey kazanır. BM Güvenlik Konseyi 2003'te Irak'ın işgalini reddettiğinde, ABD işgalden vazgeçerek doğru bir adım atmış olurdu. Veto etme gücünü elinde bulunduran bir üye olarak Rusya Esad'ın ABD tarafından desteklenen devrilmesi planına karşı çıktığında, ABD Esad karşıtı gizli operasyonlarını durdurarak doğru bir adım atmış olurdu. Ve şu an Güvenlik Konseyinin tamamı IŞİD'e karşı bir araya gelerek küresel(Amerikan değil) bir mücadele yürütüyor olurdu.
Üçüncü olarak Batı, Ortadoğu'da demokrasi gerçekleştiği takdirde birçok seçimin kazananının İslami partiler olacağını kabul etmeli ve buna razı olmalıdır. Seçimle gelen birçok İslami Parti iktidardan düşecektir, tıpkı başka yetersiz hükümetlerin başına gelmiş olduğu gibi. Bu partilerden bazıları bir sonraki seçimin kaybedeni olacak, bazıları sokaklarda halk tarafından düşürülecek ve bazen de kendi generalleri tarafından iktidardan indirileceklerdir. Fakat Fransa, Britanya ve ABD tarafından tekrar tekrar bu ülkelerde İslami Partilerin iktidara gelmemesi amacıyla müdahalelerde bulunulması bölgenin politik olarak olgunlaşmasına engel olacak ve buna rağmen yine de uzun vadede hiçbir kazanç sağlayamayacaktır.
Dördüncü olarak, Burkina Faso'dan Kuzey Afrika'ya ve Ortadoğu'dan Orta Asya'ya yerel liderler, İslam dünyasını tehdit eden en büyük problemin eğitimdeki kalitesizlik olduğunun farkına varmalıdır. Bölge bilimde, matematikte, teknolojik yenliklerde, girişimcilikte ve küçük işletmelerin gelişmişliği anlamında oldukça geri kalmış durumda ve bu sebeple bölgede istihdam olanakları da limitli. Kaliteli eğitim olmadıkça refah veya siyasal istikrar mümkün değildir.
Bahsedeceğim son madde ise, dünyanın küresel olarak düşük karbon politikalarına yöneldiği de göz önünde bulundurularak, bölgenin çevre tahribatının etkilerine karşı oldukça hassas oluşuna ve hidrokarbonlara aşırı bağımlı ekonomik yapısına yönelik hareket edilmesi gerektiğidir. Batı Afrika'dan Orta Asya'ya uzanan Müslüman yoğunluklu halkların yaşadığı bu bölge Dünya'nın kuraklık tehlikesi altındaki en geniş yüksek nüfuslu coğrafyası. Bu coğrafya 8000 kilometre boyunca kuraklık, çölleşme ve kıtlıktan oluşmakta.
Bütün bunlar Ortadoğu'nun gerçek sorunları. Kaliteli eğitim eksikliği, kalifiye eleman açığı, gelişmiş teknoloji yokluğu ve sürdürülebilir kalkınmanın gerekliliği gibi sorunlara nazaran Sünni-Şii mücadelesi, Esad'ın geleceği ve doktrinsel tartışmalar uzun vadede daha az önemli etkenler gibi gözüküyor. İslam Dünyası'nın cesur ve ilerici aydınları halklarının bu gerçeklerle yüzleşmesine yardımcı olmalıdır. Ve dünyanın her köşesindeki iyi niyetli insanlar bölgenin değişimine barışçıl dayanışma eli uzatmalı ve sömürgeci savaş ve manipülasyonlara son vermelidir.
https://www.project-syndicate.org/commentary/middle-east-sustaining-development-by-jeffrey-d-sachs-2015-12